Arım Balım Peteğim – Muzaffer Arslan (1970)

“İlk aşklar unutulmaz kalmalı, ben de unutmayacağım… giydiğim ilk topuklu ayakkabı gibi”

Genç bir kadının, özel dedektif olan babasının takip ettiği çapkın bir adama âşık olmasının hikâyesi.

Billy Wilder’ın 1957 tarihli “Love in the Afternoon” (Öğleden Sonra Aşk) filminden uyarlanan bir Yeşilçam yapımı. Elbette ne Wilder’ın filminin ne de o filmin senaryosunu yazan I.A.L. Diamond’ın yola çıktığı Jean Schopfer’in romanının adını anan film Yeşilçam’ın özellikle 1960 ve 70’li yıllardaki hızlı üretim döneminde bolca yaptığı “izinsiz esinlenme”lerin örneklerinden biri. Filme adını veren şarkının popülerliğine; Türkan Şoray’ın gençliğini, güzelliğini ve danslarını sunduğu performansına, Şoray ve Cüneyt Arkın ikilisinin yıldız cazibelerine ve Wilder filminden apartılan komedi ögelerine dayanan film bunlardan daha fazlasını sunmayan, seyircinin de daha fazlasını talep etmediğini bilmenin rahatlığı ile senaryo sorunları da dahil olmak üzere bunu dert de etmeyen bir tipik Yeşilçam filmi.

Türk Sanat Müziği’nin klasiklerinden biri “Arım Balım Peteğim” şarkısı. Pek çok sanatçı tarafından seslendirilen; sözleri Mehmet Erbulan’a, bestesi ise İsmet Nedim’e ait olan eserin en popüler olduğu tarihte çekilen bu filmde gerek bu şarkıyı gerekse Türkan Şoray’ın görüntüsünü ve danslarını kattığı diğerlerini Nesrin Sipahi seslendiriyor ve en azından işitsel açıdan keyif katıyor hikâyeye. Yeşilçam’ın bir dönem günün popüler şarkılarından yola çıkarak ve şarkının sözleri ile özellikle bir ilgi kurmanın peşine de düşmeden çektiği filmlerden biri olan çalışmanın senaryosunu Muzaffer Arslan ve Bülent Oran yazarken, yönetmenliğini Muzaffer Arslan üstlenmiş. Wilder’ın filminde baş karakterler arasındaki yaş farkının epey azaldığı ve dolayısı ile hikâyenin temalarından biri olmaktan çıktığı film bu değişikliğin de bir örneği olduğu gibi Yeşilçam’ın orijinali kopyalarken çoğunlukla onun ruhunu bir kenara koyup, özeti ile yetindiğini de hatırlatıyor.

Özellikle 1970’li yıllarda Yeşilçam filmlerinin popüler mekanlarından biri olan Tarabya Oteli’nde açılıyor film. Bir özel dedektif (Münir Özkul) aldatıldığından şüphelenen bir kocanın (yine abartılı oynayan ya da oynatılan Cevat Kurtuluş) isteği üzerine bir otel odasını gözetlemektedir. Ünlü bir çapkın (Cüneyt Arkın) bu odayı kendisine mesken edinmiş ve eşlik eden dört müzisyenle birlikte kadınları baştan çıkarmaktadır. Dedektifin kızı (Şoray) ihanete uğrayan kocanın adamı öldürmeye niyeti olduğunu öğrenince müdahil oluyor odaya ve gerisi beklendiği gibi ilerler. Aşk olur, sorun olur, sorun çözülür vs.

Muzaffer Arslan’ın filmi hikâyeyi yerlileştirirken bir sahnede namus kavramını öne çıkarıyor abartılı melodramatik bir konuşmanın (“Ya o kız ben olsaydım?”) konusu yaparak. Belki yine bu yerlileştirmenin ve “Belki öz baban gibi öpemedim ama öz oğlum gibi hissettim seni” gibi “Size baba diyebilir miyim?”vari konuşmalara olanak sağlama gayretinin sonucu olarak, hikâyeye bir de çocuk ekleniyor ki onun varlığı bir Bülent Oran senaryosundan ne bekliyorsanız, hepsini size fazlası ile sağlıyor. Nesrin Sipahi’nin sesinden “Arım Balım Peteğim” dışında “O Siyah Gözler”, “Aşkın Kanunu” ve “Yar, Saçların Lüle Lüle” şarkılarını da dinlediğimiz film bu şarkılar açısından oldukça yerli ama filmin diğer müziklerinin tamamı yine bir Yeşilçam geleneği olarak, herhangi bir telif hakkı derdi olmadan yabancı filmlerden çalınmış. Neyse ki Sipahi’nin yorumculuğu mükemmel, Şoray da muhteşem güzelliği ve sahne performansları ile onun şarkılarına çok iyi uyuyor ve -elbette ve sinema değeri açısından maalesef- hayli uzun tutulmuş konser sahnelerinde filme keyif katıyor. Filmin en büyük eğlencesi ise çapkın adamın aşk gecelerine hiç konuşmadan eşik eden dört müzisyen; Sami Hazinses, Kayhan Yıldızoğlu, Aziz Basmacı ve Ergun Köknar’ın başarılı performansları enstrümanları dışında sessiz olan bu karakterlerin göründükleri tüm sahneleri çok eğlenceli kılıyor. Wilder’ın filmindeki varlıkları çapkın kahramanımızın romantik konuşmayı pek becerememesi ve müzisyenlerin bu açığı kapatarak gerekli romantizmi sağlaması ile izah edilirken bu filmin böyle bir açıklamada bulunma derdi yok; adamın gerektiğinde gayet iyi konuştuğunu gördüğümüz sahnelerin de katkısı ile bir Türkiye hikâyesi için hiç de gerçekçi olmuyor elbette onların varlığı örneğin âşıklar birbirleri ile oynaşırken.

Çoğunlukla dramın, melodramın ve trajedinin sonuna kadar gidebilmek tek amacı gibi görünen Oran senaryosunun başta inandırıcılık olmak üzere ve elbette zorlama tesadüfleri de içeren sorunları var bekleneceği gibi. Kadının erkeğe -karakterindeki tüm kusurları ve bunun getireceği tehlikeleri bilmesine rağmen- ilk karşılaştıkları sahnede âşık olması ve hatta sitemkâr bir aşığa dönüşecek kadar duygularının ilerlemesi, ocaktan sızan gazla dolu bir odaya giren bir karakterin pencereyi açmak yerine sanki odanın dışındaymış gibi sandalye ile vurarak camı kırması, bir kurgu probleminin sonucu da olarak Şoray’ın konserde aynı şarkıyı söylerken trajik bir yüz ifadesinden bir şuh gösterisine geçivermesi ve bunun defalarca tekrarlanması, küçük çocuğa “büyümüş de küçülmüş” ifadesi ile açıklanamayacak laflar ettirilmesi veya arabada seks yapılırken kan anonsunun radyodan duyulduğu sahne (komedi olabilecek kadar saçma bir sahne bu) gibi pek çok örneği var bu problemlerin. Yalnız şunun da hakkını vermek gerek: Adam sahnede şarkı söyleyen kadına bakıp yanındaki kadınlara (sevgililerine) şöyle diyor: “Şahane bir kadın”. Gerçekten de şahane bir Türkan Şoray bu ve böylesine boş hikâyelerde bolca harcanması Yeşilçam tarafından ne yazık!

Bir sahnede el kamerası kullanarak o ana bir farklılık katmak dışında yönetmenin varlığını hemen hiç hissetmediğiniz filmde Şoray ile Arkın’ın tango sahnesi sinemamızda pek görmediğimiz türden ve iki yıldızın bu sahnenin hakkını verdiğini görmek ve karakterlerinin iktidar kavgasını danslarına yansıtmayı başardığına tanık olmak filmin sağladığı keyiflerden biri. Son bir not olarak, senaryonun hemen hiç işlemeden bıraktığı ve bu nedenle karşılıksız aşkının da anlamsız kaldığı, Bora Ayanoğlu’nun canlandırdığı Cem karakterinin ve tüm benzerlerinin kendi hikâyelerini anlatan filmleri hak ettiğini söyleyelim ve bu filmi Şoray hayranlarına ve katıksız Yeşilçamseverlere önerelim.

(Visited 740 times, 9 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir