Çin Hikâyeleri – Wolfram Eberhard

On yedi ve on dokuzuncu yüzyıllara ait on altı Çin hikâyesinin yer aldığı bir derleme. Nazilere katılması için yapılan baskı nedeni ile Almanya’yı terk etmek zorunda kalan, 1937 ile 1948 arasında Türkiye’de yaşayan ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde ders veren Alman sinolog ve etnolog Wolfram Eberhard’ın derleyip Almancaya, Hayrünnisa Boratav’ın da Almancadan Türkçeye çevirdiği kitap Doğu edebiyatının dilimize çok fazla tercüme edilmeyen örneklerinden biri olması ile ilgiyi hak eden bir eser. Eberhard’ın Çin edebiyatı ve hikâyelerinin yanında, derlemedeki eserlerle ilgili de doyurucu bir sunuş yazısının yer aldığı kitaptaki hikâyeler Çin’e özgü temaları ve masala yakın duran ve uzun bir romanın özeti olarak nitelendirilebilecek geniş kapsamları ile farklı bir okuma tecrübesi sunuyor okuyucuya.

Sinolog olarak hak edilmiş bir ünü olan Eberhard’ın kendisinin derlediği ve çevirdiği hikâyelerden oluşan kitap için hazırladığı sunuş yazısı oldukça kapsamlı. İlk kez 1944’te basılan kitaptaki bu giriş yazısını dört bölüme (“Çin edebiyatında hikâyenin yeri”, “Hikâyenin tarihî gelişmesi”, “Hikâyelerin temleri”, “Bu kitaptaki hikâyeler hakkında bazı notlar”) ayırmış Eberhard ve destan, hikâye ve roman gibi farklı türler üzerinden hem Çin edebiyatını hem de bu edebiyatın Batı’dakinden ne tür farklılıkları olduğunu ele almış. Klasik bir tanıtımdan çok daha zengin olan ve bir makale tadı taşıyan bu incelemede Çin kültüründe neden destan olmadığı, hikâyenin halk diline yakın bir dille yazılan romana göre daha üst bir tabakaya hitap etmesi ve farklı külliyatlar üzerinden derlenen bilgilerle hikâyelerdeki karakterlerin sosyolojik sınıfları gibi farklı ve ilginç alanlarda bilgi veriliyor okuyucuya. 1944 tarihi itibarıyla kitaptaki hikâyelerden ilki dışındaki hiçbirinin herhangi bir Avrupa diline çevrilmemiş olması da Eberhard’ın çalışmasının önemini kanıtlayan bir diğer unsuru eserin ve Nazi döneminde Türkiye’ye gelen bilim adamı ve sanatçıların ülkemize katkılarını ve onları buraya davet edenlerin aydınlanmacı bakışlarını hatırlamak için de bir araç bu derleme.

Hemen tümünde aşk ve doğaüstü ögeler bulunan hikâyeler çok geniş bir zaman aralığına yayılan ve her birinde bir romanda karşılaşacağımız kadar farklı olayları anlatıyor okuyucuya. Öyle ki bir romanın uzun bir özeti olarak da okunabilir bu hikâyeler. Eberhard’a göre 1917 – 1918’de yerini “Yeni Hikâye”ye bırakan bu eski tarz hikâyenin örnekleri bir kültürü ve onu oluşturan unsurları tanımak, bazılarının sonunda yazarın okuyucuya söyledikleri üzerinden ders çıkarmak, masalsı bir atmosferde geçen olaylar üzerinden Çin’i anlamak ve -temelde tüm dünya edebiyatında da olduğu gibi- insanların hep bir şeyleri aradığı ve bulmanın mutluluğunu (ya da bulamamanın mutsuzluğunu) yaşadığını bir kez daha hatırlamak için keyifle okunabilir.

Galileo ve Newton’un Evreni – William Bixby

Bilim tarihinin iki büyük ismi, Galileo Galilei ve Isaac Newton üzerine William Bixby’nin hazırladığı ve Türkçe baskısında belirtilmese de MIT’den bilim tarihçisi Giorgio de Santillana’nın danışmanlığını yaptığı bir kitap. TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları dizisinden ilk kez 1997’de yayımlanan kitabın orijinal baskısı ise ilk kez 1964’te yapılmış. Bixby popüler bir bilim kitabının, konunun uzmanlarından çok, meraklılarına hitap etmesi gerekliliğine uygun bir içerikle hazırlamış kitabı ve çekici fotoğraf ve çizimlerle de destekleyerek ortaya okuması keyifli bir eser çıkarmış.

Kitabın yazılış tarihinin üzerinden 56 yıl geçmiş ve bu süre bilim alanındaki değişiklikler için uzun bir süre olsa da, konunun 17. yüzyılın iki dehası olduğunu düşününce bir sorun oluşturmuyor bu ama yine de birkaç yerde “Çevirmenin Notu” ile düzeltmeler yapılmış güncel bilimsel keşifler dikkate alınarak. Örneğin orijinal metindeki Plüton gezegeni için kullanılan “… büyüklüğünü bile söyleyen çıkmamıştır” ifadesinin yanında “… Plüton’un çapının 2302 km olduğu bilinmektedir” notu düşülmüş 1997’de kitap bizde basılırken. Bugün ise çapın 2376,6 (+/- 3,2 km) olduğu biliniyor. Bilimin sürekli araştırma, bilindiği varsayılanları yeniden değerlendirme ve yeni keşifler peşinde çalışmak demek olduğunun güzel bir örneği olsa gerek bu. Belki daha da güzel bir örnek ise kitapta -doğal olarak- hep gezegen olarak anılan Plüton’un statüsünün 2006 yılında gezegenden “cüce gezegen”e düşürülmüş olması. (Güncel bir başka bilgiyi not etmek açısından ekleyelim: Kitapta dünyadaki en büyük teleskobun 1949’da faaliyete geçen Hale olduğu yazıyor ama bu unvanını 1976’da devreye giren Sovyetler’in BTA-6 teleskobuna kaptırmış aslında. Şu anda ise bu unvan Kanarya Adaları’ndaki Gran Telescopio Canarias’a ait.) İşte kitabın ele aldığı iki büyük bilim adamı da çalışmaları ile bu sürekli keşif duygusunun en çarpıcı sonuçları yaratanlarından.

Kitapta orijinal baskıyı yapan American Heritage Publishing’in kısa bir sunuş yazısı var. Burada karakterleri birbirinden çok farklı iki insana (“Tartışmacı” Galileo ile “Pek konuşkan olmayan” Newton) “evrenin bir saat gibi düzgün çalışmasının” açıklamasını borçlu olduğumuz vurgulanıyor. Türkçe baskısına ise 1976’da TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü kazanan Profesör Erdoğan Şuhubi bir önsöz yazmış (kendisi ayrıca Türkçe metnin bilimsel danışmanlığını da üstlenmiş) ve kitapta da açıklanan bir farkı, doğayı anlama çabasında Galileo’nun “Nasıl”a, Newton’un ise “Neden”e odaklanmasını anlatmış ve bilimsel yöntemin bu iki bilimcide de karşılığını bulan öneminin üzerinde durmuş. Bixy “Ancak Galileo ve Kepler cisimlerin nasıl hareket ettiklerini göstermekle sınırlı kalmışlar, nedenlerini ise bilinçli olarak gözardı etmişlerdi” ifadesi ile bir örneğini vermiş bu farkın.

Kitabın görsel tasarımı bir popüler dizi eserine uygun bir şekilde oluşturulmuş. Farklı kaynaklardan alınan tablo ve fotoğrafların (keşke bu kaynaklar toplu olarak listelenmeyip, her bir görsel malzeme için ayrı ayrı belirtilseymiş) yanında Herbert Borst’un orijinal harita ve çizimleri de yer alıyor. Okuma serüvenini zenginleştiren, keyiflendiren ve anlatılanın daha iyi hayal edilebilmesini sağlayan bir görsel düzeyi var kitabın. Kuşkusuz asıl olan eserin metni ama yine de görsel malzemenin zenginliği okuma zevkinin artmasına katkı sağlayarak kitabın da kalitesini yükseltiyor.

Her iki bilim adamı için dörder, toplam sekiz bölüme ayrılmış kitap. Galileo için ayrılan bölümler sırası ile “Tartışmacı”, “Hareket Halindeki Cisimler”, “Yeni Bir Bakış” ve “Galileo’nun Günahı” başlıklarını taşırken, Newton’u anlatan bölümler için “Newton Cambridge’de”, Yere Düşen Bir Elma”, “Principia” ve “Gezegenlerin Ötesinde” başlıkları kullanılmış. Yüzlerce yıl boyunca bilim dünyasını yöntemleri ve yargıları (vardığı sonuçları) ile olumlu ve olumsuz olarak etkilemiş olan Aristoteles’ten farklılaşmanın her iki bilim adamı ama özellikle de Galileo’ya yarattığı zorluklar ve onların bu zorluklara karşı mücadeleleri kitapta önemli bir yer tutuyor. Benzer şekilde, dinsel ve bilimsel düşüncenin yüzlerce yıl boyunca birbiri içine girmesinin neden olduğu dogmalara karşı da verilen bir mücadelenin öyküsü olarak nitelenebilir bu iki bilimciyi anlatan kitap. Tüm hayatları boyunca, Galileo’nun bir başka büyük bilim adamı olan Kepler’e yazdığı mektuptaki “Tıpkı yılanların kulaklarını tıkadıkları gibi, insanlar da gözlerini gerçeğin ışığına kapatıyorlar” ifadesine uygun olarak, kendi gözlerini tüm evrene yönelterek onu anlamamızı sağlayan ve gerçekler için gözlerimizi açmamızı sağlayan Newton ve Galileo’yu bir popüler kitabın doğal dar kapsamı içinde de olsa keyifli bir okuma sağlayacak şekilde ele alan kitap tüm amatör bilim ve tarih meraklıları için.

(“The Universe of Galileo and Newton”)

İnönü Atatürk’ü Anlatıyor – Abdi İpekçi

Abdi İpekçi’nin İsmet İnönü ile yaptığı ve temel olarak onun Atatürk hakkındaki görüşlerini içeren söyleşi. İlk kez 1968’de yayımlanan eser daha sonra bu söyleşilerde üzerinde durulan konularla ilgili farklı görüşleri de içeren ve böylece bir karşılaştırmaya imkân sağlayan alıntılarla ve Atatürk ve İnönü hakkında farklı kişilerle yapılmış söyleşilerle zenginleştirilmiş. Tümü zamanında Milliyet gazetesinde yayınlanmış bu metinlerden ilki olan İnönü söyleşisi İpekçi’nin de belirttiği gibi “… ilk bakışta, bilinenlerin dışında önemli bir yenilik getirmeyen nitelikte gözükebilir” ama İnönü’nün hassasiyetle seçilmiş cümle ve kelimelerinin arkasındakileri düşündürmeyi başaran bir sohbet kitaptaki. Eklemeler sonucunda İnönü’nün görüşleri kadar, hatta belki daha fazlası ile başkalarının Atatürk hakkındaki görüşlerini içerir hâle gelen kitap Atatürk ve İnönü kadar, cumhuriyetin ilk yılların üzerine de ilgi yaratabilecek bir eser.

İpekçi’nin seçtiği kelime ile belirtirsek, İnönü’nün sorulara verdiği cevaplar hayli ihtiyatlı; aslında bu ihtiyat kitaptaki başka söyleşilerde de (örneğin Celal Bayar ile yapılan konuşma) var. Bayar’ın İnönü hakkındaki sorulara verdiği cevaplar da -bu iki tarihî şahsiyetin ilişkilerini ve yaşananları düşünürsek- aynı hassasiyeti içeriyor. Bu durumu sadece ilgili kişilerin karakterleri ile ilişkilendirmek yanlış olacaktır çünkü asıl faktör tüm bu insanların farklı hayat görüşleri olsa da temelde birer “Cumhuriyet Çocuğu” olmaları ve / veya o cumhuriyeti kurmak için mücadele etmeleri. Doğal olarak söyleşilerin düzeyini ve o söyleşilerin yapıldığı kişilere duyulan saygıyı artırıyor bu yaklaşım. Yalnız şunu da eklemek gerekir ki tüm o ihtiyat pek bir özeleştiri içermiyor ve tüm söyleşiler -karşı taraf için kullanılan nazik üslup bir yana- konuşan kişilerin kendi duruşlarını savunmalarını içeriyor asıl olarak.

İnönü ile yapılan konuşma beş başlık altında toplanmış: Atatürk ile İlişkilerimiz; Cumhuriyet Fikri, İlanı ve Muhalifler; Doğu İsyanı, Terakkiperver Fırka ve Serbest Fırka; Millî Mücadele Günleri ve Sonrası; Atatürk’ün Özellikleri, Görüşleri ve Devrimler. Bu başlıkların her birinin sonunda o başlıkta İnönü’nün değindiği konularla ilgili farklı görüşler içeren alıntılara yer vermiş İpekçi ve ayrıca toplu olarak Ek-1 bölümünde bu alıntıları daha da artırmış. Lord Kinross, Şevket Süreyya Aydemir, Ali Fuat Cebesoy, Atatürk (Nutuk’tan yapılan alıntılar ile), Rauf Orbay ve Kâzım Karabekir’den yapılan alıntılar farklı konularla ilgili gerçeklerin değişik bakış açıları ile incelenmesine olanak sağlıyor. Örneğin Rauf Orbay ve arkadaşlarının Atatürk ile olan anlaşmazlıklarının arkasında yatanlar ve tarafların bu konuda birbirlerinin eylemlerini nasıl değerlendirdiğinin anlaşılmasını sağlayan bir zenginlikte bu alıntılar.

İnönü, İpekçi ile söyleşisinde cumhuriyet inkılaplarının içinde ikisini (“Harf Inkılabı” ve “Kadın Inkılabı”) “en ileri” olarak gördüğünü söylemiş ve bunların ilkine baştan karşı çıktığını da söylemekten çekinmemiş. Cumhuriyetin ilanından 45 yıl sonra yapılan söyleşide başarılamayanlar olduğunu söylerken, örnek olarak kültür alanını göstermiş İnönü ve “Bunun hicranını ben daima çekerim” cümlesini kurmuş. Tuhaf bir seçimle kitapta yer alan toplam 4 fotoğraftan sadece birinde yer verilen İnönü’nün, Atatürk’le başbakanlıktan ayrılmasına neden olduğu söylenen tartışmasının konu ya da konularını teferruatı ile hatırlayamadığını söylemesi ve günlük meseleler olarak tanımlamasının bir örneği olduğu nezaketin damgasını vurduğu kitap sadece onu değil, Atatürk’ü ve cumhuriyeti anlamak için de iyi bir kaynak olabilir.

Kitabın Ek-2 bölümünde 1972 ile 1976 arasında Cemal Işıksel (cumhuriyet döneminin ilk foto muhabiri), siyasetçiler Sadi Irmak, Sabahattin Selek ve Celal Bayar, yazar ve tarihçi Şevket Süreyya Aydemir ve ressam Ayetullah Sümer ile Milliyet gazetesi için yapılan söyleşiler yer alıyor. Bu sohbetlerin bazıları sadece Atatürk ile ilgili iken (örneğin Sadi Irmak ile yapılan konuşma), bazıları hem Atatürk hem İnönü ile ilgili konuşmaları kapsıyor (örneğin Celal Bayar sohbeti). Sonuçta kitabın adı ile içeriği, yapılan eklemeler sonucu uyumsuz hâle gelse de bu İnönü, Atatürk ve cumhuriyet kitabı bir dönemi anlamak için başvurulabilecek ve alıntıların yapıldığı eserler için de okuma merakı yaratacak bir yapıt.

Che-Bir Yalnız Adamın Yolculuğu – Miguel Suarez

Che Guevara üzerine Miguel Suarez tarafından hazırlanan bir kitap. Bir biyografi olmaktan çok, önemli bir bölümü, onun Bolivya’daki günlerini anlatan ve 7 Kasım 1966 ile 7 Ekim 1967 arasında tuttuğu notlardan oluşan günlükten oluşan kitap ona ve devrimciliğine hayran olduğu anlaşılan Suarez tarafından hazırlanmış. Kitabın orijinali nasıldır bilmiyorum ama Nokta Kitap tarafından hazırlanan kitap ciddi bir editör problemi içeriyor ne yazık ki. Yine de Che’nin büyüklüğü ve önemi, onun üzerine hazırlanmış, derin bir sevgi ve saygının emeği olan bu kitabı değerli kılıyor.

Küba Devrimi’nin devamı olarak, Bolivya’ya gerilla ordusu kurmak için 3 Kasım 1966’da gelen Che, buradan kırsal bölgelere geçmiş ve bir yandan kamplarını kurarken bir yandan da köylüleri gerillaların arasına katmaya çalışmış. 8 Ekim 1967’de CIA ajanlarının destek sağladığı Bolivya ordusu tarafından -köylülerin ihbarı ile- yakalanan ve 9 Ekim’de infaz edilen Che’nin günlüğü kitabın yarıdan fazlasını oluşturuyor. Bu günlükten önce, Suarez farklı kaynaklarla ve farklı açılardan Che’yi ele almış. İhbar edildiği ve yakalandığı Higuera’da bugün anısına bir anıt dikilmiş olan Che’nin şimdi orada yaşayanlarca -bir günah çıkarma duygusunun da etkisi ile belki de- neredeyse bir aziz kabul edildiğini vurgulayarak kitaba başlayan Suarez onun büyüklüğünün ve bugün artık ölümsüz olmasının gerekçelerini anlatıyor ve daha sonra da farklı boyutlarla karşımıza getiriyor onu. Kapitalizmin onu bir ticarî öge gibi kullanarak “pençesiz bir devrimci”ye dönüştürdüğünü söyleyen Suarez, Fidel Castro’nun 18 Ekim 1967’de Havana’daki Devrim Meydanı’nda onun anısına yaptığı konuşma, Che’nin Küba’dan ayrılırken Castro’ya ve çocuklarına yazdığı veda mektupları, doğumundan infaz edilmesine kadar yaşamının önemli olaylarının listelendiği kronoloji ve“Küba Devrimi’nin İdeolojisini İncelemek İçin Notlar” ve “Küba: Bir İstisna mı, Yoksa Öncü mü?” başlıkları altında kendisinin Marksizm, Küba Devrimi ve özellikle Küba’nın kendine özgü koşulları olsa da devrim açısından bir istisna teşkil ettiği görüşünü ret eden görüşlerine yer veriyor kitapta. Suarez, Che’nin günlüklerinin yayımlanmasına üç farklı yerden itiraz geldiğini söylüyor: Emperyalist güçler, Bolivya hükümeti ve onun mücadele şeklini yanlış bulan solcular (örneğin Bolivya Komünist Partisi). Günlükten önce son olaraksa, söz ve müziği Kübalı sanatçı Carlos Puebla’ya ait olan ve onun Che’nin 1965’te Küba’dan ayrılırken yazdığı veda mektubuna cevap olarak yazdığı ünlü devrim şarkısının (“Hasta Siempre, Comandante”) sözlerine yer verilmiş kitapta. Günlükten sonra ise Che’ye yazılmış birkaç mektupla bitiriyor kitabı Suarez. Günlük dışındaki bu bölümler yazarın görüşleri kadar, onun farklı metinlere yer vermesi ile de değerli kılıyor kitabı.

Kitabın ana bölümünü oluşturan günlükler ise kuşkusuz ki çok değerli. Che ve gerilla arkadaşlarının insanüstü koşullar altında, devrimi tüm Güney Amerika’ya yaymanın ilk adımı olarak gördükleri Bolivya’da ordunun Amerikalı ajanlardan aldığı destekle sıkı takibi altında dağlarda ve köylerde yaşadıklarını her günün detayı ile okumak bir yandan hüzün verirken insana, diğer yandan da insanın idealleri için ne yapabileceğini (belki de daha doğrusu, ne yapması gerektiğini) hatırlatması ile sıkı bir motivasyon da yaratıyor aslında. Ciddi bir astım rahatsızlığı olan Che’nin ve arkadaşlarının bazen sadece su ve yiyecek bulabilmek için katlandıklarını okumak yürek burkuyor gerçekten. 14 Haziran 1967 tarihli notta “Bugün 39 yaşıma bastım; gerilladaki geleceğim hakkındaki kaygılarımın başlayacağı yaşa doğru herhangi bir şikâyetim olmadan ilerliyorum” yazan ama bir sonraki yaşını göremeyecek olan Che 8 Ağustos tarihli notunda ise şöyle yazıyor: “Mücadelenin bu türü bize, insan soyunun en üst aşaması olan devrimciliğe erişme olanağı veriyor; aynı zamanda da eksiksiz insan olmamızı sağlıyor”.

Eksiksiz bir Che kitabı olarak değil, farklı metinler üzerinden onun değerini anlatan ve böylece günlükteki her bir cümlenin çok daha iyi anlaşılmasını sağlayan bir eser olarak okunmalı bu çalışma. Che’nin sadece devrimciliğini değil; onun insan yanını, takımını yönetme becerisini, umutlarını ve bazen de hayal kırıklıklarını anlamak ve ona hak ettiği saygıyı bir kez daha göstermek için!

“¡Hasta siempre, Comandante!”

Ek: Kitabın Türkçe baskısının yazar ve eserin orijinal yayımlanma tarihi hakkında hiçbir bilgi vermemesi; Che’nin isimleri ile andığı gerilla arkadaşları veya ona yazılan mektupların sahipleri hakkında Che’nin günlüğündeki satırlar dışında, akıbetleri dahil herhangi bir ek bilgi içermemesi, dip notların çok yetersiz olması ve çeşitli yazım hataları olması gibi ciddi problemleri var. Oysa Suarez’in kitabı tam da bu bilgileri gerekli kılacak şekilde tasarlanmış. Var mıdır bilmiyorum ama umarım kitap tüm bu eksiklikler olmadan ve hak ettiği özenle de yayımlanır bir gün.