Blow – Ted Demme (2001)

“Neden mi uyuşturucu işindeyim? Çünkü bu işte çok iyiyim. Harikâyım bu işte”

70’li yıllarda Birleşik Devletler’i Kolombiya’dan getirdiği kokainle tanıştıran adamın hikâyesi.

Otuz sekiz yaşında hayatını kokain ile bağlantılı olduğu düşünülen bir kalp krizi sonucu kaybeden ABD’li yönetmen Ted Demme’in filmi gerçek bir karakterin, George Jung’ın yükselişini ve çöküşünü anlatan bir çalışma. Bu biyografik film sinemanın bu türdeki klasik örneklerinden kimi yanları ile hayli farklı ama hedeflediği kadar vurucu veya eğlendirici olamıyor bir türlü. Eğer gözlerinizi Johhny Depp’in sarıya boyalı saçlarından alabilirseniz, film yine de genel olarak ilginizi ayakta tutabilir.

Bruce Porter’ın kitabından uyarlanan senaryo filmin aksayan noktalarından birincisi gibi görünüyor. Karakterine, yaptığı işin yasadışılığından ve kötücüllüğünden bağımsız olarak, sempati duymamızı mı bekliyor film yoksa mesafemizi koruyarak mı yaklaşmamızı bekliyor, anlamak pek mümkün değil. Bir yoksul banliyo gencinin uyuşturucu aracılığı ile ulaştığı zenginlik ve sonra bunu hızla kaybedişi bir biyografi filmi için çekici bir konu gibi görünüyor ama film bunu da yeterince vurgulayamıyor. Zenginliğin kaynağı olan kokainin ise filmde herhangi bir olumsuz yanına nerede ise rastlamak mümkün değil ve kullananların kafasının “bir milyon” olması hikâyenin sık sık büründüğü “kafadarlarımız uyuşturucu işinde” havasına uygun bir şekilde normal ve sıradan görünüyor açıkçası. Film söz konusu olan nesnenin uyuşturucu olduğunu nerede ise hiç vurgulamadan herhangi bir meta olarak gösteriyor ve filmin büyük bir kısmı bir adamın pazarlama ve iş yapma becerisinin övgüsü şeklinde ilerliyor. Depp’in oyununun da katkısı ile filmin büründüğü eğlenceli hava ise filmin zaman zaman çekici yanını oluşturuyor ama bu hava bir yandan da filmin kimi trajik anlarında, örneğin cenaze sahnesi veya tüm final bölümü, ne hissetmeniz gerektiğini bilememenize neden oluyor.

Depp’in idare eden oyunu Penelope Cruz’un vasatın epey altında seyreden oyunun yanında parlıyor ama filmde asıl kendisini gösteren Diego rolündeki İspanyol oyuncu Jordi Mollà. Bu isimlerin dışındaki oyunculuklar ise genelde sıradan ve hikâyeyi güçlendiren bir yanları da yok. Depp’den beş yaş daha küçük olan ama annesini canlandıran Rachel Griffiths bu yanlış seçim sonucunda karakterinin ne gençliğinde ne de yaşlı halinde inandırıcı olamıyor. Ray Liotta ise kariyerindeki en vasat performanlarından birini vermiş olmalı bu filmde. Oyunculukların yanında yönetmenin tercihlerinin de filme yeterli katkı sağlamadığını söylemek gerek. Yavaşlatılmış çekimler ve donan görüntüler filmin estetik yanlarını güçlendirme amacının yanısıra seyrettiğimizin farklı, çekici ve büyük olduğunu düşünmemiz için filme yedirilmiş gibi görünüyor ama temelde “sıkıcı” bir karakterin macerası olunca film ve bu macerayı da çekici kılamayınca, hissettiğiniz de temel olarak bir yetersizlik ile sınırlı kalıyor.

Karakterlerin filme giriş ve çıkışları üzerinde yeterince düşünülmemiş görünen filmin tüm kusurlarına rağmen kimi çekici yanları var yine de. Örneğin baş karakterimizin hapishanede hücre arkadaşı olan Diego ile konuştukları sahne sırası ile karakterlerin yüzlerini karşımıza getirirken filmin neler kaçırdığını da söylüyor bize. Film bu sahnedeki yumuşaklığın veya Pablo Escobar sahnesindeki sertliğin peşine düşseymiş çok daha iyi olurmuş. Oysa filmin durduğu yer garip bir suç, macera ve Depp’in sayesinde (veya onun yüzünden) komedinin karışımı ve bu da filmin zaman zaman dağılıp gitmesine neden olmuş.

(“Beyaz Şeytan”)

(Visited 108 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir