“Eğer olacak her şeyi önceden bilseydin, kendinin ve tanıdıklarının başına gelecekleri bilseydin, seni bekleyen tüm hayatı bilseydin, ne yapardın?”
Kocasının genç bir kadına bir aşık olduğu için kendisini terk etmesi ile hayatı dağılan kırk yaşlarındaki bir kadının çok içtiği bir partide bayıldıktan sonra, uyandığında kendisini tekrar on altı yaşında bulmasının hikâyesi.
Fransız sinemacı Noémie Lvovsky’nin yönettiği ve başrolünde oynadığı bir Fransız filmi. Lvovsky’nin, senaryosunu Maud Ameline, Pierre-Olivier Mattei ve Florence Seyvos ile birlikte yazdığı film bir “şimdiki aklım olsaydı” veya “ikinci bir şansım olsaydı” hikâyesi anlatıyor bize ve kadının kaderinden kaçıp/kaçamayacağını veya geçmişi değiştirmenin mümkün (ve gerekli) olup olmadığını soruyor hayli hafif ve eğlenceli bir şekilde. Bir zamanda yolculuk hikâyesi bu sonuçta bu ve bu açıdan değerlendirince de bir fantezi filmi seyrettiğimiz ama Lvosky’i ilgilendiren, hikâyenin fantezi ya da bilim kurgu yanı değil; sanatçı daha çok bize ve kendisine sorduğu bir “eğer…” sorusunun cevabını arıyor eğlenceli bir şekilde. Lvosky’in keyifli performansı ve 1980’lerden şarkılarla örülü çekici müzik bandı ile dikkat çeken film, hikâyesinde ve sorduğu soru / bulduğu cevapta belki pek yeni bir şey söylemiyor ama yine de benzer temalı filmlerden kimi incelikleri ile ayrılmayı başarıyor.
İçkiye epey düşkün, kocası kendisini genç bir kadın için terk etmiş ve filmlerdealdığı pek de önemli olmayan rollerle hayatını idare eden bir kadın var karşımızda. Dağılmakta olan hayatını yeni baştan ve on altı yaşından itibaren yeniden kurma fırsatını yakaladığında, daha önce yaptığını düşündüğü hataları tekrar yapmamaya ve beklenmedik bir şekilde hayatını kaybeden annesini bu kez daha uzun hayatta tutmaya çalışır. Film bize bunları eğlenceli ve dinamik bir şekilde anlatırken, kadere müdahale edilebilir mi, zamanda yolculuk yapılarak geçmiş ve dolayısı ile gelecek değiştirilebilir mi sorusunu soruyor ve kahramanı ile birlikte biz de cevabını öğreniyoruz bu sorunun: Cevap, sorunun yanlış olduğu, doğru sorunun bunun baştan gerekli olup olmadığı belki de. Filmdeki kimi objeleri içeren hoş bir jenerik ile açılan filmde Lvosky dinamik oyunu ve mizanseni ile hikâyeyi sürükleyen isim; her sahnesinde göründüğü filmde üzerine aldığı yükü keyifle sırtlanmış görünüyor ve seyircisini de kimi zaman hüznü de içerecek şekilde eğlendiriyor çoğunlukla.
Erkek karakterleri olsa da temel olarak bir kadın hikâyesi bu ve erkekler çoğunlukla kadın karakterlerle olan ilişkileri nedeni ile varlar hikâyede. Bununla bağlantılı olarak filmin sadece bir romantizm hikâyesi değil, aynı zamanda bir arkadaşlık ve aile hikâyesi anlattığını da söylemek mümkün. Lvosky’nin başarısı tüm bunları gereksiz duygusallıklarla başvurmadan ve “sıcak”lığı abartmadan anlatabilmesi. Bunu başarabildiği için de tüm o aynı erkeğe tekrar aşık olmaktan kaçınma, dans veya aile sahneleri doğal görünüyor seyirciye. Filmin aksadığı yerler usta oyuncu Jean-Pierre Léaud’un pek iyi yazılmamış diyaloglarda harcandığı saatçi karakteri ve bir başka tecrübeli oyuncu olan Denis Podalydès’in canlandırdığı öğretmen karakterleri ile olan sahneler; filmin doğal ritmini bozan ve bir parça yüzeysel kalan anlar bunlar. Açıkçası Léaud buradakinden daha parlak sahneleri hak eden bir usta isim ve iyi değerlendirilememiş. Tam on üç dalda César ödülüne aday olan (ama hiçbirini kazanamayan) filmin bu adaylıklarının yedisi oyunculuk dallarında olmuş ve açıkçası tüm kadro gerçekten de filmin keyifli havasına uygun, kabalaşmadan eğlendiren performansları ile başarılı olmuşlar. Bu adaylardan biri olan ve kadının evlendiği (ve ikinci hayatında tekrar evlenmekten kaçındığı) adamı canlandıran Samir Guesmi’nin performansının yirmi beş yaş önceki hâlini canlandırdığı sahnelerde zaman zaman bir sit-com oyuncusu havasını uyandırarak diğerlerinden farklı bir yerde durduğunu da söylemek gerekiyor.
Lisedeki oyunun yönetmeni gibi klişe bir karaktere neden gerek duyduğu anlaşılmayan filmin tekrar yaşanan ilk seksten sonraki mutluluk veya anne ve babaya hiç ölmeme sözü verdirilmesi gibi etkileyici sahneleri hikâyeye duygusal bir çekicilik katmış. Hikâyesinin Coppola’nın 1986 yapımı “Peggy Sue Got Married” filminki ile kimi örtüşmeleri olan bu çalışmada olayların gelişimi ve finali genellikle bekleneni takip etse de ve nedense yeterince derinleşmemeyi tercih etse de, eğlendiren ve ilgiyi hak eden bir film bu. Karakterlerinin hem bugünkü hallerini hem 25 yıl önceki hallerini aynı oyunculara oynatması ile bir risk almış gibi görünse de bunu çekici kılmayı başarmış olan filmde, tam da bu başarı nedeni ile kadının ergenlik çağındaki bir gençle olan yatak sahnesi de saçma değil, komik oluyor ve güldürüyor kesinlikle.
(“Camille Rewinds” – “Baştan Al”)