Bir Erkeğin Anatomisi – Yavuz Özkan (1996)

“Umutsuzluğum kendimle ilgili değil; teslim olanlarla ilgili. Ya da ne olup bittiğinin farkında olmayanlarla veya farkında olup tepki göstermeyenlerle ilgili umutsuzluğum”

Bir avukatın, müvekkilinin kendisine emanet ettiği ve tehlikeli bilgiler içeren bir dosyanın peşine düşen resmi istihbarat görevlileri ile yaşadıklarının hikâyesi.

Yavuz Özkan’ın 1995’teki “Bir Kadının Anatomisi” filminden sonra bu kez bir erkek kahramana odaklandığı çalışması, ne adının taahhüt ettiği gibi derinlemesine bir erkek incelemesine soyunuyor ne de Türkiye’nin 90’lı yıllardaki kaosu üzerine anlamlı bir şeyler söyleyebiliyor. Başarısız olduğu bu iki alanı aynı filmde yan yana getirmenin gereksiz ve altından kalkılamayan anlamsızlığı bir yana, film için seçilen adın film ile nerede ise ilgisiz olması da Özkan’ın bu çalışmasının daha baştan hayal kırıklığı yaratmasına neden oluyor.

Hayatı kendi ifadesi ile “kaos” olarak gören ve öyle yaşayan bencil ve hırslı bir avukatın, kendi varlığını hayatında belki de ilk kez anlamlı kılacak bir şekilde tehlikeli bir işe girişmekten çekinmemesi ve siyaset, mafya ve güvenlik güçleri arasındaki yasadışı ilişkileri içeren bir dosyayı medya aracılığı ile halka ulaştırabilme çabası, filmin elle tutulur nerede ise tek yanı. Filmin tümü içinde sanki ayrı bir ekip tarafından çekilmiş görünen ve üstelik gereksiz uzatılmış olmasına rağmen böyle olan final sahnesi filmden akılda olumlu olarak kalacak nerede ise tek bölüm. Bunun dışında film, tutarsız senaryosu, yapay diyalogları ve kurgu ve devamlılık hataları ile yönetmeni için pek de iyi bir izlenim bırakmıyor seyredende. Girişteki radyo programında sunucunun ağzından ülkenin içinde bulunduğu kaos aktarılıyor seyredene ve 90’lı yılların Türkiye’si ve özellikle Susurluk skandalının filmin çekilmesinden yaklaşık bir yıl sonra yaşandığı düşünülürse bu cümlelerin doğru ve o dönem için cesur cümleler olduğu da açık. Ne varki senaryo bu cümlelerden sonra dosyanın peşindeki devlet görevlileri dışında bu konuya hiç dönmüyor. Dönmesi de zorunlu olmazdı eğer film baştaki o havalı cümleler ile açılmasaydı ama ne bir erkeğin “anatomisini” inceleyen bir film var karşımızda ne de ülkenin kaosu üzerine söylenen ve elle tutulur denebilecek bir görüş.

Hikâyenin kahramanının erkek olması, bir filme o kahraman üzerinden bir cinsiyetin incelemesini yapıyormuş havasını yaratan bir isim alma hakkını vermez elbette ama her nedense Özkan senaryosunu da kendisinin yazdığı filmde böyle bir yola gitmiş. Bencil, hatta ahlâksız bir insan filmin yaratıcılarına göre bu karakter ama adamın neden bu kahramanlık işine soyunduğunu ikna edici bir biçimde söyleyemiyor bize senaryo. Keşke senaryonun tek kusuru bu olsaymış diyeceğiniz pek çok farklı aksaklığı barındırdığını da söylemek gerek filmin. “Karanlık, adalet ve siyasetin toplamının kaos etmesi” gibi kerameti kendinden menkul cümlelerden hikâyenin akışındaki pek çok anlamsızlığa (ölüm tehdidi almış bir adamın eve geldiğinde geçen sahnenin tümü), ofisinin dinlendiğini anlayan adamın dinleme cihazını kendisini tehdit eden adamların yanında aramasından Bruce Willis gibi zor durumda espri yapan kahramanlıklar sergilenen takip sahnesine, film anlamsızlıklarını peş peşe sıralıyor hikâye boyunca. Bir de filmin yaratıcılarından herhalde hiç kimse hayatında bir radyo programına bağlanmamış veya en azından birilerinin bağlandığı bir radyo programını dinlememiş olsa gerek. Aksi takdirde sunucunun arayan kişiye söylediği “radyonuzu kapatabilir misiniz” cümlesini duymuş olur ve senaryoyu da buna göre yazardı.

Uğur Polat’tan Tilbe Saran’a, Taner Birsel’den Ayda Aksel’e tümü tiyatro kökenli ve güçlü bir kadronun kurtaramadığı ve kurtarmasının da pek mümkün olmadığı bir film karşımızdaki. O diyaloglar ve olay örgüsü ile bu başarılı oyuncuların bir şey yapması veya filme anlam katmaları mümkün değilmiş. Hatta öyle ki Birsel sinemadaki bu ilk filminde şaşırtıcı bir vasatlık içinde gezinip duruyor, Uğur Polat filme hayli aykırı duran mimikleri ile oyunuyor ve olan da Tilbe Saran’a oluyor. Bu büyük oyuncunun filme rağmen iyi oynaması ne ona ne de filme bir katkı sağlıyor; aksine filmin bütünü içinde sadece garip görünmesine neden oluyor.

Tüm bunlara rağmen, 90’lı yılların Türkiye’sinin havasını bir şekilde sergilediği için ve özellikle de finali için seyredilebilir bir film meraklıları için. Evet seyredilebilir ama o yılların Türkiye’sinde neler yaşandığına dair bu filmden anlamlı bir şeyler öğrenme beklentisi olmadan. Keşke film kahramanın ağzından umutsuzluk üzerine duyduğumuz ve yazının başında yer alan cümlelerin arkasını getirebilseymiş. Bugünün Türkiye’sini tam da bu cümleler tanımlamıyor mu?

(Visited 539 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir