Biri yarım kalmış üç roman, biri çocuklar için üç öykü kitabı, bugün adı hemen hiç geçmeyen ve milliyetçi içeriği nedeni ile yazarın siyasî görüşlerine uymayan bir tiyatro oyunu ve dergilerde kalan birkaç şiir… Edebiyatımızın ünlü ismi Yusuf Atılgan’ın -tercümeleri dışındaki- tüm eserleri bunlarla sınırlı. Son romanı üzerinde çalışırken hayatını kaybeden Atılgan iki romanı (“Anayurt Oteli” ve “Aylak Adam”) ve bu romanların anti-kahramanları (“Zebercet” ve “C.”) ile edebiyat tarihimize kendine has damgasını vurmuş bir isim kuşkusuz. İlk kez 1959 yılında yayımlanan “Aylak Adam” -Yunus Nadi Ödülleri’nde roman dalında ikincilik kazansa da- zamanında yeterince ilgi görmemiş ama yıllar içinde önemi gittikçe kabul edilmiş ve özellikle kahramanı C. İle kült niteliğini kazanmış bir eser. Hep vurgulandığı gibi bir “yabancılaşma ve yalnızlık” romanı bu ve içinde yaşadığı topluma tüm alışkanlıkları, değerleri ve yaşam biçimleri üzerinden karşı çıkan ilginç kahramanı ile mutlaka okunması gereken bir kitap.
Yusuf Atılgan romanını dört ana bölüme ayırmış; her biri bir mevsimin adını taşıyan bu ana bölümler sırası ile “Kış”, “İlkyaz”, “Yaz” ve “Güz”. Bir adamın, bir aylak adamın bir yılını anlatan kitabın açılışında divan şairi Bâki’nin bir dizesini alıntılamış yazar: “Mufassal kıssa başlarsın garip efsane söylersin” (Öğüt veren türden bir hikaye anlatmaya başlarsın; bakarsın ki anlattığın hikâye efsaneye dönüşmüş). Roman ne bir “kıssa” ne de anlattığı bir efsane niteliği taşıyor oysa. 28 yaşında, çalışmayan ve çalışmaya -babasından kalan para nedeni ile- ihtiyacı da olmayan ve işini aylaklık olarak tarif eden bir adamın bu hikâyesi ile okuyucuya öğüt vermenin ya da bir efsane yaratmanın peşinde değil Atılgan elbette; ama romanın okuyucuyu C. karakteri üzerinden bir sorgulamaya ittiğini (doğrudan kendisininkini olmasa bile her zaman, en azından hayatla ilgili olarak) ve bu bu nedenle aslında öğüt vermenin zorlayan ya da yönlendiren içeriğinden daha öteye uzanarak ondan daha etkili olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Benzer şekilde, romanın kahramanı C.’nin de bugün bir efsaneye dönüşmese de, modern edebiyatımızın bir kült karakterine dönüştüğünü de görmek gerekiyor.
“Kış” adını taşıyan ana bölümün ilk alt bölümü romanın kahramanının ağzından yazılmış ama sonraki bölümlerde Atılgan anlatıcı rolünü C.’den devir alıyor ve yazar olarak kendisi üstleniyor bu rolü kitabın sonuna kadar. Bu tercihin özel nedeni nedir bilmiyorum ama belki de bunu yazar ile karakterinin iç içe geçmesi olarak görmek ve okuduğumuzun da Yusuf Atılgan’ın “bilinç akışı”ı olduğunu düşünmek gerekiyor. Romanın büyük bölümünü bazıları sadece bir veya iki kelimeden oluşan kısa cümlelerle kurmuş Atılgan ve anlatıcının ağzında yazılan cümlelerin içine özellikle C.’nin iç monologlarını da yerleştirmiş. Bunun yanında birkaç bölümü de C. dışındaki karakterlerin mektuplarından oluşturmuş. Tüm bunları birlikte değerlendirdiğimizde romanın sadece içeriği ile değil, biçimsel olarak da farklı bir yerde durduğunu görüyoruz ve okuma keyfini bir hayli de artırıyor bu farklılık.
“Yoksa dünyada olmayanı mı arıyordu?” ifadesi ile tanımladığı karakterini toplumun tüm yerleşik alışkanlıkları ve kabullerinin karşısına koyuyor Atılgan. İnsanın yalnız olamayacağını kabullenen ama içine gireceği toplumun en fazla iki kişiden (o ve sevdiği bir kadın) oluşması gerektiğine inanan bir adam var karşımızda. İnsanların tekrarlardan ve rutinlerden oluşan hayatlarından nefret eden ve onları bu hayatları nedeni ile aşağılayan C.’nin “eli paketliler” olarak nitelediği bu insanlardan kaçışı ve onlara benzememe çabası bir bakıma okuduğumuz kitap ve finali ile de bu umarsız çabanın kahramanımızın yazgısı olduğunu düşündürtüyor bize. “O kadın”ı arayan ve onunla sevgileri dışında başka hiçbir unsurun (ne başka bir insan ne de bir başka duygu) yer almayacağı bir hayatı düşleyen adamın çocukluğunun ve ilk gençliğinin travmatik geçmesine neden olan babasına karşı olan nefreti ve ona benzeme korkusunu, karakterini şekillendiren “psikanalitik” bir açıklama olarak mı kullanmış yazar, yoksa babasını onun nefret ettiği bireylerin bir sembolü olarak mı değerlendirmiş, cevabı okuyucuya göre değişebilecek bir soru bu kuşkusuz.
“Onlar kalıplarının içinde rahat” diye yerdiği ve “Neden? Neden böylesiniz?” vb. soruları ile eleştirdiği insanlardan uzakta yaşamaya çalışan adamın aradığının bir cevabı yok şüphesiz. İki bireyin bir araya gelmesi ile oluşan ve diğerlerinin katılımı ile büyüyen tüm toplumsal kurumların insana ettiğinin resmini çizmiş baş karakteri üzerinden Yusuf Atılgan bir bakıma. Romandan yıllar sonra, hayli popüler olan filmi “Issız Adam” ile Çağan Irmak bu romandaki C.’den alınmış ilhamla yaratılmış görünen karakteri ile ilgi toplamıştı ama “Issız Adam” “Aylak Adam”ın yanında oldukça yüzeysel göründüğü gibi, ilkinin belki de sadece “bağlanma korkusu” ile tanımlanabilecek sorununun çok daha fazlası var burada.
Merhaba,
Güzel bir yazı olmuş. Burada bahsettiğiniz “bugün adı hemen hiç geçmeyen ve milliyetçi içeriği nedeni ile yazarın siyasî görüşlerine uymayan bir tiyatro oyunu”nun adı nedir acaba?
Teşekkür ederim.
Merhaba, ben de teşekkür ederim.
Aldığım notlara bakarak yazıyorum: 1947’de yayımlandığı söylenen oyunun adı “Çıkış gecesi”. Oyunun ona ait olmadığını söyleyenler de olmuş, oyun Milli Kütüphane’de Yusuf Ziya Atılgan adına kaydedildiği için. Temmuz dergisinin Şubat 2017 sayısında İsmail Alper Kumsar’ın bir yazısı var bu konu hakkında.