Bilim İş Başında – John Lenihan

İskoç fizik profesörü John Lenihan’ın çoğu “The Glasgow Herald” adlı gazetede ve bir kısmı da “Books and Bookmen” adlı dergide yayımlanan yazılarının bir araya getirildiği bir “popüler bilim kitabı”. Bilimi, “doğanın derinliğine araştırılması” olarak tanımlayan Lenihan’ın, bilimin günlük hayatımızın farklı alanlarındaki yerini akıcı ve keyifli bir şekilde anlattığı kitabının önsözünde yazar, bilimin “insanların hayal gücünü, sporun, siyasetin, edebiyatın veya tiyatronun harekete geçirdiği biçimde nadiren harekete geçirdiğini” söylüyor. Kitaptaki yazıların çekici yanı, işte bu hayal gücünü tetikleyebilecek, bilimi ve bilimle uğraşanları “sıradan” insanlara yaklaştırabilecek içeriklere sahip olmaları. John Fleming’in yazılara hem içerik hem mizah açısından katkı sağlayan çizimleri de okuma tecrübesinin keyfini arttırıyor.

Bilim ve teknoloji ile ilgili konuları popüler bir dil ile anlatan ama popülerliğin bilimsellikten uzağa düşüren tuzaklarından sıyrılmayı başaran bir derleme kitap bu. Yazıların pek çoğu okuyucunun günlük hayatının parçası olan konulara değiniyor ve herkesin anlatılanları bu ilişkilendirmeler aracılığı ile kolayca takip edebilmesini sağlıyor. Örneğin “Sıcak ve Soğuk” başlıklı yazı termodinamiğin yasalarını, sıcak-soğuk ve ısı gibi kavramlar üzerinden ilgi çekici biçimde anlatıyor okuyucuya. Yazılar bilime saygılı bir üslûba sahipler ama onu tabu haline getiren bir yaklaşımdan kesinlikle uzak; hatta Lenihan sık sık bilim adamlarını eleştiriyor da. “En İyisi İki Tekerleklisi” başlığını taşıyan ve keyifli bir bisiklet güzellemesi olan yazıda şöyle diyor: “Buhar makinesi gibi bisiklet de, bilimin yol göstericiliği veya bilimsel birikim olmadan da teknolojinin başarılı olabildiğine iyi bir örnektir. Aslında bisiklet, demirciler yerine bilim adamları tarafından tasarlanmış olsaydı, belki de hiç çalışmayacaktı.”

Bilimin farklı alanlarını kapsayan yazılar meraklıları için kimi ilginç bilgiler de veriyor: Neden insanların büyük bir kısmının sağ ellini kullanmayı tercih ettiği konusundaki teorilere yer veren (bunlardan bir tanesi, insanların vücutlarının ağırlık merkezinin sağda olması ile açıklıyor bunu) “Sağ ve Sol” ve İskoçların millî müzik aleti gaydanın kendine özgülüğünü açıklayan “Bilim ve Gayda” başlıklı yazılar buna örnek olarak gösterilebilir. “Bilim ve Toplum” başlıklı yazıda “Bilim, günümüzün diliyle söyleyecek olursak, yazılımdır; teknoloji ise donanım” diyen Lenihan, hemen tüm yazılarında -ve çoğunlukla da ufak bir mizah içerecek şekilde- konuya bilim tarrihinden ve gündelik hayattan bir olgu ile giriş yapıyor ve okuyucunun ilgisini baştan çekiyor böylece. Özetle, bilime sadece az ya da çok ilgi duyanların değil, düşünen ve sorgulayan herkesin okuyabileceği bir derleme bu ve bilimin yerine başka değerlerin hoyratça yerleştirildiği bizimki gibi toplumlarda ayrıca önemli.

(“Science in Action”)

Başıbozuk Günceler – Ece Ayhan

Kitabın arka kapağında “Türk edebiyatının asi İsa’sı” olarak tanıtılan şair Ece Ayhan’ın Ekim 1974 ile Ağustos 1990 arasındaki notlarını içeren güncesi. Beynindeki tümörün tedavisi için gittiği İsviçre’nin Zürih kentindeki günlerindeki notlar ile başlayıp Berlin’deki -güncede nedeni belirtilmeyen- ziyareti sırasındakiler ile bitiyor kitap. Kitap kronolojik olarak ilerlese de tarihler arasında büyük sıçramalar var; örneğin 1977 Temmuz’undan 1982 Mart’ına veya 1984 Eylül’ünden 1990 Mayıs’ına atlıyor günce. Arka kapakta “güncelleştirilmiş” ifadesi ile tanıtılan kitapta, güncelleştirmenin içeriği hakkında herhangi bir bilgi yok ama kitap boyunca kimi notlarda ilerideki bir tarihte olanlardan bahsedilmesi, bu düzeltmelerin Ayhan tarafından yapılmış olabileceği anlamına geliyor.

İsviçre’de çoğunlukla hastanede geçen veya sık hastane ziyaretlerini içeren günlere ait notlar muhtemelen şairin hastalığı ile de bağlantılı olarak hayli kısa çoğunlukla. Hastaneye ait izlenimler, Gazi Yaşargil başta olmak üzere doktorları ile konuşmaları ve ziyaretçileri ile ilgili notlar bunlar ve bir sanatçıdan çok duyarlı bir hastanın elinden çıkmış gibi görünüyorlar daha çok. Yazanın Ece Ayhan olduğunu bize hatırlatan o günlerde yanından olan veya onunla yazışan isimler daha çok. Güncenin daha sonraki bölümlerinde de görüleceği üzere pek çok ünlü sanatçı ile arkadaşlığı var Ece Ayhan’ın ve bir şekilde isimleri geçiyor kitapta. Nilgün Marmara, İlhan Berk, Tuncel Kurtiz, Tezer Özlü, Yaşar Kemal, Enis Batur ve Cemal Süreyya’nın da aralarında bulunduğu isimlere günce boyunca rast gelmek mümkün.

“Kendi yok oluşumuzu izlememiz için kendimizin yarattığı bir olanak zaman” diye yazmış 29 Kasım 1974 tarihli notta Ece Ayhan hastane yatağında. Hemen tüm İsviçre bölümü de notların kısalığı ve doğrudanlığı ile adeta bir sanatçının kendi yok oluşunun izlerini düşürdüğü bir havaya sahip ve bu notlar onun edebiyatçılığından çok hasta günlerini anlatıyor, şiirlerinde de kullandığı üslubu hatırlatan bir biçimle. Cümle sonlarında bir kelimeyi farklı bir zaman kipindeki hâli ile tekrarladığı cümleler sık sık yer alıyor bu İsviçre bölümünde (“Osmanlı haremleriyle ilgili bir araştırmasını okumuştum, okudum”, “Asım Midilli 58’lerde kalmıştır, kalık, kalmış” vb.). Gerek bu bölümde gerekse güncenin diğer pek çok bölümünde Ece Ayhan’ın hayli serbest çağırışımlarla yazılmış birer cümlelik notları da yer alıyor ve bunlar anlaşıldığı kadarı ile o gün okuduğu, araştırdığı, izlediği veya bazen sadece bir kelimenin çağrıştırdığı vs. bir şeylerle ilgili defterine aktardıkları. Örneğin 29 Eylül 1975 tarihli notta “hoca” dediği Gazi Yaşargil’in hastaneye döndüğünü yazdıktan hemen sonra, hoca kelimesinin neden olduğu çağrışım ile “öğretmen – öğrenci ilişkisi” ile ilgili bir paragraf yazıveriyor. Kitabın Berlin’deki günlerle ilgili son bölümü ise tek cümlelik veya bazen de tek kelimlelik notlar, alıntılar ve hatırlatmalarla dolu.

Ömrünün büyük bölümü ekonomik sıkıntı ile geçen, 1974’ten sonra vücudunda kalıcı izler bırakan hastalığı nedeni ile zor zamanlar geçiren, arkadaşları arasında huysuzluğu ile bilinen Ece Ayhan’ın edebî düşüncelerini veya çeşitli konulardaki yaklaşımlarını 1982’de başlayan Bodrum Gümüşlük ve 1990’daki Berlin günlerinde bulmak mümkün kitapta asıl olarak ve günceyi onun edebiyatçı yanı veya karakterinden çok, düşünsel zenginliğini, sorgulayıcılığını ve araştırmacı yanını tanımak için okumak gerekiyor. Aldığı onca not, geniş düşünce yelpazesi ve bir entelektüele yakışan derinliği ile bu İkinci Yeni şairini özellikle tanıyanların ilgisini çekecek bir günce bu.

Son Şenliklerin Davetlisi – Villiers de l’Isle-Adam

Jorge Luis Borges tarafından hazırlanan “Babil Kitaplığı” serisinden yayımlanan ve Fransız yazar Auguste Villiers de l’Isle-Adam’ın yedi ayrı hikâyesinin yer aldığı derleme. Borges’in bir hikâyesinden adını alan dizinin İtalyan yayımcısı Franco Maria Ricci’nin, Borges’in “düşsel edebiyatın mücevherlerini oluşturan metinleri bir araya getirdi”ğini söylediği kitaplardan biri olan derlemenin önsözünde -diğer kitaplarda olduğu gibi- Borges’in yazarı tanıtan ve hikâyeler hakkındaki kısa yorumlarını içeren bir metni yer alıyor.

Kitapta yer alan yedi hikâye serinin ruhuna uygun ve her biri farklı bir etkileyiciliğe sahip ama tümünde bir şekilde “oyun” kavramının varlığını hissediyorsunuz. Borges’in “seçkideki en iyi öykü” olarak tanımladığı “Vera”, bir engizisyon kurbanına oynanan oyunu anlatırken, umut etmenin nasıl bir korkunç işkenceye dönüşebileceğini müthiş bir dil ile anlatıyor. Buradaki “Ama ruhundaki bildik umut, en berbat sıkıntılara çare olan şu tanrısal Belki’yi kulağına fısıldıyordu” cümlesi öykünün ruhunu çok iyi anlatan bir ifade. Her öykünün başında bir alıntıya yer vermiş yazar ve buradaki alıntı da Oscar Wilde’ın yine engizisyon döneminde geçen bir öyküsü olan “Kuyu ve Sarkaç”dan alınan “Ah! Bir ses, haykırmak için bir ses” cümlesi olmuş.

“Tse-i-la’nın Serüveni” başlıklı öykü bir yöneticinin karşısına müthiş bir sırrı bildiğini söyleyerek çıkan ve karşılığında bolca ödül isteyen sıradan bir adamın oyununu anlatıyor. “Bir sırrı en değerli kılan şey, etrafta bu sırra yalnızca senin sahip olduğunun bilinmesi değilse nedir” diyen adamın zekâ dolu oyunu hikâyeye vurucu bir güç kazandırmış. “Koz” adlı öyküde bir kumar masasında (yine bir oyun söz konusu) tüm parasını yitiren “dinsiz” bir rahibin ortaya koz olarak kilise kurumunun sırrını sürmesi anlatılıyor. “Kraliçe Ysabeau” acımasız bir kraliçenin gizli aşığının bir bahiste (oyun!) söylediği söz üzerine ondan intikam olmak için oynadığı oyunu; kitaba adını vermek üzere seçilen “Son Şenliklerin Davetlisi” tuhaf bir tutkusu olan bir zengin adamı; “Karamsar Anlatı Daha Karamsar Anlatıcı” adlı öykü tiyatro ve düello gibi “oyun”lar üzerinden oyun dünyasının gerçek hayattaki karşılığını bulmayı ve son öykü “Vera”, tutkulu bir aşkla bağlandığı karısının ölümü üzerine oynadığı oyuna kendisi de inanan bir adamı anlatıyor.

Yazarın “Acımasız Öyküler” adlı kitabından Borges’in seçtiği bu öyküler, yazarın gizem ve korku alanlarındaki ustalığını yansıtan, düşsel atmosferi ile hüznü ve gerilimi önümüze seren ilginç metinler olarak keyifli bir okuma serüveni sunuyor okuyucuya.

(“Contes Cruels”)

İspanya Büyüsü – Selâhattin Batu

Edebiyatçı, siyasetçi ve akademisyen Selahattin Batu’nun ilk kez 1972 yılında yayımlanan kitabının adı her ne kadar “İspanya Büyüsü” olsa da sadece orada değil, Londra’da geçen günlerini de kapsayan bir gezi notları eseri bu. 1968’in Ağustos ayında vapurla çıkılan bir yolculukla başlıyor gezi ve Londra’daki Hampton Court’u anlattığı son notun tarihi Aralık 1969. Bu uzun geziden kitaba yansıyan notlar, bir klasik gezi günlüğünde göreceğiniz türden olmadığı gibi, rehber niteliğinde yazılar da değil. Daha henüz vapurdayken yazdığı notlardan başlayarak, gördüklerinin kendisinde bıraktığı izlenimleri ve zaman zaman da çağrıştırdıklarını yazmış Batu.

Kitaptaki notlar İspanya’nın Barcelona, Madrid ve Avila kentleri ile İngiltere’nin Londra kentinden izlenimleri getiriyor okuyucunun önüne. Tüm kitap hayli lirik bir dil kullanılarak yazılan notlardan oluşuyor ve kenti tanıtmaktan yazarın çok orada gezdiği müzelerdeki eserler, tarihî binalar ve parkları anlatıyor bize. Örneğin Barcelona’dan kitaba yansıyanlar, Batu’nun Picasso müzesinde gördüğü eserlerden yola çıkarak yazdığı ve sadece eserleri tanıtan değil, aynı zamanda onların çağrıştırdıkları ve sanatsal yaratıcılık üzerine düşünceleri aynı zamanda. Akdeniz uygarlığına övgülerin özellikle vapurda geçen günlerdeki notlara yansıdığı kitapta, yazarın hümanist bakışı da kendisini sıkça gösteriyor. Madrid’in “Velázquez mavisi” göklerinden yola çıkarak gökyüzünün genel olarak çağrıştırdıklarına, bir gece oturulan bir parktaki izlenimlerden yola çıkarak şehirlerde gece ve gündüz hayatlarının karşılaştırmasına ulaşan yazarın Madrid’de buluştuğu ünlü İspanyol filozof José Ortega y Gasset hakkında yazdığı “Düşünce şiirle karışmıştır onda” cümlesini bu kitabın kendisi için de rahatça kullanabiliriz sanırım.

İspanya’dan sonra, Londra’da Hyde Park ve diğer parklar, National Gallery’deki ve Royal Festival Hall’daki Van Gogh sergisindeki eserlerle ilgili notlarla süren kitapta, yazarın özellikle Van Gogh’un resimleri için yazdıkları hayli lirik bir anlatıma sahip ve neredeyse her bir tablo için birer “nesir şiir” yazmış Batu. Tanık olduklarına bir entelektüel gözü ile bakan ve ne hissettiyse onu yazan Batu’nun bir dönem milletvekili olduğunu hatırlayınca ve meclisin bugünkü “düzey”ini düşününce, yitirdiğimiz kimi değerleri de acı bir biçimde hatırlatıyor kitap.