Giù la Testa – Sergio Leone (1971)

“Devrim mi? Lütfen bana devrimi anlatma! Devrimlerin nasıl başladığını bilirim ben: Kitap okuyanlar, kitap okumayanlara giderler ve”Değişim zamanı geldi” derler. Konu devrim olunca ne dediğimi bilirim ben. Kitap okuyanlar, okuyamayanlara giderler ve “Artık değişmeliyiz” derler ve yoksul insanlar da değişimi gerçekleştirirler. Sonra, kitap okuyan bu insanlar, büyük ve cilalı masalara oturururlar; durmadan konuşur ve yerler. Bu arada yoksullara ne olur? Çoktan ölmüşlerdir. İşte senin devrimin. Onun için bana devrimden söz etme! Sonra ne mi olur? Bu lanet olası şey yeniden başlar”

A.B.D.’ye kaçan IRA üyesi bir patlayıcı uzmanının ve Meksikalı bir çete liderinin Meksika Devrimi’ne bulaşan hikâyeleri.

İtalyan yönetmen Sergio Leone’nin senaryosuna da katıldığı ve yönettiği; İtalya, İspanya ve A.B.D. ortak yapımı bir spagetti western. Başrollerinde James Coburn ve Rod Steiger’in yer aldığı film belki yönetmenin “Dolar Üçlemesi” olarak bilinen filmleri kadar öne çıkmadı ve onlar kadar kült olmadı ama yine de türünün kesinlikle en ilgiye değer çalışmalarından biri olmayı başardı. Spagetti westernlerin hikâyelerinin olmazsa olmazı olan politik temalar burada bir alt metnin parçası olmaktan çıkıp, öne çıkan öğelerden biri oluyor ve -Leone’nin bir yandan politik “mesaj”larını vermeye, bir yandan da yapımcı MGM firmasının ticarî isteklerine uymaya çalışması nedeni ile hikâye zaman zaman aksıyor olsa da- ortaya seyri keyifli bir doğrudan politik film çıkıyor. İki baş oyuncusunun karakterlerinin kişiliklerine çok uygun performanslar verdiği, Ennio Morricone’nin müziğinin bu kez barok görkemi ile değil, zaman zaman mizahî tonları da içeren farklı havalarda koşturarak dikkat çektiği ve Leone’nin görüntü yönetmeni Giuseppe Ruzzolini ile birlikte hikâyeye hayli yakışan bir görsel çalışma ortaya koyduğu film eğlenceli ve keyifli bir politik macera özet olarak.

Film Mao’dan bir alıntı ile açılıyor: Onun devrimin bir akşam yemeği veya zariflik ve incelikle yapılacak bir iş olmadığını, devrimin bir sınıfın bir diğerini devirdiği bir şiddet hareketi olduğunu söylediği cümleleri ile sıkı bir giriş yapıyor filme Leone ve hikâye boyunca da politik cümleler kulağımıza çalınıyor ve hatta görsel olarak önümüze geliveriyor. Örneğin James Coburn’ün canlandırdığı İrlandalı devrimciyi (IRA üyesi olarak karıştığı olaylar nedeni ile A.B.D.’ye kaçmış bir adam bu) Rus anarşist devrimci Bakunin’in kitabını okurken görüyoruz. Bir başka sahnede köylü kökenli çete liderinin (Rod Steiger’ın canlandırdığı karakter) devrimlerin sonunda yine yoksulların acı çektiği söylevine tanık olunurken, bir diğerindeki diyalogda kapitalistler adları dile getirilerek lanetleniyor. Açılış sahnesinde ise bir posta arabasındaki zengin yolcuların ve rahibin (sembolü oldukları kapitalistler ve kilise kurumunun, daha açık bir ifade ile söylersek) yoksul bir köylü sandıkları adamı aşağılaması ve sonra başlarına gelen de yine filmin politik mesajının bir parçası kesinlikle. Bu kişilerin Meksika’daki toprak reformunu sert bir biçimde eleştirmesi ve iki ana karakterin dönüşümü de (biri devrimci bir kahraman olmanın değil, paranın peşinde olduğunu söylerken kendini çok farklı gelişmelerin içinde buluyor, diğeri ise Bakunin’in kitabını elinden fırlatmasına neden olan bir politik sorgulamaya girişiyor bir sahnede) benzer bir hedefin bir parçası kuşkusuz.

