Attilâ İlhan’ın 90’lı yıllarda çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanan yazılarından derlenen kitap, yazarın deyimi ile Türkiye’nin 30’lu yıllarda başlayan “totaliterlik” eğiliminden arada demokrasiye pek de uğramadan 90’lı yıllardan itibaren küreselleşmeye savrulmasını analiz ediyor. Yazarın başka yazıları da “Hangi…” serisinden “Sol”, “Batı” ve Atatürk” gibi diğer başlıklarda derlenip yayınlanmıştı. Kitap tüm derlemelerde olduğu gibi “tekrarın” izlerini taşıyor ve İlhan’ın 91-97 arasındaki yazılarını ardı ardına okuyunca bunu daha önce okumuştum hissine kapılmaktan kurtulamıyorsunuz. Bu bir kenara bırakılırsa, İlhan ısrarla şu temel savın peşinde tüm yazılarında: 30’lu yıllarda “Müdafaa-i Hukuk” ve “Misak-ı Milli” kavramlarından uzaklaşmaya başlayıp dünyadaki totaliterizm rüzgârına kapılan Türkiye’nin bugün de ve üstelik ülke yöneticilerinin dışardan teşvikli gönüllülüğü ile adına küreselleşme denen yeni sömürü düzenine geçmiş olması. Zaman zaman Türk halkının “karakteri” icabı bu yeni düzene geçişte karşısına engel çıksa da yöneticilerimizin, İlhan’ın kitabın önsözünde alıntıladığı gibi “Gün gibi ayan oldu içime, encamı fenadır bu gidişatın”. Üstelik İlhan bunları bugünlerde küçük emperyalist olmaya soyunmuş Türkiye’yi görmeden yazmış.
Kategori: Okuduklarım
Kırk Katır Kırk Satır – Ahmet Şık / Ertuğrul Mavioğlu
Sonsuza kadar sürecek görünen ve gerçek ile yalanın birbirine karıştığı, daha doğru bir deyiş ile karıştırıldığı, ve “ileri demokrasimizin” göstergesi olarak gösterilen davalardan birinin içeriğini anlamak için okunmasında yarar olan bir kitap. “Kontrgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu” adlı ilk cildinde çok fazla yeni şeyler söylemiyor olsa da Ergenekon davasının arkasındaki ilişkiler ve kontrgerillanın tarihçesine odaklanan kitabın “Ergenekon’da Kim Kimdir?” adlı ikinci cildi ise davada adı geçen hemen herkesi önem derecesine göre kısalı uzunlu ve dava ile ilişkilerine ağırlık veren hayat hikâyeleri ile anlatıyor. Özellikle ikinci cildin kitabın basımından sonra da zanlı listesi uzamaya devam eden davanın tüm karakterlerini anlatması iyi ama bu cilt daha çok iddianamenin bir özeti gibi duruyor ve özel bir araştırma gazetecilik havası taşımıyor pek. Kitabın yazarlarından biri olan Ahmet Şık’ın Ergenekon davası ile ilişkilendirilerek bir yılı aşkın süredir tutuklu olmasının ülkenin içinde bulunduğu akıl tutulmasının çarpıcı bir örneği olduğu, kitap okunduktan sonra çok daha iyi anlaşılıyor. Kimi zaman tarafsız gibi duran kimi zaman ise söz konusu davalının ismine bağlı olarak isnat edilen suçun gerçekliğinin veya gerçek dışılığının yanında taraf tutan kitap hem ülkenin durumunun hem de davanın içeriğinin iyi bir özeti ve pek çok benzerinin aksine objektif tutumu ile öne çıkıyor ama yine de okumayı bitirdiğinizde yeterlilik açısından bir eksikliğin hissedildiği de açık.
Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti, “Safa Önal Kitabı” – Yasemin Arpa (Söyleşi)
Filme çekilen 395 senaryo ile bir dünya rekorunun sahibi olan Yeşilçam’ın altın yıllarının senarist ve yönetmenlerinden Safa Önal ile yapılan bir nehir söyleşi. Sanatçı ile konuşan Yasemin Arpa ustalıklı bir şekilde yönetmiş bu uzun bir zamana yayılan konuşma serisini ve tüm kitabı adeta doğal bir akışı olan bir biyografiyi sohbet ortamında dinliyor gibi okuyorsunuz. Safa Önal’ın muhteşem hafızasının ve ustalıklı dilinin çok ciddi bir katkıda bulunduğu bir kitap bu. 1953 yılında içine girdiği Türk sinemasının hemen tüm isimlerini içeren anıları, derin bir sevgi ile bağlandığı ve andığı sinema hayatından aktardıkları ve bugün artık pek örneği kalmamış İstanbul’lu bir Cumhuriyet çocuğu bakışı ile Önal kitabı hayli çekici kılıyor. Sanata, sanatın her dalına ve sanatçılara duyduğu derin hayranlığın izlerini taşıyan, ezberden okunan bir şiirden 50’li yıllarda bir gece kulübündeki şarkıcının kıyafetinin güzelliğine geçiş yapılan bu eserin dikkat edilmesi gereken tek bir tarafı var: Kitabın tüm sayfalarından yoğun bir nostalji taşıyor dışarıya. Tüm emeğini yedinci sanata adamış, hem güzel yaşamış hem çok çalışmış bir insanın portresini çiziyor kitap ve 80’li yıllarla birlikte hızla dönüştürülen bir toplumun geride neleri bıraktığının acı bir şekilde altını çiziyor. Önal birkaç ufak istisna hariç herkesi saygı ama en çok da sevgi ile anıyor. Kırıldıklarını bile anlamaya çalışıyor ve o yılların şimdi küçümsenen filmlerinin arkasındakileri ve en çok da emeği anlatıyor bize. Samimiyetini kaybedip hoyratlaşan bir toplumun bireyleri olarak kitaptan alınacak çok dersler var.
Bitmeyen Yolculuk / Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı – Adnan Bostancıoğlu (Söyleşi)
1980 öncesinde Dev-Genç ile başlayıp THKP-C ve Dev-Yol ile süren, 1980 sonrasında ÖDP ve Birgün gazetesi ile devam eden bir devrimci hayatının uzun bir söyleşi formatında anlatılan hikâyesi. Özellikle o günlere pek aşina olmayanlar veya sadece kulak dolgunluğu olanlar için çok daha cazip olan kitapta “içeriden” bir anlatımla aktarılan bu hikâye belki o dönemin bilinmeyenlerini ifşa eden bir yapıda değil ama ondan çok daha önemli bir yarar sağlıyor okuyana. Sarsılmaz bir inançla peşine düşülen bir hedefin ve o hedef için verilen tüm mücadelelerin kişisel roller asla abartılmadan, samimi ve dürüst bir içerikle paylaşıldığını hissediyorsunuz kitabı okurken. 12 Eylül’den sonra Dev-Yol’un pasif kaldığı suçlamalarına (bu suçlamanın anlamsızlığı bir yana) tutarlı cevaplar içeren kitap Müftüoğlu’nun kibar yaklaşımından dolayı sansasyon peşinde koşanları mutlu edecek kişisel suçlamalara girmiyor ama Hasan Cemal ve Murat Belge’ye bir açıklama getirme amacı ile verilmiş kısa da olsa cevaplar da içeriyor.
Kitabın bıraktığı en temel duygu, çekilen tüm sıkıntıların ve görülen işkencelerin de ötesinde, toplumsal bir idealin peşinde koşan insanların dünyasına bir kez daha tanık olmanın bıraktığı acı bir tat oldu. Savunulan her ne olursa olsun, insanların bireyselliklerini bir kenara bırakmayı başararak inandıkları uğruna mücadele edebildiği bir dünyanın ve elbette bu mücadele hakkının hem kişinin kendisi hem de yaşadığı toplum tarafından doğrulanmasının özlemi.