Dead of Winter – Arthur Penn (1987)

“İşin parası iyiymiş ve adam da çok kibarmış”

İş arayan ve aldığı bir teklif üzerine çekimler için ıssız bir yerdeki malikâneye giden kadının başına gelenlerin hikâyesi.

1960 ve 70’li yıllarda çektiği hayli parlak filmlerden sonra 80’lerdeki vasat filmlerle kariyerini sonlandıran ABD’li yönetmen Arthur Penn’den bu gerilim filmi sondan bir önceki çalışması. Esinlendiği Joseph H. Lewis’in 1945 tarihli “My Name is Julia Ross” filmine selam gönderen ve bunu hem az da olsa esinlendiği konusu ile hem de doktor karakterine o filmin yönetmeninin ve hikâyenin başında öldürülen kadın oyuncuya da aynı filmin baş karakterinin adını vererek yapan filmin, orijinal senaryosu Marc Schmuger ve Mark Malone tarafından yazılmış. 1945 tarihli filmin senaryosunun Anthony Gilbert adı ile yazan kadın yazar Lucy Beatrice Malleson’un “The Woman in Red” adlı romandan uyarlandığını da belirtelim bu arada; dolayısı ile bu roman da filmimizin kaynaklarından biri. Filmin yönetmenliğini son anda ve gönülsüzce devralmış Arthur Penn ve ortaya vasatı nadiren aşabilen bir korku/gerilim filmi koyabilmiş ne yazık ki. Senaryodaki boşluklar ve mantık hataları ve Penn’in türün ihtiyacı olan türden bir mizansen anlayışını yeterince yaratamamış olması filme zarar vermiş ama yine de başroldeki Mary Steenburgen’ın çabalarının da katkısı ile “ıssız bir yerde tutsak alınan kadın” temalı filmlerden hoşlananların ilgisini çekebilir.

Filmin senaristlerinden biri olan Mark Malone kariyerindeki tek oyunculuk denemesinde kadın oyuncunun kardeşini canlandırırken (ki oyunculuğa devam etmemiş olması sinema dünyası için pek de bir kayıp olmuş görünmüyor), diğer senarist Marc Schmuger ise çekimlerin başında filmin yönetmenliğini de üstlenmiş. Ne var ki sonuç pek iyi olmayınca Arthur Penn çekimleri çok da istemeden üstlenmek zorunda kalmış. Filmin temel sıkıntıları senaryosundaki problemlerden kaynaklanmış görünüyor. Seyrederken karakterin (özellikle baş karakterin) neden öyle değil de böyle davrandığını anlayamadığınız ve böyle olunca da filmin amaçladığı korku/gerilim hissinin yerini bir boşluk hissinin aldığı filmlerden biri bu. Senaryo iyi işleyebilse ve özellikle inandırıcılık problemlerini aşabilmiş olsa, zeki bir planın hikâyesini izlemenin keyfini yaşatabilirmiş ama film bir türlü duyguyu uyandıramıyor. Kim bilir, belki de bu “zeki” planının kendisidir sorunun kaynağı. Schmuger ve Malone ikilisi filmin gerilimini yavaş yavaş arttıran ve aradaki küçük/orta düzeyli zirvelerle ilerlerken finalde asıl zirvesine ulaşan bir hikâye yaratmayı denemiş ama bunda yeterince başarılı olamamışlar. Belki kadının bir kukla olarak kullandığı oyunu yaratan doktor ve uşağının planındaki zekâya referans veriyor ama diyaloglarda sıkça satranç oyununun geçmesi, bir beklenti yaratıp sonra boşa düşen öğelerden biri olarak rahatsız ediyor. Evdeki doldurulmuş ayı figürleri ise olmamış bir sahne dışında ne bir korku ne de tedirginliğin parçası olamayınca, anlamsız kalıyor kesinlikle. Kadının kocasının bacağının alçıda olması da tıpkı satranç oyunu gibi hikâyede bir yere bağlanacak (onun hareketlerini kıyaslayarak bir gerilim unsuru olmak vb.) beklentisini yaratan ama adamın zıplayarak yürümesine neden olmak dışında hiçbir etkisi olmayan bir öğe olarak kalıyor. Şöminede yakılan ehliyet konusuna ki aslında hikâyenin gelişimi için çok önemli hiç girmemekte yarar var!

Doktor ve uşağı karakterleri konusunda ise başta kafaları bir parça karışmış gibi görünüyor senaryoyu yazanların ve ciddiyet ile karikatürleştirme arasında kalmışlar sanki ama ikinci yarıda ilkini ciddi, ikinciyi ise deli bir kötülüğün uygulayıcıları olarak resmederek toparlamışlar kendilerini. Benzer şekilde filmin ilk yarısında kadının nasıl kurtulacağı ile oynanan oyunun ne olduğu seyircinin dikkatini isteyen iki ayrı güçlü konu olarak zaman zaman birbirinin aleyhine çalışırken, ikinci yarıda film temel olarak kadının kendisini kurtarma çabasına odaklanıyor ve vasatı aşamayan bir şekilde de olsa odağını buluyor gibi görünüyor.

Mary Steenburgen güçlü olmayan senaryonun tüm gereklerini aksamadan yerine getirerek koşuyor, kaçıyor, saklanıyor, çığlık atıyor, hatta öldürüyor ve hikâyeyi sürüklemeyi başarıyor. Doktor rolündeki Jan Rubes ve uşağı rolündeki Roddy McDowall da sağlam oyunculukları ile onu destekliyorlar ve filmin en azından bu alanda sınıfı geçmesini sağlıyorlar. Onların karakterleri arasındaki hasta – doktor ilişkisi olarak başlayıp efendi – uşak halini alan ilişki ise farklı okumalara açık bir yapı içerse de senaryo bu konuyu yeterince başarılı işleyemediğinden, o denli de etkileyici olamıyor. Tümü olmasa da birkaç sürprizli anı, oyuncuları ve hikâyeye uygun set tasarımı ile bu korku/gerilim filmi ilgi çekmeye aday yine de. Bir evde kapana kısılmış olan bir karakteri anlatan çok daha iyi filmler var sinema tarihinde kuşkusuz ama Richard Einhorn’un çoğunlukla atmosferi desteklemeyi başaran (ama bir parça tanıdık gelen müziği) ve Jan Weincke’nin özellikle karlı sahnelerdeki başarılı görüntülerinin de katkısı ile bu film de bir göz atılmayı hak ediyor.

(“Kışın Ortası”)

(Visited 175 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir