Bilmemek – Leyla Yilmaz (2019)

“Sana cevap vermiyorum; çünkü sana, bana soru sorma hakkını vermiyorum”

Sutopu takımındaki arkadaşları arasında eşcinsel olduğu dedikodusu yayılan genç bir adamın, gerçeğin ne olduğunu söylememekte direnmesinin hikâyesi.

Leyla Yılmaz’ın yazdığı ve yönettiği bir Türkiye yapımı. Yargılanmayı ve sorgulanmayı ret eden bir genç adamın hikâyesi üzerinden zorbalığın eleştirisine soyunan film yerli festivallerde bolca ödül kazanmış, meselesini zarif bir şekilde ele alan bir çalışma. Genç Umut’un hikâyesi ile ailesininkini birlikte anlatmayı seçmesinin odağını bir parça dağıttığı yapıt, son bölümlerinde mesaj verme kaygısı gütmekten de zarar görüyor. Bu önemli kusurlarına karşın; Yılmaz’ın ele aldığı mesele ve hikâyenin temasının önemi, bu meseleyi “erkek soyunma odası” gibi maçoluğun zirve yaptığı bir mekânın atmosferinde anlatmayı seçmesi ve genç oyuncu Emir Özden’in karakterinin inatçı ve hassas yapısını gerektiği şekilde yanısıtan performansı ile ilginç ve dikkati çeken bir film bu. Yılmaz’ın mesajını sözel olarak da vurgulama çabasının -herhalde- nedeni olan reklamcılık kariyeri ise oldukça temiz ve yalın bir sinema diline de imkân sağlamış ki filmin de önemli artılarından biri bu sadelik.

Leyla Yılmaz her ne kadar aralarında organik bir ilişki kurmaya gayret etmiş ve bu kısmen başarılmış olsa da, sanki iki ayrı hikâye izliyoruz film boyunca: Mutsuz bir evlilik süren orta yaşlı bir çiftin ilişkisi ve onların “eşcinsel olup olmadığını söylemeye zorlanan” oğulları Umut’un direnişi. Bir hikâyeyi anlatırken, onu yan hikâyelerle ve karakterlerle desteklemek gerekir kuşkusuz; sonuçta o yan hikâyeler ve karakterler asıl olanları daha iyi tanımamıza, eylemlerini ve düşüncelerini daha doğru yorumlayabilmemize imkân verirler. Burada işte bu yan öykülerin doğru kullanıldığını söylemek zor biraz. Öyle ki kendi başına bir kısa / orta metrajlı film olabilirmiş iki orta yaşlı insanın yorgun ve sorunlu ilişkisi. Umut’u daha iyi tanımamızı sağlıyor belki, anne ve babası arasındaki sorunlu ilişkinin tanığı olmak ama filmin asıl meselesine ne kadar dokunuyor onların toksik hayatları, tartışmaya açık kesinlikle. Babanın işyerinde karşı karşıya kaldığı otorite ve inisiyatif kaybı ve onun bu kaybı evde giderme çabası, Umut’un hayatı üzerinde etkili ve daha da önemlisi, genç adamın takımı içinde kendisine uygulanan zorbalığı (otoriteyi, bir diğer ifade ile) ret etmesinde de pay sahibi olabilir ama bu yeterince ikna edici bir gerekçe oluşturamıyor. Kaldı ki kriz içindeki ilişki, farklı boyutları ile ele alınıyor ve kendi başına bir hikâyeyi hak edecek bir zenginlikle çıkıyor karşımıza; özellikle de babanın içinde bulunduğu “beyazyakalı plaza hayatı”nın eleştirisi bambaşka bir yöne taşıyor seyrettiğimiz filmi.

Erkek takım sporları; antrenmanları, soyunma odaları ve mücadelelerin gerçekleştiği mekânları ile maçoluğun ve cinsiyetçi söylemlerin en yoğun yaşandığı yerlerdir muhtemelen. “Bilmemek”te de bu yargıyı doğrulayacak güçlü örnekler görüyoruz. Oyuncularını kızdığında “hadi kızlar” diyerek eleştiren koçtan soyunma odasındaki “erkeklik gösterileri”ne zehirli bir kültür etrafını kaplamış durumda 17 yaşındaki Umut’un. Dövülen bir öğrenciye yardım ederken gizlice çekilen bir fotoğrafındaki -farklı yorumlara açık- pozunu, onu sorgulamak ve yargılamak için kullanıyor bu kültür ve ondan eşcinsel olup olmadığını söylemesini talep ediyor. İmalarla başlayan talebi kararlı bir duruşla ret ediyor ve cevap vermeye zorlanamayacağını net bir şekilde ifade ediyor takım arkadaşlarına genç kahramanımız. Fransız filozof Roland Barthes’in “Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir” sözünü hatırlatan bir durum Umut’un içine düştüğü; onun söylemeye, cevap vermeye zorlanması sıradan hayatların içindeki faşistliklerin tipik bir örneği ve Yılmaz’ın bu konuyu anlatmayı seçmesi ve bunu oldukça doğal ve ikna edici bir biçimde gerçekleştirmesi çok değerli. Burada sıkıntılı olan durum, Türkiye’de bir genç adamın bedelini hiç umursamadan böyle bir “prensipli duruş”u sergileyip sergileyemeyeceği.

Leyla Yılmaz’ın senaryosu filmin adına yakışan ve bilmeye engel olan bir belirsizliği hikâye boyunca hep gündemde tutuyor; fotoğrafı üzerinden zorbalığa uğradığı yardım ânında Umut’un kurbanın yüzüne dokunduğunu görüyoruz ama bu temasa kesin bir anlam yüklemek zor. Genç adamın soruları cevaplamayı sürekli olarak ret etmesinden finaldeki belirsizliğe, senaryo seyircinin bilme arzusu ve alışkanlığına meydan okuyor adeta ki filmin artılarından biri bu. Takım arkadaşlarının “Eşcinsel olup olmaman umurumuzda değil, neden cevap vermiyorsun?” yaklaşımı -sözlerin doğruluğu bir yana- belirsizliği, bilmeme durumunu ret eden günümüz insanın tipik tavrı olsa gerek. Bugünün dünyasında, internetin sonsuz bir bilgiyi insanlara açtığı dünyada, insanlar her şeyi bilmek istiyorlar; kendileri için, ulaştıkları bilginin doğruluğundan daha da önemli olanın, bildiğini hissetmek olduğu günümüz insanlarının sembolü Umut’un takım arkadaşları. Umut ise bu durumu güçlü bir duruşla ret eden ve adeta onlara kimsenin, başkasının yargılarının çizdiği sınırlara mahkûm olmadığını hatırlatan bir bilge, sonu trajik olabilecek bir bilge rolü oynuyor.

Son bölümlere kadar “bilmemek” üzerine doğru sözler söyleyen ve derdini görsel ve etkileyici bir yalın dil ile anlatan Leyla Yılmaz’ın hikâyenin son yarım saatinde didaktik denebilecek, izah etme ve netleştirme derdine düşen bir yola sapması yanlış bir seçim olmuş. “Çok merak ediyorum, nasıl bu kadar zalim olabiliyorlar” sorusunu sormak ve “Zalim doğmuyorlar, zalim olmayı öğreniyorlar” cevabını vermek yanlış bir tercih değil ama bunu tamamen sözlere dökme ve adeta bir kamu spotuna dönüşme tercihi kesinlikle yanlış olmuş. “Unman, Wittering and Zigo” (Sadistler Okulu) filminin finalinde okuldaki öğrencilerin kötücüllüklerinin sorgulandığı ve cevaplandığı sahneyi yönetmen John Mackenzie’nin görsel olarak kurgulama şekli -yeterince güçlü olmasa bile- doğru bir örnek, burada da ne yapılması gerektiği konusunda.

Emir Özden’in Umut karakterinde başarılı bir oyunculuk gösterdiği rahatlıkla söylenebilir; karakterinin eylemleri (ya da eylemsizliği) üzerinden değerlendirildiğinde inandırıclığı zor bir rol üstlendiği burada ve genç oyuncu işini aksamadan, hatta bazı anlarda parlayarak yapıyor. Daha da ileri bir noktaya gidememesinde, kadronun -anneyi canlandıran Senan Kara hariç- genellikle yerli dizi oyunculuğundan ileri geçememesinin de gösterdiği gibi, bir oyuncu yönetimi probleminin rolü olduğunu söylemek mümkün. Baba rolündeki Yurdaer Okur adeta karakterini içselleştirememiş, başta Umut’un takım arkadaşlarını canlandıranlar olmak üzere kadronun geri kalanı ise en iyi anlarında ancak vasat olabilmişler; öyle ki tecrübeli Levent Üzümcü bile kendisi için klişe bir koç resmi çizen senaryo ile ancak idare edecek bir performans gösterebilmiş.

Sondaki pişmanlık sahnelerinin pek ikna edici olmadığı ve “son yudum alınır alınmaz kahvecinin boş fincanları almaya gelmesi” gibi, yaratacağı etkiye (burada, sessiz ve gerilimli bir ânı uzatmak) odaklanılıp gerçekçiliği atlanan bölümleri olsa da, kesinlikle ilgiyi hak eden bir film çekmiş Leyla Yılmaz. Sinemamızın son dönemlerdeki kimlik, bireysel özgürlük, zorbalık ve cinsel kimliğin otorite aracı olması üzerine ürettiği en önemli eserlerden biri bu ve Yılmaz’ın -sonlardaki sözel mesajları bir yana- yönetmen olarak yakaladığı zarif, sade ve işlevsel çalışması ile de ayrıca takdiri hak ediyor.

(Visited 72 times, 6 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir