Bab el Hadid – Youssef Chahine (1958)

“Sana bir şey diyeceğim, beni iyi dinle. Qinawi delidir. Madbouli’ye sor, o sana anlatır. Tatlı bir sözcükle dilediğini yaptırabilirsin ona, bir çocuk gibidir. Kötü bir sözcük ise çıldırtabilir onu. O zaman ne yapacağını bir Allah bilir”

Kahire tren istasyonunda gazete satan yoksul ve yalnız bir adamın bir kadına duyduğu saplantılı ve karşılıksız aşkının hikâyesi.

Hikâyesini Abdel Hai Adib’in, diyaloglarını Mohamed Abu Youssef’in yazdığı, yönetmenliğini Youssef Chahine’in yaptığı bir Mısır yapımı. 1958’de Berlin’de Altın Ayı için yarışan film 50’li yılların Mısır’ından sosyal boyutları da olan, popüler görünümü altında toplumsal meseleleri ihmal etmeyen ve hatta önemli bir parçası yapan bir hikâye anlatıyor. Saplantılı karakteri kendisi canlandıran Chahine, biraz fazla hızlı ilerliyor görünen (filmin uzunluğunun ortalamanın epey altında, 74 dakika olduğunu hatırlatalım) hikâyesini bir kara film havasında (özellikle ikinci yarıda) getirirken karşımıza, toplumsal meseleleri gündemine alması ve bunları işleyiş şekli ile İtalyan Yeni Gerçekçilik akımına da göz kırpıyor. Usta sinemacıdan ilgiyi kesinlikle hak eden ve toplumda cinsiyet odaklı baskıları güçlü bir biçimde sergileyen önemli bir çalışma bu.

Kahire İstasyonu’unu, orasının bir buluşma ve ayrılma noktası olarak önemini vurgulayan bir anlatıcı sesle başlıyor film. Hemen sonrasında bu sesin istasyon içinde gazete bayiliği yapan Madbouli’ye (Hassan el Baroudi) ait olduğunu anlıyoruz. “Gazetelerde okuduklarımızdan daha da tuhaf olaylar meydan gelir burada” diyor Madbouli ve sonra da bunların en tuhafı olduğunu düşündüğünü anlatmaya başlıyor. Ailesini terk edip, iş bulmak için Kahire’ye gelen pek çok gençten biri olan Qinawi’yi (Youssef Chahine) sefil bir durumda istasyonun içinde yerde yatarken bulur Madbouli. Topal olduğunu fark edince, zor durumdaki genç adama acır ve ona kendisi için istasyon içinde ve etrafında dolaşarak gazete satacağı bir iş verir. Adamın yaşadığı sefil yere gittiğinde gördükleri ise onun neden hep tuhaf ve öfkeli olduğunu anladığını düşünmesini sağlar: Duvarları mayolu kadınların fotoğrafları ile kaplıdır genç adamın ve tatmin edemediği cinsel arzularının da tutsağı gibidir. İstasyon içinde kaçak olarak soğuk içecek satan kadınlardan birine, Hanuma’ya (Hind Rustum) saplantılı bir şekilde âşık olur Qinawi ve onunla evlenmeyi kafasına koyar.

Film bir yandan cinsel saplantıları olan bir adamın kendi trajedisini ve neden olduğu diğer trajedileri anlatırken, diğer yandan istasyonu merkezine alan bir toplumsal hikâye getiriyor önümüze ve bu ikisini genelde de başarılı bir şekilde bir araya getiriyor. Qinawi karakteri dönemin işsiz ve zor durumdaki gençlerinin örneklerinden biri olurken, istasyon içindeki bazı olaylar da dönemin Mısır’ı hakkında seyirciyi aydınlatıyor. Hanuma ve onun gibi başka genç kadınların seyyar satıcılığı istasyon içinde dükkânı olan ve polisle de arası iyi olan patronun hiç hoşuna gitmez ve sürekli onları istasyonun dışına atmaya çalışır. Maluma’nın sevgilisi olan ve istasyonda yolcuların yüklerini taşıyarak hamallık yapan Abu Siri (Farid Shawqi) ise oradaki sömürü ve haraç düzenine karşı mücadele etmektedir ve bunun için de tüm hamalları yanına çekerek sendikalaşmalarını sağlamaya çalışmaktadır. 1952’de krallığın ABD’nin de içinde olduğu bir askerî darbe ile devrilmesi ve ardından general Nasır’ın ilk başkan olan general Muhammed Necib’i devirerek ve ABD’ye karşı milliyetçi ve sosyalist bir çizgi izleyerek başkan olduğu bir dönemde geçiyor hikâye. O zamanlar Chahine için bu tür bir hikâye anlatmayı kolaylaştırmış olsa gerek.

Film toplumun kadına, kadın ve erkek ilişkilerine bakışını da konu almış kendisine. İstasyona gelen tüm kadınların erkeklerin bakışları ve sözlü tacizlerinin kurbanı olması, hikâye boyunca sık sık karşımıza çıkan genç bir kadının sevdiği adamla kaçak buluşması (dört yıllığına uzak bir yere gidecek olan sevgilisi ile doğru dürüst bir vedalaşma imkânı bulamıyorlar), istasyona dans ederek giren kadınlı erkekli grubun arkasından “cehennem” konuşmaları yapan dindarlar (Katolik bir ailede yetişen ama kendisinin herhangi bir dine inanmadığını söyleyen Chahine’in filmlerinde dinciler, özellikle de koyu müslümanlar sıklıkla eleştirinin konusu olmuştur) ve Qinawi’nin kendisine bakıp durduğunu söyleyen bir kadının kocası tarafından dövülmesi (adam karısına yüzündeki peçeyi açtığı için kızmayı da ihmal etmiyor) gibi çeşitli örnekleri var bunun filmde. Qinawi’nin istasyonda gördüğü her kadına açık bir cinsel arzu ile bakması ve büyük şehirde yaşamaya alışmış bir kadına sunduğu hayalin zavallılığı da (Evlenip köye yerleşmek, çocuk yapmak, toprağı ekip hayvan yetiştirmektir bu kısıtlı hayal ve öte yandan adamın kendisi muhtemelen bunu yapamadığı için köyünden kalkıp şehre gelmiştir) onun üzerinden, toplumsal yaşamdaki kısıtlanmışlık ve bastırılmışlıkla ilgili net bir fikir veriyor bize.

Gazetelere yansıyan korkunç bir kadın cinayeti, erkek arkadaşların ve kocaların kadınları sık sık şu ya da bu şekilde hırpalamaları (ve kadınların bunu kolay kabullenen hâlleri) ve Qinawi özelinde gibi görünse de, kuşkusuz çok daha genel bir sorunu işaret eden “ret edilen erkeğin şiddeti” Chahine’in filminin toplumdaki cinsiyetçilik üzerine olan söyleminin birkaç örneği sadece. Kadın hakları ve kırsal yörelerdeki ezilen kadınlar için toplanan kadınların görüntüsünü de aynı bağlamda değerlendirebiliriz. Tüm bu konuları derinlemesine ele almıyor film ama bir suç hikâyesinin içinde hem karakterleri hem onların davranışlarını anlamamızı sağlayacak şekilde kullanmayı biliyor.

Alevise Orfanelli’nin görüntüleri özellikle ikinci yarısında filme tam bir “kara film” havası veriyor. Siyah-beyaz görüntüler ve son yarım saatteki gölgelerin çekici bir hava kattığı görselliği hikâyenin içeriği ile hayli uyumlu ve filmin özellikle 1970’li yıllarda yeniden “keşfedilmesini” sağlayan önemli nedenlerden biri de bu olsa gerek. Chahine’in parlak performansı ile, kolayca karikatüre dönüşebilecek bir karakteri gerçek kıldığı, onun trajik ve tehlikeli yanlarını etkileyici bir şekilde yansıttığı filmin, kapanışını diğer karakterler ve onların yaşadıkları ile hiçbir ilgisi olmayan (bu nedenle de biraz ilgisiz gibi görünen) genç kızın olan bitenin farkında olmayan görüntüsü ile bitirmesi de hayli ilginç bir tercih. İlginç ama bir yandan da hayli doğru bir seçim; çünkü kızın yaşadığı da toplumsal baskıların bir başka örneği ve istasyonu ülkenin bir metaforu olarak düşünürsek, birbirinden habersiz pek çok insanın, boyutu ve içeriği değişiyor olsa da Mısır’ın içinde bulunduğu durum nedeni ile kendi trajedilerini yaşadığını gösteriyor bu seçim. İçerdiği sert (bugün için hayli yumuşak olsa da) sahneler nedeni ile halkın tepki göstermesi üzerine uzun süre bir şekilde yasaklı kalan bu filmde Hind Rustum’un seksi, oyunbaz ve acımasız olabilen karakterini renkli bir şekilde canlandırdığını söyleyelim son olarak ve uzun süre unutulmuş olarn bu Chahine eserini tüm sinema meraklılarına önerelim.

(“Cairo Station”)

(Visited 165 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir