Korkunun Bütün Sesleri – H. Ellison / R. Bradbury / J. G. Ballard / I. Asimov / K. Vonnegut Jr. / S. Lem / R. A. Heinlein

Bilim kurgu edebiyatının yedi ünlü isminden birer hikâyenin yer aldığı bir derleme. Hikâyeleri seçen Levent Mollamustafaoğlu ve Sedef Öztürk’ün çevirileri de yaptığı kitapta, bilim kurgu türünde farklı akımlara ve üsluplara sahip yazarlardan bir seçki yapılarak bu edebiyat türü geniş bir yelpaze içinde getirilmeye çalışılmış okuyucunun önüne. Her bir hikâyenin başında yazarla ilgili kısa bir bilgiye (nedense kitabın girişinde ilgili yedi yazarın daha kısa birer tanıtımı daha yer alıyor) ve seçilen hikâyesi ile ilgili çok kısa notlara da yer verilen kitabın başındaki sunuş yazısında Mollamustafoğlu ve Öztürk’ün birlikte kaleme aldıkları ve kendi ifadeleri ile “… bilim kurguyu irdelemeyi değil, eğilimlerine ve tarihsel gelişimine değinmeyi…” amaçlayan bir inceleme de yer alıyor. Beş sayfalık bu yazıda türün tanıtımı ve kendine has özellikleri anlatıldıktan sonra, tarihsel gelişimi, bir edebiyat türü olarak özellikleri, Batı ile eski Doğu Bloku ülkelerinde bu türde üretilen eserler, türün Türkiye’deki telif ve çeviri örnekleri, sinemadaki karşılığı ve son olarak da neden bu yedi yazarın seçildiği açıklanıyor. Tüm bu konular için kuşkusuz kısa bir yazı temel olarak bu ama yine de özenli yazılmış ve iyi bir özet kesinlikle.

Kitaba adını veren ilk öykü Amerikalı yazar Harlan Ellison’a (1934 – 2018) ait olan 1971 tarihli “All The Sounds of Fear – Korkunun Bütün Sesleri”. Bilim kurgu dalındaki pek çok edebiyat ödülünü kazanan ve çevirmenlerin “yenilikçi stili ile türü geliştiren yazarlardan biri” olarak niteledikleri edebiyatçının seçilen bu öyküsü şaşırtıcı bir giriş ile açılan ve “metod oyunculuğu” yöntemini kullanan olağanüstü başarılı bir tiyatro oyuncusunun bu yöntemde gittiği uç noktanın sonuçlarını anlatan çok çarpıcı bir eser ve kitaba hayli sağam bir giriş sağlıyor. İkinci öykü bir başka Amerikalı yazar Ray Bradbury’in (1920 – 2012) 1952 tarihli “The Smile – Gülümseme” adlı eseri. “Bilim kurguya geçiş yapmak için birebir” olarak tanımlanan ve eserlerinin büyük bir kısmı “bilim kurgudan çok, “dehşet” edebiyatı türünde” gösterilen yazarın bu öyküsünde bir atom bombasının yıkımına neden olduğu bir dünyadaki insanı bu yıkıma götüren eski uygarlığın her türlü izine saldırıldığı bir toplumu anlatılırken, “Mona Lisa” tablosu üzerinden insanlığın geleceği ile ilgili müthiş bir resim çiziyor Bradbury ve yıkıma neden olan insan tabiatının aynı zamanda insanın kurtuluş umudunun da kaynağı olduğunu hatırlatıyor.

Derlemedeki üçüncü hikâye İngiliz James Graham Ballard’ın (1930 – 2009) ilk kez 1967 yılında yayımlanan “The Subliminal Man – Bilinç Eşiğini Atlayan Adam”. İnsanların sürekli artan bir şekilde daha fazla tüketmek ve bu tüketimi karşılayabilmek için de sürekli çalışmak zorunda kaldığı bir toplumda tüketimi teşvik etmek için “bilinçaltı reklamlar”ın korkunç kullanımını etkileyici bir şekilde anlatıyor. Bilim kurgunun “yeni dalga” akımının temsilcilerinden biri olarak nitelenen yazarın bu öyküsü tüketim toplumuna ciddi bir eleştiri ve kapitalizmin dünyayı taşıdığı nokta için de ciddi bir uyarı. Dördüncü hikâye ülkemizde en fazla tanınan bilim kurgu yazarlarından biri olan, bir başka Amerikalı yazar Isaac Asimov’un (1920 – 1992) 1958 tarihli “The Feeling of Power – Güç Duygusu”. Bilgisayarların korkunç bir kapsaite ve güce ulaştığı ve insanların matematiği unuttuğu bir dünyada, insan aklının da bilgisayarlar gibi çalışabileceğinin ve matematiği bilgisayarı taklit ederek öğrenebileceğinin keşfi ile gelişen olaylar anlatılıyor. Oldukça gerçekçi görünen bu hikâye Asimov’un neden türün ustaları arasında olduğunu da gösteren etkileyici bir çalışma.

Beşinci hikâye, Amerikalı Kurt Vonnegut Jr.’ın (1922 – 2007) 1961 tarihli “Harrison Bergeron” adlı çalışması. “Yıl 2081’di ve nihayet herkes eşitti.” cümlesi ile başlayan öykü mutlak eşitliğin olduğu bir dünyada bu eşitliğin sağlanabilmesi ve sürdürülebilmesi için insanların onları farklı kılan her türlü özellikleri ve yeteneklerinin nasıl yok edildiğini anlatıyor. Mizah havası da olan öykü, eşitlikçi rejimlerin eleştirisinden çok, insanları tektipleştiren tüm sistemlere sert bir saldırı olarak görülmesi gereken başarılı bir çalışma. Altıncı öykü Polonyalı yazar Stanislav Lem’e (1921 – 2006) ait olan 1974 tarihli “Maska – Maske”. Gizemli havası ile dikkat çeken, kitaptaki bu en uzun eser müthiş etkileyici bir dil ile yazılmış bir kimlik, özgürlük ve av/avcı öyküsü. Politik boyutu da olan öykü “ben kimim? (ya da ben neyim?)” sorusunun edebiyat tarihinde en etkileyici şekilde sorulduğu eserlerden biri kesinlikle. Kitaptaki son öykü Amerikalı Robert Anson Heinlein’in (1907 – 1988) 1947 tarihli “The Green Hills of Earth – Dünyanın Yeşil Tepeleri” adını taşıyan eseri. Evrendeki koloniler arasında seyahat eden bir “jetçi”nin (aynı zamanda bir müzisyen ve ozan) hikâyesini ve son yolculuğunu anlatan eser hüznü ile de dikkat çekiyor.

Türün tüm özelliklerini ve tarihini gösterebilmek için yeterli sayıda öykü içermese de okuması hayli keyifli bir kitap bu. Seçilen tüm öyküler farklı açılardan ve farklı nedenlerle etkiliyor okuyucuyu ve kesinlikle zengin bir okuma serüveni sunuyor.

Sonsuzluğun Kıyıları – Adrian Berry

1977‘den 1996’ya kadar The Daily Telegraph gazetesinde bilim üzerine yazılar ve haberler kaleme alan ve daha sonra da aynı gazetede bilimle ilgili konularda danışman editör olarak çalışan Adrian Berry’nin bu gazetedeki yazılarından oluşturulan bir derleme. “Bilim Dünyasından Şaşırtıcı Ama Gerçek Öyküler” alt başlığı ile yayımlanan kitabın orijinal adı içindeki ilk yazıdan (“Galileo ve Yunuslar”) gelse de, TÜBİTAK, Popüler Bilim Kitapları serisinden yayımladığı kitaba isim olarak bölüm adlarından birini koymayı uygun görmüş. Yazıların pek çoğunda Jovan Djordjevic’e ait çizimlerin yer aldığı kitap bir gazete sayfasının sınırları ile çevrili olduğu için çok derinlere in(e)meyen bir haber/özet havası taşıyor; ama kesinlikle bilime karşı merak uyandıran ve okuması keyifli yazılardan oluşan bir eser bu. Bilimdeki güncel -yazıların yazıldığı tarih için güncel- bir gelişmeden, bir dergide yayımlanan bir makaleden veya günlük hayattaki bir olaydan yola çıkarak yazılmış yazılar bizim gazetelerimizde her geçen gün daha sığlaşan içerikleri ile artık görmemizin mümkün olmadığı bir düzeyi hatırlatmaları ile de önemli.

The Daily Telegraph Birleşik Krallık seçimlerinde hemen her zaman Muhafazakâr Parti’yi ve Avrupa Birliği’nden ayrılmayı ifade eden Brexit’i desetklemiş bir gazete ve Berry’nin görüşlerinde de zaman zaman yansımasını görüyoruz bu eğilimin. “Radikal” feminist ve çevrecileri eleştiriyor örneğin veya “Gerontokratlar” başlıklı yazıda nüfus artış oranını düşürmeye çalışanları aptallıkla eleştiriyor. Ne var ki bu görüşlerini her zaman bir bilimsel argümanla destekliyor yazar. Muhafazakârlığı evrim teorisi gibi “tartışmalı” konulardaysa kendisini hiç göstermiyor örneğin. “Tarihin Sahibi Kim?” başlığını taşıyan yazıda İsrail’i, Eski Uygarlıklar Kurumu’nu dinî gerekçelerle “5.000 yıllık döneme ait çok çeşitli kemiklerden oluşan geniş koleksiyonu Diyanet Bakanlığı’na devretmeye zorlamasını” sert bir biçimde eleştiriyor. Yazar 2015 yılında “iklim değişikliği” ile ilgili olarak ise küresel ısınmadan farklı bir gerekçe öne sürmüş ve genellikle sağ/muhafazakâr eğilimli olan bilimcilerin desteklediği bir gerekçeyi kabul etmiş: Güneş sistemindeki şiddetli patlamalar. Metrik sisteme geçmemekte direnen (“Firkin, Kilderkin, Hogshead ve Diğerleri”) ve teknolojideki gelişmeleri hep geriden gelerek takip eden (“Geri Kalmış İngiltere”) ülkesini sert bir biçimde eleştirmekten ise geri kalmıyor ve bilimi öne çıkarıyor her zaman Berry.

5 bölüme ayrılmış kitaptaki yazılar: “Geçmişin İzinde” başlığını taşıyan bölümde tarih, coğrafya, evrim, bilim insanları, kâşif ve keşifler gibi başlıklar altında toplanabilecek çok farklı konulara değinen yazılar yer alıyor ve geçmişte kalan bir olay -genellikle günümüzdeki yansımaları ve/veya yeni keşfedilen bir bilgi ile birlikte- ele alınarak anlatılıyor okuyucuya. “Şimdiki Yaşam Tarzımız” adını taşıyan ikinci bölümde ise günümüzdeki (daha doğrusu yazıların ilk kez yayımlandığı 1977 – 1996 arasındaki tarihlerde) bilimsel gelişmelere odaklanan yazılar var. Üçüncü bölümün başlığı “Önümüzdeki Binyılın Teknolojisi” ve bu bölümde özellikle bilgisayar dünyasındaki gelişmelerin insanlığın geleceğini nasıl etkileyeceği ve insanlığı yeni binyılda nelerin bekliyor olabileceği üzerine hazırlanmış gazete yazıları yer bulmuş.

Gazete yazıları olması nedeni ile doğal olarak içerikleri çok derinleşmeyen ve daha çok özet bilgiler veren yazıların yer aldığı kitabın dördüncü bölümün adı ise “Sonsuzluğun Kıyıları”. Bu bölümde en parlak yıldız, en soğuk nokta, uzayın/dünyanın sınırları gibi uç konular ve bizi sınırlayan algılarımızın ve dünyanın dışına çıkan konulara eğilen yazılar bir araya getirilmiş. Son bölümün adı “Tuhaf İnançlar”; bu bölümde “tuhaf” hikâyeler yer alırken “doğaüstücü”leri eleştiriyor Berry ve “radikal feministlerin kadınların bilime atılma cesaretlerini kırmalarını” örnek vererek tuhaf görüşleri eleştirisinin kapsamına alıyor.

Kitapta, yazıların The Daily Telegraph’ta ilk yayımlanma tarihlerine nedense yer verilmemiş. Oysa bu bilgi kimi karşılaştırmaları eğlenceli kılabilirdi. Örneğin “Sürücüsüz Otomobiller” yazısında adı geçen araştırmacıların hayal ettiği ve 2010 yılında gerçekleşeceğine inandıkları kendi kendine hareket eden otomobiller dünyasına henüz gerçek anlamda erişmiş değiliz 2018 yılında. Bir başka örnek ise bilgisayarların hız ve kapasitelerindeki müthiş değişimi kanıtlıyor bize. “Goldblach Varsayımı” (“2’den büyük tüm çift sayılar iki asal sayının toplamı şeklinde yazılabilir”) gazetedeki yazı yayımlandığı tarihte (en erken 1977, en geç 1996 olabilir bu tarih) 100.000’e kadar olan tüm çift sayılar için kanıtlanabilmişken, 2013 yılında bilgisayarlar bunu 4*1018’e kadar taşımışlar! Bir başka örnek olarak da “Benim Gazetem” başlıklı yazıda hayal edilen gazeteyi gösterebiliriz. Cep telefonu ve gazetelerin dijitalleşmesi sayesinde burada hayal edilenin çok daha ötesine geçen bir medya dünyası ve medyaya erişim olanakları var artık. Buna karşılık aynı yazıda adı geçen Peter Kruger adındaki danışmanın şu beklentisi pek de karşılanmış olmasa gerek: “Belki de gelecekte, Bosna ve Kuzey İrlanda gibi, bağnazlık ve nefret yüzünden bölünmüş toplumlar olmayacak, çünkü insanların elinde birbirlerini daha iyi anlamalarını sağlayan araçlar olacak.”

(“Galileo and the Dolphins – Amazing But True Stories from Science”)

Denemeler – Francis Bacon

İngiliz filozof, yazar, bilim adamı, devlet adamı, yargıç ve hatip Francis Bacon’ın çok geniş bir alana yayılmış konular üzerine yazdığı denemelerini içeren eseri. İlk kez 1597 yılında ve on denemeyi içerecek şekilde basılan kitap 1612’de toplam 38 ve 1625 yılında da toplam 58 deneme ile genişletilmiş bir şekilde tekrar yayımlanmış. Birbirinden çok farklı konular üzerine yazmış ve hemen her denemede ele aldığı konunun olumlu ve olumsuz yönlerini birlikte anlatmayı seçmiş Bacon ve okuru -çoğunlukla- kendi doğrusuna yönlendirmek yerine kararı ona bırakmış görünüyor.

Çeviriyi yapan Akşit Göktürk’ün kapsamlı ve değerli bir giriş yazısı var kitabın başında. Göktürk üç bölüme ayırdığı bu giriş yazısının ilk bölümünde Bacon’ın yaşadığı dönemin denemelerdeki konular ve düşünceler ile ilişkisini kurarken, yazarın kimi çelişkilerini de açıklayacak şekilde 16. yüzyıl sonu ile 17. yüzyılın ilk yarısında İngiltere’deki toplumsal, sosyal ve siyasal koşulları anlatıyor okuyucuya. Giriş’in ikinci bölümünde Bacon’ı ve dünyasını çok iyi anlamanızı sağlayacak kalitede bir biyografi sunan Göktürk, üçüncü bölümde ise kitaptaki elli sekiz denemeyi (ve sonda yer alan “bir denemeden bir parça”yı) hem içeriği hem dili (ve biçimsel özellikleri) açısından ele alarak okuması gerekli bir inceleme oluşturuyor. Konusuna hâkim bir çevirmenin bir kitaba neler katabileceğinin parlak bir örneği bu girişi yazısı ve nerede ise denemelerin kendisi kadar önemli. Kitabın benzer bir çekiciliği de her bir denemede adı geçen kişiler, fikir akımları veya olaylar için hazırlanmış dipnotlar ve bu notlar meraklı okuyucular için okumalar ve araştırmalar için iyi bir başlangıç noktası oluşturuyorlar.

Oldukça geniş bir ilgi alanına yayılmış Bacon’ın denemeleri; insanlar arasındaki ilişkilerden devlet yönetimine mimariden dine kadar çok farklı alanlarda yazmış yazar. Öyle ki kitapta “Boş İnanç”, “Gezi” ve “Ülke Yönetimi” gibi birbiri ile ilgisi olmayan başlıkları peş peşe okuyorsunuz. Her bir denemede de sık sık referanslara ve alıntılara başvurmuş Bacon. “Kutsal Kitap”tan (İncil) Yunan filozoflarına pek çok farklı kaynaktan bazen bir cümleyi bazen bir görüşü kendi fikirlerini desteklemek veya daha iyi açıklayabilmek için kullanmış. Sık sık aforizmalara ve atasözlerine de yer verilmiş denemelerde ve özellikle Roma İmparatorluğu’nun tarihindeki önemli kişilerin sözleri, hayatları ve fikirleri dayanak noktası olarak alınmış yazarın düşüncelerini savunmak için.

Her ne kadar dinsel referansları bolca kullansa da özellikle ahlâkçı (daha doğrusu, din kaynaklı bir ahlâkçı) bir tavır içinde olmamış Bacon. Örneğin “Yapmacık ile İkiyüzlülük Üstüne” adlı denemeyi şu cümlelerle bitiriyor: “En iyi bileşim ile karışım, açık sözlülükle, doğru düşünceyle ün yapmak, sıkı ağızlı olmak, gerektiği yerde ikiyüzlü olmak, başka çıkar yolun kalmadığı durumda da yapmacığa başvurabilmektir.” İçerikteki bu ortaklık gibi biçimsel olarak da bir ortaklığı var denemelerin: Hemen tamamı konuya okuyucunun ilgisini çekecek bir cümle ile başlıyor. “Yüce Tanrı bir bahçe dikerek işe başladı”, “Karısıyla çocukları olan bir kimse bunları alın yazısının eline tutuk vermiş sayılır, girişeceği hayırlı hayırsız her büyük işte karısıyla çocukları bir engeldir” veya “Talih bir pazara benzer. İnsan biraz beklemeyi bilirse, çoğunlukla fiyatlar düşer”.

Denemelerin yazıldığı dönemde İngiltere’deki Türk algısının da zaman zaman kitapta karşısına çıkması ilginç gelebilir okuyucuya ama bu algılar çoğunlukla olumlu cümlelerle ifade edilmiyor: “Bence Türkler arasında evliliğin hor görülmesi…” (“Evlilik Bekârlık Üstüne”), “Tıpkı acımak bilmez bir ulus olmakla birlikte hayvanlara iyi davranan, köpeklere, kuşlara yem dağıtan Türklerde görüldüğü gibi.” (“İyilikle Huy Güzelliği Üstüne”), “Türklerdeki gibi kesin bir zorbalık yönetimi olur…” (“Soyluluk Üstüne”) veya “Türkler, artık bir çöküş içinde olmakla birlikte…” (“Krallıklar ile Devletlerin Gerçek Büyüklüğü Üstüne”. Bu denemenin 1612 tarihli olduğunu ve -belki 1625’te güncellenmiş olsa bile- bizim Duraklama Dönemi diye adlandırdığımız bir dönemde yazılmış olduğuna dikkat edelim).

Yaşadığı dönemin bakış açısının da yansıdığı denemeler (Örneğin “Sömürgeler Üstüne” adlı denemede Bacon, uzun uzun ideal bir sömürge düzeninin nasıl kurulması gerektiğini ve yerleşilen yerlerdekilere (o yerlerin asıl sahiplerine) nasıl davranılması gerektiğini anlatıyor okuyucuya) çoğunlukla kesin yargılardan uzak durulan, her düşüncenin iyi ve kötü yanlarının birlikte sunulduğu ve hemen tamamı günümüze de hitap eden yazılar ve üzerlerinden geçen dört yüz yıla rağmen insanların meselelerinin pek de değişmediğini göstermeleri ile de önemliler ayrıca.

(“Essays”)

Ekvator Hikâyeleri – Gianni Guadalupi / Antony Shugaar

Gianni Guadalupi ve Antony Shugaar’ın birlikte yazdıkları ve “sıfır enlem”de geçen gerçek hikâyelerin derlendiği bir kitap. Kuzey ile Güney yarımkürelerini ayıran hayalî Ekvator çizgisi ve yakın çevresinde yaşanan olayları ele alan kitap 2001 tarihini taşıyor ve bizde TÜBİTAK tarafından “Popüler Bilim Kitapları” dizisi kapsamında yayımlanmış 2003’te. Kitapta anlatılan hikâyelerin en eskisi 1540 tarihini taşırken en yenisi 1894 yılında yaşanmış. Oldukça çekici bir şekilde tasarlanmış kapakta kitaptaki hikâyelerden birinin kahramanı olan Portekizli kâşif Macellan’ın Victoria adlı gemisinin illüstrasyonu ve altında da Macellan’ın dünyanın etrafını dolaşan ilk kişi olarak anılmasını sağlayan keşif gezisinin kitabını yazan Maximilianus Transylvanus’un Salzburg Kardinali’ne yazdığı Latince mektuptaki şu ifade yer alıyor: “ Senin rehberliğinde dünyanın etrafını ilk dolaşan ben oldum yelkenlerimle, kumandan Macellan ve yeni boğazı keşfettik. Bunun için hak ettim Victoria adını; yelkenlerim kanatlarım benim, ödülüm şanım ve mücadele alanım deniz.” Bir coğrafya kitabı olarak da tanımlanabilecek eser, Macellan’ınkinin yanısıra her biri birbirinden ilginç ve heyecan dolu maceraların hikâyelerini -efsane boyutunu da ihmal etmeden- oldukça rahat okunabilir bir dil ile anlatıyor. Giriş yazılarında dünya tarihinin “hemen her zaman, kırk beş derece kuzey enlemi etrafında konumlanan bir bakış açısıyla” yazıldığını belirten yazarlar Ekvator ve çevresine yapılan haksızlığı düzeltmeye girişiyor bir bakıma.

“Eski Çağlar”, “Güney Amerika”, “Afrika” ve “Asya/Okyanusya” adı verilen bölümlere ayrılmış olan kitapta her bir bölüm için bir giriş yazısı da yer alıyor. Kitapta yer alan ve sayıları kısıtlı olan illüstrasyonlar ve resimler eseri ciddi olarak zenginleştirirken önemli bir eksikliğini de hatırlatıyor okuyucuya: Bir coğrafya ve keşifler kitabı olarak eserin haritalarla zenginleştirilmesi gerekirdi kesinlikle. Okuduğunuz heyecan dolu hikâyelerin ve keşif gezilerinin daha iyi takip edilebilmesi için, özellikle de popüler bir anlayışla yazılmış kitabın haritalarla donatılmış olması gerekirdi. Okuyucunun tüm o maceraları kendisinin de yaşayabilmesi, rotaları takip edebilmesi ve mekanların coğrafî konumlarını görsel olarak da hissedebilmesi için kesinlikle gerekliymiş haritalar.

Bilimsel olmaktan çok eğlenceli bir kitap bu ve hikâyeleri okurken sık sık “beyazların vahşi bölgelere uygarlığı taşımak için yaptığı” gezileri anlatan çizgi romanların ve popüler filmlerin tadını alıyorsunuz. Avrupalıların bazen efsanevî altın ülke El Dorado’yu bulmak veya Nil’in kaynağını keşfetmek gibi amaçlarla düzenledikleri ama hemen her zaman kolonileştirme ve sömürme hedeflerini de içeren gezilerinin hikâyelerini keyifli bir dil ile anlatıyor kitap ve zaman zaman masallara ve efsanelere de başvuruyor anlattığı hikâyenin etrafında kurulmuş. Baharat, altın, doğal kaynaklar veya bilimsel merak gibi farklı motivasyon kaynaklarının bazen tek başına bazen birlikte tetiklediği gezilerin hemen tümü trajik öğeler içeren ve bir solukta okunan hikâyeleri ile anlatılıyorlar kitapta. Çok derine inmese de, anlatılan hikâyenin arkasındaki sosyal veya politik koşulların özetine de yer veren kitap tam da bir popüler eserden beklenmesi gerektiği gibi bilimsel bir inceleme düzeyinde olmaktan çok, okuyucuda bu incelemelerin peşine düşecek merakın uyanmasını sağlıyor ki kitabın hedefini tutturduğu anlamına geliyor bu. Örneğin birden fazla hikâyede karşımıza gelen hayalî El Dorado ülkesi ile anlatılanlar o derece heyecanlı maceralar ki bu efsane ile ilgili daha fazla araştırma yapmaya ihtiyaç duyuyorsunuz.

Galapagos’ın “Çıplak Barones”i, “Kongolu Jeanne D’Arc” veya “Riobambalı Penelope” gibi karakterlerin iyi birer örneğini teşkil ettiği şekilde hikâyelerin kahramanlarının tümü sinemada hayat bulmayı hak edecek cazibeye sahipler ve her bir hikâye yaşandıkları yerlerin “egzotizm”i ile birlikte bu karakterlerin hayatlarını görsel olarak daha da çekici kılabilir sinemada. Zaten hikâyelerin ve kahramanlarının bir kısmı sinemada hayat bulmuşlar da: Örneğin kitapta “İsyancı Conquistador” adlı bölümde anlatılan Aguirre, Werner Herzog’un 1972 tarihli “Aguirre, der Zorn Gottes – Aguirre, Tanrının Gazabı” filmi ile karşımıza çıkarken, Joseph Conrad’ın romanından adını alan “Karanlıkların Kalbi” bölümünde Francis Ford Coppola’nın bu romandan yola çıkan 1979 yapımı “Apocalypse Now – Kıyamet” filmindeki Albay Kurtz karakterinin yaşadığı yerlerde yaşananlar anlatılıyor.

Bu keşifler ve geziler kitabı coğrafya ve tarih meraklıları kadar, beyazların dünyanın dört bir yanında yaptıklarını hatırlamamızı da sağlıyor her ne kadar yazılma amacı bu olmasa da. Ancak beyazlar tarafından “keşfedilince” var olabilenlerin de hikâyesi bir yandan bu anlatılanlar her ne kadar ana karakterler çoğunlukla beyazlar olsa da. Okuması keyifli ve ilginç bir şekilde nostalji duygusu da yaratan bir eser bu.

(“Tales of the Equator – Latitude Zero”)