“Bu kapıdan çıktığında, hep ileri bak Ulrik. Hep ileri!”
On iki yıllık hapis cezasının ardından yeniden hayata karışmaya çalışan bir adamın hikâyesi.
Kara mizah, komedi ve dram arasında gidip gelen ve hem keyif hem hüzün veren bir film. On iki yılını kaybeden bir insanın bu kayba neden olan tutum ve davranışlarını sürdürmek veya kaçırdığı bir hayata tutunmaya çalışmak arasında kalışını anlatan senaryosu ile seyredeni kendisine bağlayabilecek bir çalışma.
Kuzey Avrupa sinemasına özgü o “komik ve garip küçük insanlar” üzerine bir hikâyesi olan film, kişisel doğrusunun peşinde olan ve o doğrunun peşinde çabalarken mizah ile süslenmiş küçük olaylar yaşayan bir insanı anlatıyor. Bu doğrunun peşinde gidişi kaba bir allegori ile de olsa bir yol hikâyesi diğer karakterleri de bu yolda karşılaşılan tuhaf karakterler olarak görmek mümkün. Bu gözle bakılınca da esprili, sıcak, tuhaf ve mutlu bir yolculuk bu.
Kendisi değişmeye çalışan kahramanımız, bu değişim çabası sırasında diğerlerini de şu ya da bu yönde ama çoğunlukla olumlu yönde etkiliyor. Örneğin aynı zamanda filmin en komik anlarına sahne olan “ev sahibinin yemek karşılığı seks talebi bölümleri”, bu bezgin kadının hem sunduğu yemeklerin gittikçe zenginleşmesi hem de giydiklerinin gittikçe güzelleşmesi ile sembolize edilerek onun da hayata belki “sahiplenme ve kıskançlık” üzerinden de olsa bağlanmasını anlatıyor. Tamircideki sekreter ve kahramanımızın oğlu ile ilişkisi de yine bu olumlu etkilenmenin örnekleri olarak gösterilebilir. Başta baş roldeki Stellan Skarsgård olmak üzere tüm kadronun rollerinin hakkını verdiği filmde, Skarsgård oğlunun mutluluğuna uzaktan eşlik ettiği sahne başta olmak üzere tüm hikâye boyunca seyredeni kendi yanına çeken ve macerasına eşlik ettiren sıcak bir oyun veriyor. Kendisi hapiste iken değişen dünyaya uyum sağlamaya çalışırken yaşadığı zorlukların bir çeşit sembolü olan kapalı alanda sigara içememek sahnelerinde ve sakin tavrını hemen hiç bozmadan kaba kuvvet kullandığı anlarda oldukça etkileyici olmayı başarıyor.
İntikam almak ile affetmek/affedilmek arasında tercihini yapmaya çalışan bir adamın bu hikâyesi insanların herhangi türden bir ilişkiye başlarken veya bir ilişkiyi sürdürürken kendilerine ket vuran ve onları bireysel güvenli alanlarında kalmaya zorlayan “korkaklıklarını da” karşımıza getiren akışı ile de ilgiyi hak ediyor. Finaldeki yüzünü aydınlatan güneşte keyifle sigarasını içen adamın hikâyesi büyük sözler etmeden hayat ve ilişkiler üzerine söyleyeceği olan, eğlendirici olabilen ve etrafımızın düşündüğümüzden çok daha fazla bireysel yalnızlıklar ile sarılı olduğunu gösteren bir içeriğe sahip. Yeterince çarpıcı değil ve belki zaman zaman kolaya kaçan bir yapıya sahip ama yine de kesinlikle kayda değer bir film. “Çete reisi ve avanesi” ise diyalogları ve karakterleri ile bazı anlarda filmin kendisini de aşan ve kendi başına küçük bir filmi hak edecek güzellikte ve oldukça eğlenceli.
(“A Somewhat Gentle Man” – “Az Buçuk Kibar Bir Adam”)