Değirmen – Atıf Yılmaz (1986)

“Yok kaymakam, buraları fukara mahalleleri. Buraları sarsan zelzele başka zelzele”

Bir kasabadaki alem gecesinde meydana gelen “deprem”in neden olduklarının hikâyesi.

Reşat Nuri Güntekin’in 1944 tarihli aynı adlı kısa romanından Barış Pirhasan’ın uyarladığı ve Atıf Yılmaz’ın yönettiği 1986 tarihli bir film. Daha önce Turgut Özakman’ın “Sarıpınar 1914” adı ile tiyatroya da uyarladığı roman Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde yavaş yavaş çökmekte olan bir imparatorluğun izlerini yoksul bir kasabanın halkı ve yozlaşmış devlet görevlileri üzerinden anlatır bize. Başroldeki Şener Şen’in sürüklediği (ama zaman zaman önüne de geçtiği) film 80’li yılların boğucu günlerinde ve sansür kurulunun reddettiği bir senaryo ile çekilmiş. Eğlenceli, ara ara bu duyguyu yitirir gibi olsa da genel olarak temposu yerinde ve geri adım atılamayan bir yanlış anlamanın neden olduklarının sembolü olduğu bir dönemi ve toplumu bugünlere de göz kırpan bir biçimde anlatan ve ilgiyi hak eden bir çalışma.

Halkın yoksulluğu ve devlet karşısındaki aczi, kasabadaki hükümet konağı dahil tüm binaların yıkık dökük hali, devlet memurlarının “bugün git, yarın gel” anlayışları, kasabanın zenginin egemenliği ve mühendis ile hocaların toplumdaki ayrışmayı anlatan çatışmaları… Hikâyemiz tüm bunları gösterirken, Şener Şen’in canlandırdığı iyi niyetli ama düzene de pek müdahale eder görünmeyen kaymakamın ailesinin yokluğunu da fırsat bilerek, kasabanın zengininin evindeki alem gecesine katılması ve bu eğlencede tüm kasaba erkeklerinin aklını başından almışa benzeyen Nadya’nın attığı göbeklerden sarsılan evin deprem olduğu paniğine yol açması ile gelişen olayları anlatıyor. Bir gazeteye çekilen “zelzele oldu” telgrafı önce tüm ilin, sonra İstanbul’daki hükümetin ve hatta Batılı ülkelerin işin içine karışmasına neden oluyor. Ortada bir deprem vardır ama bu hissedilen sarsıntı artık yönetilemeyen bir devletin çökerken beraberindekileri de sürüklemesi kaynaklıdır ve ülkenin en ufak memurundan tepedeki şehzadeye kadar herkesi içine alan bir yozlaşmanın (Tevfik Fikret’in “Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştihâ sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin” mısralarını işitiriz bir karakterin ağzından) göstergesidir tüm olan biten. Depremin buradaki sembolik anlamının yanısıra, seyrettiğimiz hikâye kasabaya gelen Avrupalılar’ın yoksul halka bakışlarını o dönem Osmanlı İmparatorluğu’nu hasta adam olarak nitelemelerine bir gönderme olarak kullanmak veya Batılı görünümlü ve fikirleri pozitivizmden yana olan mühendis ile yerel din adamlarının çatışması üzerinden dönemin çatışmalarını hatırlatmak gibi yollara da başvuruyor eğlenceli bir şekilde. Her ne kadar tüm bunları anlatırken kullandığı karakterlerin hepsini yeterince derinlikli işleyememiş olsa da, genel olarak filmin bu konuda belli bir düzeyi tutturmayı başardığını söyleyebiliriz rahatça.

Fikret’in şiirinin yanısıra, Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi” adlı şiirinin de aralarında olduğu kimi şiirlerin mısralarının da senaryoda akıllı ve doğru kullanımı dikkat çekiyor. Buna karşılık filmin senaryosunun bu hasta devletin tedavisinin ne olduğu kısmını vurgulayan bölümleri hak ettiği çarpıcılıkla ele almadığını söylemek gerekiyor. Kaymakamın geçirdiği dönüşüm (sakalını kesmesi, doğaya çıkması, spor yapmaya başlaması, harap durumdaki evinin tamirine kendisinin de fiilen katılması yani işin başına geçmesi bir bakıma ve halkla ilk kez gerçekten konuşmaya başlaması vs.) bütünlüklü bir bakışla anlatılamamış filmde ve hem spor hem de özellikle doğa sahnesinde komedinin ağır basması mesajın gerilere itilmesine neden olmuş ki mesajı olan ve sembolleri ile hep bunun peşinde koşan bir hikâye için doğru bir tercih olmamış bu. Örneğin kırda kelebek peşinde koşma sahnesi, evet eğlenceli ve Şener Şen çok iyi ama kaymakamın çocuksuluğunu sergilemek ve seyirciyi güldürmek gibi yanlış bir çabanın ürünü gibi görünüyor.

Romana/filme değirmen adının verilmesini hikâyeye uygun olarak iki farklı şekilde açıklamak mümkün. Zelzele haberinden sonra kasabaya gelen herkesi, gazeteciden Kızılay görevlilerine, hasta imparatorluğun tam anlamı ile sembolü gibi olan mutassarıftan şehzadeye kadar herkesi kendi içine alıp çarkları arasında tıpkı bir değirmen gibi öğüten bir düzenin varlığı da, kaymakamın kendisinden başlayan değişim çabasının Osmanlı’nın asla eksik olmayan oyunları sonucu bir işe yaramaması, bir başka deyiş ile bireysel bir değişim ile yani taşıma suyla değirmenin döndürülemeyeceği gerçeği de bu ismin açıklayıcısı olabilir. Finalde dünya savaşının başladığını bildiren telgrafı getiren yardımcısının “Şimdi ne olacak” sorusunu “Bilmem” diye cevaplarken, kaymakam asıl zelzelenin geldiğini ima ediyor bir bakıma.

Baştaki günümüzde geçen sahnenin çok bir şey katmadığı, Serap Aksoy’un ilk sinema filminde balerin adımlarından yeterince uzak duramaması nedeni ile dansöz göbeğinin etkisinin gerektiği kadar yansıtılamadığı film, Arif Erkin’in zaman zaman fazla kendisini belli etmesine rağmen başarılı müzik çalışması, Şener Şen’in keyifli oyununa başarı ile eşlik eden ve yardımcısı jandarma erini canlandıran Ali Erkazan’ın performansı, günümüze kimi göndermeleri (özellikle “matbuat yasağı” bölümü) ve bugün de geçerli olan “fakir fukaraya her gün deprem” gerçeğini sergilemesi ile de dikkat çeken ve 1980’li yılların Türkiye sinemasından görülmeyi hak eden bir çalışma özet olarak.

(Visited 963 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir