“Keşfedilmeyi bekleyen bilgiyi düşünürsek, hayatımızın ne önemi vardı ki?”
Dünya dışında hayat aramak için Jüpiter’in Europa uydusuna giden altı astronotun hikâyesi.
Philip Gelatt’ın senaryosundan Sebastián Cordero’nun çektiği, ABD yapımı bir bilim kurgu filmi. Türün aksiyona değil, içeriğe ve özellikle de insanın bitmeyen (ve bitmeyecek olan) arayışına odaklanan örneklerinden biri olan çalışma seyirciden pek ilgi toplamazken, eleştirmenler tarafından genellikle olumlu değerlendirmelerle karşılanmıştı. “Buluntu Film” (“Found Footage”) tarzında çekilen filmde görüntülerin büyük bir kısmı astronotların kasklarındaki veya içinde yer aldıkları roketteki kameralar aracılığı ile çekilmiş gibi getirilirken karşımıza, bunun dışında bu uzay seyahatini planlayan yönetici ve bilim adamlarının görüşleri de bir belgesel havası ile çekilmişler. Bir tür sahte belgesel de diyebileceğimiz bu çalışma sadece aksiyon yokluğu (en azından ortalama bir seyircinin beklediği türden aksiyon) nedeni ile değil, belki astonotların akıbetinin baştan anlaşılmasından dolayı da seyirciden yeterince ilgi görmemiş olabilir. Ne var ki Ekvatorlu yönetmen Cordero zaten bunları amaçlamamış kesinlikle. Filmin odağında insanın ve bilimin sonsuz arayışı ve bu arayışın bir örneği olarak da “evrende yalnız mıyız” sorusu var ve bu sorunun cevabını da veriyor film bize başarılı finalinde. Kimi seyirci için yavaş ve bir parça heyecansız görünebilir film ama işte bu arayışın heyacanını duyan herkesin kesinlikle severek izleyeceği bir film bu.
Altı ay boyunca seyahatlerinin her ânı tüm dünya tarafından dikkatle takip edilen ama sonra on altı ay boyunca dünya ile iletişimi kesilen altı astronutun hikâyesini anlatıyor film. Hedefleri bir yaşam türü içerip içermediğini saptamak için Jüpiter’in uydusu Europa’da inceleme yapmak. Avrupa kıtasına da adını veren bir mitolojik karakterden adını alan uyduyu 1610 yılında Galileo keşfetmiş ve uzay araştırmalarında potansiyel bir yaşam yeri olarak görülen bu uyduya 2020’li yılarda insansız bir araç gönderilmesi de planlanıyor NASA tarafından. İşte filmimiz bu planlanan yolculuğun, üstelik insanlı olarak ve uluslararası bir mürettebatla gerçekleştirilmesini anlatıyor bize.
Film bize bir “bilim yolculuğu”nu anlatırken sinemasal bir tat içermeye de çalışıyor ve astronotların her birinin akıbeti üzerinden bir gerilim de yaratmayı deniyor. Bu gerilim atmosferi veya zaman ilerledikçe ve kritik kararlar alınması gerektiğinde altı kişi arasında oluşan çatışmalar ortalama bir seyirci için yeterli olmayacaktır muhtemelen. 21 ay süren yolculukta karşımıza gelen “aksiyon” bir ticarî/popüler bilim kurgu filminde göreceğimiz ile karşılaştırıldığında hayli az ama yukarıda da değindiğimiz gibi film zaten bunu hedeflemiyor. Aya ilk ayak basan kişi olan Neil Armstrong’un “insan için küçük, insanlık için büyük bir adım” demesi gibi film de tek tek astronotların bir insan için küçük ama insanlık için büyük adımları atmasındaki heyecana ağırlık veriyor temel olarak. Her birinin o zorlu yolculuk sırasında ve ölümle karşı karşıya geldiklerinde, bilimsel keşfin karşısında bireylerin hayatlarının önemsizliğini hissetmeleri filmin asıl “aksiyon”u. Hikâye bunu yaparken başta seyirciyi yanına çekmekte bir parça zorlanıyor gibi açıkçası ama astronotlarının birer bilim adamı (veya savaşçısı) olarak hissettiklerini siz de hissetmeye başlayınca, sizi içine almaya başlıyor film. İşte o zaman Europa üzerinde atılan o ilk adımların, bilgiye o denli yakınken vazgeçememenin ve bilimin sonsuz merak üzerine kurulduğunu hatırlamanın tadına siz de varıyorsunuz ve bu da kuşkusuz film için hayli olumlu bir puan oluyor.
Bir “buluntu film” olarak film çok şık görüntüler getirmiyor karşımıza doğal olarak ama tüm görüntü çalışmasının -özellikle de uzay aracı içinde geçen sahnelerdeki- “soğuk ve teknik” havası hikâyeye uygun düşüyor ve olumlu bir katkı sağlıyor. “Buluntu film” tercihi yönetmenin elini kısıtlayıcı bir yöntem ama bundan da zaman zaman çarpıcı sonuçlar yaratıyor film. Örneğin James adındaki astronutun ölüm sahnesinin son anları olabilecek en yalın ve hüzünlü bir biçimde çekilmiş. Astronotun başlığındaki kameranın yakaladığı, adamın uzay aracından gittikçe uzaklaşan ve uzayın boşluğunda yitip gidecek olan görüntüsünden etkilenmemek mümkün değil.
Richard Strauss’un “Mavi Tuna” adlı eserinden bir bölümü -Stanley Kubrick’in başyapıtı “2001: A Space Odyssey – 2001: Uzay Macerası” filmine göndermede bulunmak amacı ile- kullanan filmde Bear McCreary’in müzikleri tedirgin havası ile dikkat çerken, Enrique Chediak’ın görüntüleri yukarıda anlatılan nitelikleri ile övgüyü hak ediyor. Kısıtlı bütçesine rağmen görsel efektleri hikâyenin insanî boyutunu yitirmeyecek şekilde kullanmayı başaran filmde, Anu Schwartz’ın sanat yönetmenliği ve Eugenio Caballero’nun tasarım çalışması da hayli başarılı; gerek uzay aracının içi gerekse Europa üzerindeki görüntüler bir keşif yolculuğunun güzelliğini, zorluğunu ve gizemini başarı ile getiriyorlar önümüze. Yönetmen Cordero’nun filmin çekimleri sırasında hayatını kaybeden annesine ithaf ettiği filmde karakterler (astronotlar) yeterince derinleştirilmemiş görünüyorlar ve pek tanıyamıyoruz onları. Ne var ki bilgiye ulaşmanın, keşfetmenin güzelliğini öven ve bilime saygı gösterisi olarak nitelendirebileceğimiz ve insanlığın ortak amacı karşısında tek tek bireylerin o kadar da önemli olmadığını söyleyen filmde çok da rahatsız etmiyor bu durum. Buna karşılık filmde astronotların olduğu sahneler dışındaki bölümlerin gerekliliği tartışmaya hayli açık bir durum. Bu bölümleri yolculuğu ve orada yaşananları bir parça açıklamak için kullanmış senaryo ama şunu düşünmeden edemiyorsunuz: Sadece uzay aracına ve içindekilere konsantre olmuş bir film çok daha samimi görünebilir ve görüntülerin doğal soğukluğuna zıt bir güzellik ilave edebilirmiş filme. Yine de bu küçük film başta bilim ve bilim kurgu meraklıları için olmak üzere, ilgiyi kesinlikle hak eden bir çalışma. Senaryo onlara derinleştirme şansı vermese de oyuncuların yalın, gerçekçi ve inandırıcı performanslarını ve kronolojik olarak ilerlemeyen hikâyeye hayli uygun bir kurgu çalışması ortaya koyan Alex Kopit, Craig McKay, Livio Sanchez ve Aaron Yanes’in başarısını da ekleyelim son olarak.
(“Jüpiter Macerası”)