A Little Chaos – Alan Rickman (2014)

a-little-chaos“Güzelliği böyle bir hayal gücü ile ifade edebiliyorsa, sanatı da eminim krallara layık olacaktır”

14. Louis için Versailles sarayında bir bahçe tasarlayan bir kadın peyzaj ustasının hikâyesi.

Ocak ayında hayatını kaybeden İngiliz oyuncu Alan Rickman’ın ikinci ve son yönetmenlik çalışması. Hayali bir karakter olan Sabine De Barra ve gerçek bir karakter olan André Le Nôtre ikilisi üzerine kurulu olan hikâye, bahçe düzenlemede (ve hayatta) ilki bir parça karmaşadan, ikincisi ise düzenden/disiplinden yana olan iki peyzaj sanatçısını getiriyor karşımıza. Dönem filmlerinin kostümlü havasının ağırlığından kurutulabilmiş görünen, etkileyici kimi sahneleri ile dikkat çeken ve Kate Winslet’in yine çarpıcı bir performans sergilediği çalışma, başarılı set tasarımları ile de ilgi çekmeye aday. Buna karşılık hikâyenin daha fazla derinliğe ihtiyaç duyduğunu ve finali başta olmak üzere garantili sulardan pek ayrılmadığını da söylemek gerekiyor.

Fransız kralı 14. Louis’nin baş bahçıvanı olan André Le Nôtre Versailles sarayında yaptığı bahçe tasarımları ve Paris’in ünlü Champs-Élysées caddesini tasarlaması ile tarihe geçen bir Fransız peyzaj sanatçısı. Jeremy Brock, Alison Deegan ve Alan Rickman tarafından yazılan senaryo onun yanına hayali bir karakteri, bir kadın peyzaj sanatçısını koyuyor (ki dönemin gerçekleri ile bağdaşan bir durum değil bu elbette) ve ikili arasındaki sanatsal yaklaşım farklılığı üzerinden başlayan ve tahmin edilebileceği gibi romantizmi içine alarak devam eden bir ilişkiyi anlatıyor bize. Matthias Schoenaerts’in belki karakterinin sakinliğini yansıtmayı amaçlayan ama fazlası ile donuk bir oyunculukla canlandırdığı karakteri ile Kate Winslet’in her zamanki gibi ustalıkla oynadığı kadın arasındaki ilişkinin fazlası ile tahmin edilebilir bir şekilde ilerlemesi filmin zayıflıklarından biri olarak öne çıkıyor. Aslında filmin genel olarak durmayı seçtiği alanın sorunlu olmasının bir örneği bu. Hikâye bir “mutlu son”a doğru ilerlerken aslında pek çok durağa uğruyor; o dönemde bir kadın sanatçı olmanın zorlukları, sınıf farkının neden olduğu problemler, saray entrikaları (filmin adı bir parça buraya da gönderme olabilir çünkü bu entrikalar bir karmaşa yaratıyor ama küçük ölçekli bu kaoslar ve düzen sürüp gidiyor) veya meslek içindeki rekabetler hayli doğal ve birbirleri ile uyumlu bir şekilde hikâyenin parçası olarak yerlerini almışlar. Ne var ki film tüm bunlarda çok yeni bir şey söylemediği gibi yeterli bir derinliğe de kavuşturmuyor bu duraklarda rastladıklarını. Hemen her şey hayli hafif ele alınıyor ve film seyirciyi yormadan ilerleyip onu mutlu edecek şekilde sonlanıyor.

1682 yılının Paris’inde geçen hikâyede Rickman kralı canlandırıyor sinemadaki son rollerinden birinde. Filmin kesinlikle en fazla etkileyici olan anları da onun (kralın) kadın sanatçı ile bahçede geçen ikili sahnesinde yaşanıyor. Kralın bu kimliğinden sıyırılarak (dönemin o ağır peruğundan sıyrılması da kimliğin en azından o an için bir kenara koyulmasının sembolü olsa gerek) kadınla iki doğa aşığı olarak yaptığı sohbet zarif dokunaklığı ile filmin zirvesini oluşturuyor. Bu sahnedeki başarı filmin genel olarak başardığı ve hayli önemli bir şeyin de bir örneği: Tüm o kostümlere, peruklara vs. rağmen film asla sıradan seyirciyi kaçıracak o “ağır dönem filmi” monotonluğuna düşmüyor ve -sık sık gereğinden fazla- hafif olarak akıp gidiyor. Kadının ait olmadığı bir sınıfın temsilcisi olarak girdiği saray ortamında başardıkları seyirci olarak bizi mutlu ediyor belki ama filmin gerçekçiliğine de zarar veriyor.

Tüm hafifliğine karşı filmin tam da bunu da içine alan bir konuda hakkını teslim etmek gerek: Alan Rickman tüm öğeleri ile kesinlikle “tutarlı” bir film çıkarmış ortaya. Görüntüleri, kamera hareketleri, mizanseni, oyunculukları, müziği ve kurgusu ile zarif bir film bu. Bütün bu öğeler birbiri ile gayet uyumlu bir şekilde bir araya getirilmişler ve seyirciyi bir zariflikle baş başa bırakıyorlar. Kadının hikaye boyunca adım adım dozu artan bir biçimde hissettirilen ve finalde etkileyici bir biçimde açıklanan travması bile bir trajik anın hak ettiği incelikle getiriliyor önümüze. Karakterlerin pek derin işlenmemiş olmasına rağmen bir şekilde onları anlamanızı da sağlamış görünüyor film ve sınıf farkını, meslek ve cinsiyet alanlarındaki rekabetleri ve yerleşik düzen kültürünü aşmayı başaran bir kadını bize ikna edici biçimde anlatmayı başarıyor. Temaları üzerinden epey “kaotik” hikayeler anlatılabilecek olsa da, bunun yerine tıpkı adı gibi küçük bir karmaşa ile yetiniyor olması kalıcılığına zarar veriyor belki ama yine de ilgiyi hak ediyor bu Rickman çalışması.

(“Küçük Karmaşa”)

(Visited 95 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir