“Bu duvarlar tutacak beni ve ben çocuklarımı bir daha göremeyeceğim”
Birlikte yaşadığı adamı kendisini evlilik vaadi ile kandırdığı için öldüren bir kadının hikâyesi.
Şerif Gören’in 1980’li yıllarda Hülya Koçyiğit ile yaptığı ve Türkiye sinemasının zorlu günlerden geçtiği bir dönemde sinemasal değerleri ile bugüne kalabilen üç filmden biri. 1983 tarihli “Derman” filminden sonra, 1985 tarihli “Kurbağalar” filminden önce çekilen bu film de tıpkı diğer ikisi gibi Koçyiğit’in canlandırdığı kadınları odağına alan ve diğer tüm karakterlerin onunla ilişkisi çerçevesinde hikâyede yer aldıkları bir film. Osman Şahin’in öyküsünden Erdoğan Tünaş tarafından uyarlanan ve müzikleri Yeni Türkü’ye ait olan film vasatın üzerine çıkan, erotizmin havada kendisini hep hissettirdiği ve Koçyiğit’in aksamayan oyunu ile dikkat çektiği bir çalışma. Ne var ki bugün geriye dönüp bakıldığında bir takım ciddi zayıflıkları da olan bir çalışma karşımızdaki.
Yeni Türkü’nün Can Yücel’den bestelediği “Sardunyaya Ağıt” şarkısının müziği ile açılan hikâyede araya serpiştirilen müzikler bir film müziğinden çok Yeni Türkü’den enstrümantal derlemeler havasını çağrıştırıyor maalesef (filmin ses bandındaki rahatsız edici bir saat tik tak sesine hiç değinmeyelim). Bu yetersiz kullanım filmin pek çok sahnesinin havasını da zedelemiş görünüyor. Orhan Oğuz’un görüntü çalışması da kurtarmaya yetmiyor bu sahneleri. Sinemaya kurgucu olarak başlayan Şerif Gören’in bu filmindeki kurgu çalışması senaryonun zayıflığından da kaynaklanan nedenlerle sahnelerin doğal bir biçimde akmamasına ve bir oradan bir buradan mantığı ile peş peşe dizilmiş gibi görünmesine neden olmuş. Gören’in kimi tercihleri de bir parça yüzeysel kalmış: Örneğin kahramanımızın hapishanede geçen günlerinin ve zamanın akışının -düşünce olarak yaratıcı ama uygulaması başarılı olamamış bir şekilde- sağa sola sallanan kamera ile verilmesi kamera hareketlerinin gereğinden fazla hızlı olması nedeni ile sadece seyredeni yorucu bir sonuca yol açmış. Bir de filmin sesli çekilmemesinin neden olduğu yapaylığı belirtelim son olarak.
12 Eylül darbesinin etkilerinin şiddetle sürdüğü 1984 yılında çekilen bir filmde siyasetten bahsedilememesi anlaşılır bir durum ama hikâyenin “yoğun erotik havasını” sadece buna bağlamak doğru olmaz. Şahin’in öyküsündeki cinsellik imaları filme fazlası ile ve bilinçli olarak yansıtılmış görünüyor. Sevişme sahnelerinin yanında, koğuştaki “erkek özlemi içindeki kadınların” ağzından çok sık duyduğumuz erotizm içerikli diyaloglara, iğneci ve açık bir fallik sembol olarak kullanılan iğnesinden üstleri çıplak iki erkeğin güreş sahnesine film cinsellik imaları ile dolu. Kadının hapisten kaçış için cinselliğini kullanmasından kendisine tutku ile bağlanan ve cinsel açlığı seyirciye sık sık vurgulanan gardiyanın topal olmasına (bir çeşit iktidarsızlık sembolü olarak) kadar daha pek çok öğe hep hikâyenin cinsel yanının öne çıkmasına neden oluyor. Burada temel olarak bir problem yok ama Erdoğan Tünaş’ın zaman zaman geleneksel Yeşilçam’ı andıran senaryosu ile karşımıza getirdiği “çocuklarını özleyen Türk annesi” karakteri ile hiç de uyumlu hale getirilmemiş bu erotizm. Kadının hem annelik hem cinsellik boyutu ile birlikte sergilenmesi değil sorun olan ki burada yanlış bir şey de yok zaten; sorun bu iç içe geçmiş iki boyutun hikâyede ele ele akıp gitmemesi ve seyircinin hep ikisinden birininin yanlış olduğu havasına kapılmasına neden olacak şekilde oluşturulmuş olması sahnelerin.
Gören’in filmi kusurlarına rağmen yine de ilgiyi hak ediyor ama. Ülkedeki hayatın tüm alanlarının ve doğal olarak kültürel alanının da üzerinden bir silindir gibi geçen askeri bir darbenin gölgesi altında hâlâ üretmeye sanatçıların çabası takdiri hak ediyor öncelikle. Yukarıda belirtilenlere rağmen filmin cinsellik alanında gösterdiği “cesur” davranış ve aradaki ufak problemlere rağmen cinselliği sömürmemesi de önemli. Türkiye gibi özellikle kadın özgürlüğünün erkek egemen anlayışlarla katı biçimde sınırlandığı toplumlarda bir kadının başına gelenleri/geleceklerini anlatan hikâye Koçyiğit’in oyunundan da destek alıyor ve sanatçı karakterinin anne boyutunu ve cinsel arzuları olan kadın boyutunu aksamadan canlandırıyor.