En Terrains Connus – Stéphane Lafleur (2011)

“Belki de aile olmak için artık çok geç”

Bir erkek ve bir kız kardeşin gelecekten geldiğini iddia eden bir adamın söylediklerinden sonra değişen sıradan ve keyifsiz hayatlarının hikâyesi.

Kanadalı yönetmen Stéphane Lafleur’ün ikinci uzun metrajlı filmi sıradan iki karakteri ele alan ve “gelecekten gelen adam” gibi fantastik bir öğeye sahip olmasına rağmen gerçekçi anlatımı ile dikkat çeken bir çalışma. Kimilerine fazlası ile minimalist gelebilecek eser, iki baş oyuncusunun ekonomik ve sıcak oyunu ve özellikle çok başarılı finali ile ilgiyi hak eden bir film.

Francis La Haye’in oynadığı Benoit ve Fanny Mallette’in canlandırdığı Maryse karakterleri biri erkek ve hâlâ babası ile yaşayan, diğeri ise kadın ve evli olan iki kişi. Her ikisi de hayatlarından pek memnun görünmeseler de filmimiz özel herhangi bir neden belirtmiyor bunun için. Hikâye ilerledikçe anneleri beş yıl önce ölmüş iki kardeşin sıradan hayatlarına girmeye başlıyoruz ve girdikçe de “çekiciliği olmayan” bu karakterlere farkında olmadan aslında ne kadar ısındığımızı farkediyoruz. Yönetmenin bu becerisi finalin o çarpıcı duygusallığa sahip olmasını da mümkün kılıyor. Üstelik bu duygusallığı ne yapay öğelere başvurarak ne de filmin o ana kadar sakin ilerleyen anlatım tarzında bir değişiklik yaparak elde ediyor Lafleur. Finalde erkeğin kız kardeşine o son cümleyi söylediği ve onun da gülümsediği anda bu karakterleri ne kadar benimsediğinizi belki de ilk kez farkediyorsunuz. Benoit ilerleyen yaşına rağmen hâlâ babasına muhtaç görünen ergenlik çağındaki bir genç gibi. Kendisinden yaşça büyük ve ondan nefret eden küçük bir çocuğu olan kadınla yaşadığı ve pek yolunda gidiyor gibi görünmeyen ilişkisi adamın hayatında pek de mutluluk verici bir şey olmadığının bir göstergesi ama onun bu gri hayatının ve beceriksizliğinin asıl sembolü sık sık bozulan ve her defasında babasından yardım istemek durumunda kaldığı kızağı. Yönetmen Lafleur’e ait olan ve Valérie Beaugrand-Champagne’in katkıda bulunduğu senaryo benzeri bir gri hayatı kız kardeş için de getiriyor karşımıza. Onun da beceriksiz ve muhtaç bir yanı (erkek kardeşi gibi babasına değil kocasına) var diyor hikâyemiz ve kocası ile arası pek de sıcak görünmeyen karakterimizi çalıştığı fabrikadaki bir iş kazasından sonra takıntı yaptığı bir konu nedeni ile iyice depresif bir hayat içinde getiriyor karşımıza.

Kar altındaki bir yerde geçen filmin bu doğal “soğukluğu” ve kahramanlarımızın gri hayatları normal olarak hemen ısınabileceğiniz bir hava sağlamıyor hikâyeye. İki oyuncunun başarılı performanslarına rağmen finale yakın bir ana kadar muhtemelen hâlâ karakterlerin sizde yarattığı izlenim tam anlamı ile oturmamış olacaktır. Lafleur’ün hikâyeye kattığı küçük mizah anları belki sayıca bir parça daha fazla ve daha çarpıcı olsa film çok daha etkileyici olabilirmiş. Bu eksikliğin de etkisi ile film dinamizm açısından da her zaman yeterli bir düzeye ulaşamıyor. Tüm o sessiz sahneleri de düşününce sanki orta metrajlı bir film zorlama pahasına uzun metrajlıya dönüştürülmüş gibi görünüyor. Sagor & Swing adlı İsveçli bir ikiliye ait olan müzikler başta pek çekici görünmese de hikâye ilerledikçe filmin amosferi için doğru bir seçim olarak gösteriyor kendini. Bu eksikliklerine rağmen filmi değerli kılan başka unsurlar var. Öncelikle yukarıda da vurguladığım gibi tüm final bölümü gerçekçilikten ve doğallıktan sapmadan, bağırıp çağırmadan sessiz ve etkileyici bir duygusallığın nasıl elde edilebileceği konusunda değme tecrübeli yönetmene örnek gösterilebilecek anlar içeriyor. Tezgahın çekmecesinde bıçak arama bölümü ile doruğuna çıkan tüm o aile yemeği sahnesini, erkeğin gelecekten gelen adamla yaptığı ve “o kadar uzak gelecekten gelmiyorum” esprisi ile keyiflenen sohbeti ve bizde de bir ara çok moda olan balon adam görüntüsünü de ekleyeim bunlara. Verilen hava ile şekilden şekile giren dev bir adam boyutundaki bu balonun bir süre sonra sınırlı kombinasyonlar içinde gidip gelmesi ve tüm o canlı görünümüne rağmen aslında hep olduğu yerde kalmaya mahkum olması karakterlerimizin hayatının da bir sembolü olarak başarı ile kullanılmış. Keşke daha fazla olsaydı dediğimiz küçük mizah anları ise hem beklenmedik bir anda karşımıza çıktıkları hem de hikâyenin akışını ve havasını bozmayan bir doğallık ile oluşturuldukları için ek bir çekiciliğe sahip olmuşlar.

Yukarıda örneklediğim sembol kullanımı, hafif absürt mizahı ve finalin kahramanlarımızın yanında kendinizi üçüncü bir kardeş olarak hissetmenizi sağlayacak başarısı ile ilgiyi hak eden bir çalışma özet olarak. Evet, belki de sevgi ile ilgili hiçbir şey için asla geç değildir…

(“Familiar Grounds”)

(Visited 64 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir