“Burada bir adam öldü. Geldi, merhaba dedi ve öldü”
İsrail ordusunun 1982’de işgal ettiği Beaufort kalesindeki askerlerin 2000 yılında ve ordunun geri çekilmesinden hemen önce yaşadıklarının hikâyesi.
İsrail sineması ülkesini, savaşlarını ve bu savaşların kurbanları olan askerlerini sorgulamaya devam ediyor. Ebu Nidal örgütünün İsrailli bir elçiye suikast girişimine tepki olarak İsrail’in Güney Lübnan’ı işgali ile başlayan savaşın ve bu savaş sırasında ve sonrasında yaşanan travmaların askerler üzerindeki etkisi İsrailli yönetmenlerin ilgi alanı bir süredir. Bu filmden iki yıl sonra 2009’da çekilen Samuel Maoz’un başarılı çalışması “Lebanon” filminde olduğu gibi burada da hikâye savaşın sadece bir tarafına odaklanıyor ve iyi kötü veya doğru yanlış ayrımına girmeden savaş denen olgunun bireyleri içine düşürdüğü sefaletin resmini çiziyor. Ve “Lebanon” filminde tankın içinde geçen hikâyenin klostrofobisi kadar olmasada da bu filmde de kısıtlı ve çoğunlukla kapalı mekanlarda geçen hikâye yarattığı boğucu atmosfer aracılığı ile etkisini artırmayı başarıyor.
12. yüzyıldan kalan bir kalenin 1982 savaşı sırasında planlananın dışındaki gelişmeler sonucunda işgali ve daha sonra “İsrail ordusunun kahramanlığının” sembolüne dönüşmesi filmde konu alınan askerlerin hikâyesinin de başlangıcı. Uluslararası baskının sonucu olarak kaleyi boşaltacaklarını duymaya başlayan askerlerin bekleyiş hikâyesi özetle filmin anlattığı. Hiç görünmeyen düşmanın arada attığı bombalar, kollarında ölen asker arkadaşlarının yarattığı travmalar, anlamadıkları politik oyunların piyonları olduklarını düşünmenin yarattığı öfke ve beklemenin yarattığı bezginlik bu askerlerin içinde bulunduğu durumun özeti ve film tüm bu duyguları belki “Lebanon” filmi kadar etkileyici olmayan ama kesinlikle ilgiyi hak eden bir dil ile anlatıyor. Kalenin içinde inşa edilmiş koridorlar filmin güçlü görsel tasarımının baş göstergeleri. Kalın ve hantal görünümlü üniformaları içinde bu koridorlarda dolaşan askerlerin görüntüsü zaman zaman bir bilim kurgu havası yaratabilir seyredende. Evet, tıpkı bir bilim kurguda olduğu gibi gördüklerimizin bugüne, bildiğimiz ve anladığımız gerçeklere uymayan, farklı dünyalara ait olduklarını söylüyor bu görüntüler. İnsanlığın var oluşu ile başlayan ve hiç dinmeyen savaş fırtınasının bu derece normal karşılanır hale gelmiş olmasına rağmen, film bu genç askerlerin trajedisi üzerinden bunun normal olmasına direniyor adeta.
Filmin benzeri savaş filmi örnekleri ile kimi ortak noktaları ve bunun sonucu olarak onlarla paylaştığı klişeleri de var elbette ama bunlar pek de rahatsız etmeyecektir seyredeni. Örneğin portatif bir orgda çalınan duygusal bir veda şarkısına eşlik eden askerlerin görüntüleri çok tanıdık gelecektir ama eğer hikâyenin başından itibaren bu genç askerlerin yanında konumlandırabilmişseniz kendinizi, bu sahnede sizin de gözlerinizin ıslanması yüksek bir ihtimal. Senaryonun tercihleri de kendinizi bu karanlık ve izole ortamdaki askerlerin yanında hissetmenizi kolaylaştıracak yönde. Hem düşmanın filmde hiç görünmemesi hem de cephe gerisindekilerin, onları politik oyunlarının parçası yaparak askerlerin kaderleri üzerinde oynayan iktidar güçlerinin sesler dışında ortalıkta görünmemesi tüm ilginin bu askerlerde toplanmasını sağlıyor örneğin. Doğal oyunculukların da yardım ettiği bu durum filmin en güçlü yönlerinden biri. Başta askerlerin komutanı Liraz rolündeki Oshri Cohen olmak üzere tüm oyuncular filmin aktarmak istediği tüm duyguların seyirciye geçmesine yardımcı oluyor. Oshri Cohen bu hümanist ve liberal filmin kahramanını senaryonun başarısının da katkısı ile tüm boyutları ile getiriyor karşımıza.
Ron Loshem’in romanından yazar ve yönetmenin birlikte oluşturduğu senaryo yukarıda da belirtilen kimi klişelerden kurtulamamış ve örneğin bir karakteri yakından tanımaya başlıyorsak başına bir şeylerin geleceğinin kesin olması gibi gereksiz tuzaklara da düşmüş olsa da bu karanlık, kimi zaman gereğinden fazla ağır ve güçlü film İsrail sinemasının yüz akı örneklerinden biri. Finale doğru kaleyi terk etmek için bekleyen askerlerin sıkıntılı, gergin ve belirsizliğin yarattığı korkulu anlarında olduğu gibi yönetmen Joseph Cedar pek çok başarılı sahneye imza atmayı başarmış. Görece hareketsizliği bastıran kimi güçlü diyaloglar, piyano ağırlıklı ve basit ama güçlü bir müzik ve savaşın anlamsız korkunçluğunu gösteren asker yüzleri bir askerin filmde söylediği şarkıda olduğu gibi “bir başına kalan ve yavaşça çözülen” insanların hikâyesini seyre değer kılan diğer unsurlar. Görülmeli.
(“Bofor”)