Fransız yazar Gustave Flaubert’in 1869 tarihli klasiği, “Duygusal Eğitim – L’Éducation Sentimentale”. Yazarın yedi yılda tamamladığı roman temel olarak İkinci Cumhuriyet’in 1848’de kuruluşunu sağlayan devrim ve 1852’de İkinci İmparatorluk döneminin başlaması sırasında genç bir adamın, etrafındaki sosyal ve siyasi dönüşümler sırasında yaşadıklarını anlatıyor. Flaubert baş karakter Frederic’i kendi hayatından esinlenerek oluşturmuş ve aşık olduğu kendisinden yaşça büyük evli bir kadına olan tutkusu etrafında onun toplumsal olaylar karşısındaki “eylemsizlik” olarak adlandırılabilecek günlerini aktarmış okuyucuya.
Kitabın sonuna eklenen sonsözde profesör Philippe Desan kurmaca yazarlığı ile tarih yazarlığının karşılaştırmasını yapıyor bu romanı baz alarak ve Flaubert’in romanı yazarken en çok korktuğunu söylediği konulardan biri olan tarihsel gerçeklerin karakterlerini gölgede bırakması üzerine okuması keyifli bir değerlendirme yapıyor. Flaubert’in etrafında devrim niteliğinde olan olaylar olup biterken vuslata eremeyen bir aşkı içinde hep taşıyan ve bu aşkı diğer tüm ilişkileri için nerede ise referans olan genç adamı doğrudan olumlu veya olumsuz bir karakter olarak çizmemesi ilginç. Romanın başında orta sınıftan bir karakter olan ve sonunu da öyle getiren bu genç adamın içine girdiği sanat, siyaset vb. tartışmalara ve sık sık olayların tam göbeğinde olmasına rağmen diğer pek çok karakterin aksine doğrudan bir eyleme girişmemesi, örneğin Paris sokaklarının yakılıp yıkıldığı bir gece randevusuna gelmeyen aşık olduğu kadının neden olduğu acı içinde kıvranması, onun toplumsal olan konusundaki eylemsizliğinin örnekleri. Aristokrasi, burjuvazi, kapitalizm, emekçi sınıfı vb. kavramlar roman boyunca olayların parçası veya karakterlerin aksiyonlarının nedeni olurken, Flaubert bu yoğun tarihsel arkaplanda karakterlerinin yitmemesini sağlamış ve korktuğu akıbete uğramamış görünüyor.
Baş karakter olan Frederic’in ağzından duyduğumuz “halkın bir önemi yoktur” sadece onun değil Flaubert’in de görüşü olsa gerek. Devrim sırasında ve sonrasında yaşananlar çok da bilinçli hareket ediyor görünmeyen bir halk kalabalığı tasvir ediyor çünkü. En azından kitabın başında sosyalist bir karakter olan Senecal’in yazarın en az sempatik yaklaştığı karakterlerden biri olması da ilginç bir ayrıntı. Yazar tüm farklı ideolojilerin ve sınıfların adamlarını birer birer karşımıza getirirken, hepsini eleştirisinin parçası yapıyor aslında ve zaman zaman bu derin konular, korktuğunun tam tersi bir yönde olarak, onun kurgusal olaylarının ve karakterlerinin gölgesinde kalıyor. Flaubert’in en sempatik yaklaştığı karakterin tam bir mert halk adamı olan Dussardier karakteri olduğunu da söyleyelim burada.
Tüm klasiklerde olduğu gibi burada da benzersiz ve uzun tasvirleri var yazarın. Yemek davetlerinde, at yarışlarında vs. toplumun sıkı bir resmini çiziyor, detaylara yoğunlaşarak ve adeta o anların görsel bir karşılığını satırlarda yaratarak. Çeşitli bölümlerde adeta bir izlenimci tabloya bakarken alınacak keyfi alabilirsiniz kitabı okurken. Buna karşılık edebi gerçekçilik akımının bir örneği olan kitap, günlük sıradan olayları, nesneleri ağırlıklı olarak ele alıyor ve romantik bir edebiyatın uzağında duruyor kesinlikle. Romanın adının aksine Frederic karakterinin bir şey “öğrenmediğini” düşünmek mümkün kitabı bitirdikten sonra. Romanın sonunda yazar, arkadaşı ile en güzel günlerinin geride kaldığını konuşurken, tanık olduğumuz tüm hikâyesi boyunca yaptıklarının ve yapmadıklarının şimdiki “hüznünün” doğal sonucu olduğunu ve dolayısı ile duygusal eğitiminin çok da başarılı geçmediğini kabul etmek gerekiyor.
Çeviri ile ilgili birkaç not: Cemal Süreya’ya ait olan çevirinin kitaba ayrı bir tat kattığı açık. Ne var ki kimi küçük itirazımlar var burada. “Ağaç türlerinin değişikliği değişik bir görünüm meydana getiriyordu” (Sf. 369) veya “Başka bir korku, ileride ondan nefret etme korkusunu duyuyordu. İleride ondan nefret etme korkusu durdurdu onu” (Sf.476) gibi kelime ve ifade tekrarları daha çok bir editör hatası gibi duruyor. Kralların isminin Türkçede alıştığımız gibi XIV. Louis şeklinde değil, Batı dillerinde olduğu gibi Louis XIV olarak yazılması ve Dessan’ın sonsözündeki romana yapılan göndermelerin elimizdeki kitabın sayfa numaraları ile değil, kitabın bir İngilizce baskısının sayfa numaraları üzerinden oluşturulması da pek doğru gelmedi bana.
(“L’Éducation Sentimentale”)