Casque d’Or – Jacques Becker (1952)

“Seni almaya geldim, Marie”

Bir gangsterin sevgilisi olan çekici ve güçlü bir hayat kadınının onu terk ederek, eski bir suçlu olan bir marangoza âşık olması ile gelişen olayların hikâyesi.

On dokuzuncu yüzyıl sonlarında Paris’te yaşanan gerçek bir olaydan esinlenen, Fransa yapımı bu filmin senaryosu Jacques Becker ve Jacques Companéez’e, yönetmenliği ise Becker’e ait. Kendisi ile aynı dönemde çalışan meslekdaşları kadar tanınmasa da Fransız sinemasının önemli isimlerinden biri Becker ve bu filmi de Fransa tarihinde “Belle Époque” olarak bilinen dönemde geçen bir trajediyi anlatan hikâyesi ile kesinlikle çok başarılı bir çalışma. Yönetmenin en sevdiği filmlerinden biri olan çalışma Simone Signoret, Serge Reggiani ve Claude Dauphin’in hikâyenin romantizmine ve dramına çok uygun performansları ile de değer kazanan, “basit”liğini çekici bir unsura dönüştürebilen ve mutluluğun ne kadar yakınsa bir o kadar da uzak olduğunu gösteren hikâyesi ile gerçekçi bir sinema yapıtı.

“Belle Époque” dönemi Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet’in ilan edildiği 1870’de başlayan ve Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914’e kadar süren bir “iyimserlik” çağına verilen bir isim. Barış, bilimsel ilerlemeler ve sanatın başyapıtlarının damgasını vurduğu bu dönem insanın kendisine yaptığı en büyük zulümlerden biri olan dünya savaşı ile sona ererken pek çok sanatçıya da ilham kaynağı olmuştu özgürlük ve mutluluk havası ile. Becker’in filmi bu dönemdeki bir hayat kadınını ve etrafındaki üç erkeği odağına alarak trajik bir hikâye anlatıyor bize. Simone Signoret’nin kendisine En İyi Yabancı Aktris dalında BAFTA ödülü getiren müthiş performansı ile canlandırdığı Marie bir gangsterin ve adamlarından birinin sevgilisi olan, güçlü bir kişiliğe sahip, şımarıklık yapmaktan çekinmeyen, “özgür” bir kadın. Onun tesadüfen karşılaştığı, eskiden suç dünyasının bir parçası olsa da şimdi hayatını marangozlukla kazanan, onurlu ve güçlü Georges Manda ile karşılıklı duyguları hem onları hem de etrafındakileri köklü bir biçimde etkileyecek ve trajedi ile sonuçlanan olayların da nedeni olacaktır.

Ünlü Fransız sinemacı Marcel Camus’nun yönetmenin asistanlarından biri olduğu film daha açılış sahnesinde güçlü bir kadın karakterle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor bize. Tıpkı açılış jeneriğinin belki de onun (ve dönemin) bir sembolü olan siyah bir tül üzerinde yazılması gibi, bu ilk sahnede de nehirde erkeklerin arasında kürek çeken tek kadındır o ve diğer hayat kadınlarının aksine yanındaki erkeğe hiçbir zaman boyun eğmemektedir; itiraz etmekten, kendi istediğini yapmaktan, kışkırtmaktan çekinmeyen ve ilk adımı erkeklerin atmasını bekleyen dönemin kadınlarının aksine “cüretkâr” olmaktan çekinmeyen bir kadındır Marie. Film de adını onun saç renginden almaktadır; Altın Başlık (veya daha doğru bir çeviri ile Altın Miğfer) isminin doğruluğunu vurgulamak için özellikle yakın plan yüz çekimlerinde onun başını arkadan aydınlatıyor yönetmen Becker ve bize adeta yakıcı bir güneş parlaklığını gösteriyor. Siyah-beyaz olarak çekilen filmde Robert Lefebvre’nin nerede ise altın rengini yaratabildiği görüntü çalışması filmin adının doğruluğunu desteklemekle kalmıyor, kadının bir cazibe merkezi olmasının da görsel karşılığını yaratmış oluyor. Âşık olduğu Manda ise onurlu ve güçlü bir karakterdir ve aktör Serge Reggiani’nin tartışmasız bir gerçekçilik ve çekicilik kattığı bu adam tüm tehlikelerine karşın onunla birlikte olmaya ve bedelini de ödemeye hazırdır.

Bir suç hikâyesi de içermesine ve karakterlerinin gangsterler, hayat kadınları veya en azından eski suçlular olmasına rağmen, senaryoda baskın olanların aşk, tutku, fedakârlık ve dostluk olması filmi ilginç kılan yanlarından biri. Becker’ın karakterlerinin tek tek psikolojilerine eğilmekten çok, onları içinde bulundukları atmosferin parçası olarak anlatmayı tercih etmesi filmi dönemin diğer örneklerinden ayıran bir yere koyuyor. Hikâye -bir Fransız filmi olarak- sınıf farklılıklarını da gündemine almış ve üst sınıfların (zenginlerin) züppeliğine göndermelerde bulunmaktan çekinmemiş. Bir grup zengin insanın adeta bir sirke gidip hayvanların şovlarını izlemeleri gibi alt sınıftan insanların gittiği ve hayat kadınlarının da etrafta gezindiği bir gece kulübüne eğlenmeye gelmeleri -daha vurucu bir yere bağlanmasa da- bu insanlara bir eleştirinin örneği olarak yer alıyorlar hikâyede ve Becker hikâyenin asıl karakterlerini ne kadar sahici (iyi ya da kötüden öte, yaşayan karakterler bunlar) gösteriyorsa, onları da o kadar yapay karakterlerle sunuyor seyirciye.

Bir yürüyüşte karşılarına çıkan bir kilisedeki düğünü özlem ve imrenme dolu gözlerle izleyen kadının yarattığı hüznün ve finalin doğrudanlığı ile sahip olduğu trajedi duygusunun akıllıca kullanıldığı filmde görüntü yönetmeni Robert Lefebvre ile birlikte Becker izlenimci ressamları çağrıştıran bir sonuç ortaya koymuş. Özellikle baştaki ilk tanışma sahnesi ve daha sonra da iki âşığın kırda yürüyüş bölümü görsel güçleri ile filmin öne çıkan anları olarak gösterilebilir. Signoret ve Reggiani’nin karakterlerini sade ve doğallığı ile güç kazanan oyunculuklarla canlandırdıkları filmde Signoret’nin performansı Amerikalı müzisyen Eunice Kathleen Waymon’ı o denli etkilemiş ki şarkıcı sanat hayatı için kendisine tüm müzikseverlerin onu tanıdığı ad olan Nina Simone’u seçmiş. Dönemine göre “cüretkâr” sahneleri olan film (erkek ile kadını aynı yatakta göstermek veya Reggiani’nin -açıkça gösterilmese de- yatakta çıplak olduğunun seyirci tarafından anlaşılması gibi “cüretkârlık”lar bunlar) 1950’lerin Fransız sinemasının parlak örneklerinden biri ve değeri yeterince takdir edilmemiş Jacques Becker’in de en önemli eserlerinden biri olarak görülmeyi kesinlikle hak ediyor.

(“Golden Marie” – “Altın Başlık”)

(Visited 125 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir