“Dünyanın sonu yaklaşıyor. Çok yakınız artık. Melek gösterdi bana: Aramızda iblisler var. Şeytan son savaş için onları serbest bıraktı. Savaş şu anda devam ediyor. Ama bunu biz ve bizim gibiler dışında kimse bilmiyor”
İblisleri öldürmek için Tanrı’nın kendisini görevlendirdiğini söyleyen bir adamın ve iki çocuğunun hikâyesi.
ABD’li oyuncu Bill Paxton’ın yönettiği ilk uzun metrajlı sinema filmi. Brent Hanley’nin orijinal senaryosundan çektiği ve düşük bütçeli bu filmde Paxton, başrolleri Matthew McConaughey ve Powers Boothe ile paylaşmış ve ortaya psikolojik gerilim türünde zaman zaman etkileyici olmayı başaran küçük bir eser koymuş. Senaryosunun bir yandan filme güç kattığı, diğer yandan özellikle inandırıcılık bağlamında sıkıntı da yarattığı çalışmada oyuncular filme gerekli atmosferi sağlamakta üzerlerine düşeni yapıyorlar ve Paxton yönetmen olarak, gerçeküstü öğeler de barındıran filme hak ettiği yalınlığı ve gerilimi sağlamayı başarıyor. Öte yandan filmin pek derinlere gizlenmemiş bir ahlâksal yaklaşım ve maneviyat övgüsü ile bezeli olduğunu da söylemek ve mesajlarından sakınmak için dikkatli olmak gerekiyor.
Filmin orijinal adı olan “Frailty” manevî zaaf anlamına geliyor ve finale doğru filme neden bu adın verildiğini anlıyorsunuz. İşte bu isimlendirme gerekçesi hikâye boyunca üzerimize yavaş yavaş boca edilen din, ahlâk ve maneviyat karışımının altını kalın çizgiler ile çizen öğe oluyor. Babanın bilinçli olarak ani bir değişim olarak gösterilen ama tam da bu nedenle sadece seyirciyi yadırgatacak bir inandırıcılık eksikliğini taşıması ile dikkat çeken dönüşüm sahnesinden başlayarak, film Tanrı, melek, şeytan ve iblisler üzerine finalde ortaya çıkan gerçeklerin muhafazakâr bir seyirciyi mutlu edeceği bir şekilde epey döktürüyor. Babanın kendilerinin tanrı tarafından iblisleri yok etmek için görevlendirildiğini ifade eden cümlelerini başta kuşkuyla karşılayıp, sonra da inanmayan büyük çocuğun “cezalandırılarak arınması ve inanca kavuşması/inanmış görünmesi” ise tipik bir Hristiyan aziz hikâyesinden alıntı nerede ise. Fanatik dinci bir adamın hikâyesi gibi başlayan ama sonradan saptığı yollarla en çok da dindarları mutlu edecek olan filmin bu hayli “manevî Amerikan taşrası” havasından özenle sakınmak gerekiyor özet olarak. Yoksa biz de bir gün rüyamızda bize seslenen bir meleğin görevlendirmesi ile karşı karşıya kalıp ortalığı kan gölüne çevirebiliriz.
Hikâyenin ahlâki kusuru bir kenara bırakılırsa, karşımızda yalın anlatımı ile dikkat çeken ve aslında en çok da bundan faydalanmış görünen bir film var. Evet, hikâye kimi gerçekleri finalde sunuyor seyircisine ve başarılmış görünen bir sürprizi barındırıyor ama yönetmen Paxton “iblisleri yok etmeye kendisini adayan bir adam ve çocuklarının” hikayesini mizansen numaralarına başvurmadan ve zaman zaman da –maalesef- televizyon filmi havasında aktarmayı başarıyor. Şiddet ve kanlı sahneleri ise dozunda tutmayı başarmış görünüyor Paxton ve görsel efektlerin bir parça ucuz görünmesinden fazla yara almadan da alnının akı ile işin altından kalkıyor. Yönetmenin elindeki senaryonun zaman zaman kapıldığı inandırıcılık yoksunluğu, örneğin babanın birden “delirmesi” ve bu deliliğin başlamasından sonraki gelişmelerdeki ikna düzeyinin yetersizliği, filme zarar vermiş açıkçası ama yine de hikâyenin ilgi ile izlenmesini sağlamış Paxton. Senaryo çocuklardan büyüğünün tanık oldukları nedeni ile yaşadığı dehşet ve korkuyu iyi işlemiş ama aslında çok daha farklı okumalara açık ve üzerine gidilse daha sıkı bir hikâyeye kaynaklık edebilecek trajedisini ıskalamış görünüyor. Yalnız senaryonun –maalesef yine dinsel bir mesaj- babaya duyulan kuşku, ret ve inanç duygularını dinlerdeki baba Tanrı figürüne karşı duyulan ile ustalıkla örtüştürdüğünü de söylemek gerek. Hikâyemizdeki baba da müşfik, yol gösteren ve gerektiğinde de şiddetle cezalandıran bir baba ve ancak çekilen acılar aracılığı ile ulaşılan bir inanç onun mutlak doğruluğuna doğru götürüyor kullarını. Hikâyenin tüm bu unsurlarını ters yönden okumak ve bağnaz inançların eleştirisi olarak da görmek mümkün anlatılanları ama finaldeki muhafazakârlık övgüsü –hamile kadın ve kocasının adeta aile kurmaya teşvik eden bir kurumun posterindeki saf mutluluğunu hatırlayalım- bu yaklaşımı pek gerçekçi kılmıyor açıkçası.
Paxton, Boothe ve McConaughey’nin belki özel bir parıltılı an içermeyen ama hiç de aksamayan oyunları ile bu küçük film kendisini yine de gerilim türündeki çalışmaların seyre değer olanlarının yanına konumlandırmayı başarıyor. Çocukların yaşadığı ikilem ve dehşet duyguları, sorgulamadan edinilen inanç, acı çekilerek ulaşılan inanç veya gerçekten inanılmayan bir öğretinin peşinde gitmek zorunda kalmak üzerine düşündürdükleri de önemli bu filmin.
(“Günahkâr”)