Filmin tüm bu politik öğelerine ya da bu öğelerin bu denli öne çıkmış olmasına karşın, Leone filmin türünün gereklerini de (biçimsel olanları dahil olmak üzere) yerine getirmekten geri durmuyor. Zum hareketleri ve kimi geniş plan çekimler, diyaloglara sık sık yansıyan bir mizah, bu mizaha eşlik eden görkemli değil ama yine de sesini duyuran bir müzik, karakterlerin birbirlerine oynadıkları oyunlar, kimi kamera hareketleri vb. filmde yerlerini almışlar açık bir şekilde. Açılış sahnesindeki ağızlara (hatta ağız içine!), dişlere ve gözlere odaklanan kamera örneğinde olduğu gibi kimi görüntü tercihleri açıkçası bir parça fazla altı çizili olmaları nedeni ile kaba duruyorlar. Yine aynı sahnede çete liderinin daha önce kendisini aşağılamış olan “zengin ve elit” kadına tecavüzü ve hatta kadının buna pek itiraz etmeyen görüntüsü de (burasını özellikle muğlak bırakmış Leone) açıkçası rahatsız edici bir hava veriyor filme kabalığı ve cinsel şiddeti destekler gibi duran yanı ile.

Morricone’nin filmin mizahına keyifle eşlik eden müziğinin de dikkat çektiği çalışmada, hikâyedeki İrlanda’da geçen üçlü aşk da hayli ilginç bir unsuru hikâyenin. İki erkek ve bir kadın arasında geçen ve üçünün de gayet mutlu göründüğü bu ilişkide, bir sahnede kadının her iki erkekle de öpüşmesi ve erkeklerin de bundan keyif aldığının görülmesi bir açıdan hayli radikal bir yanı hikâyenin, özellikle de Amerikan sinemasının sansürü ve filmin sonuçta bir Amerikan ortaklığı içerdiği düşünüldüğünde. İrlanda’da geçen sahnelerde Morricone’nin müziği gösterişi ve mizahı bir kenara koyarak, romantizme bürünürken, bu sahneleri yavaş gösterimle karşımıza getiren Morricone adeta bir aşk hikâyesi anlatmaya da soyunmuş görünüyor bu anlarda.

Rod Steiger ile yönetmen Leone, sonradan uzlaşmış olsalar da, çekimler boyunca sık sık Steiger’in performans tercihi nedeni ile tartışmışlar. Oyuncunun karakterinin kaba, gürültücü, komik ve inatçı yanına çok iyi uymuş görünen ve seyrederken keyif veren performansı bu tartışmaların/uzlaşmaların sonucu mu bilmiyorum ama abartıya hemen hiç başvurmadan gösterişli olmayı başarması ile doğru bir tercih. Buna karşılık James Coburn daha sade ve ekonomik bir oyunculuk gösteriyor ki o da yine karakteri için doğru kesinlikle. Her ne kadar çizgiler -olması gerektiği gibi- birbirine karışıyor olsa da, karakterlerden birinin devrimin düşünen diğerinin eyleme geçen tarafını temsil ettiğini veya birinin devrimi sistemi yıkarak gerçekleştirtmeyi, diğerinin ise sistemi yerine ne geleceğini umursamadan tahrip etmeyi hedeflediği bu iki karakter için doğru oyunculuklar var karşımızda sonuç olarak.

Leone’nin İspanyol ressam Goya’nın “Savaşın Felaketleri” adını taşıyan gravürlerinden esinlenerek çektiği infaz sahneleri, kameranın bir mağara içinde katledilen onlarca devrimcinin yüzünü tek tek taradığı plan, iki trenin çarpışma anı veya ihanetle yüzleşme gibi görsel yönden güçlü anları olan filmde, zalim Meksikalı albayın Gunther gibi Alman kökenli bir adının olması ve kendisinin de kıyafeti ve yüz hatları ile -filmlerde sıkça gördüğümüz- Nazi subaylarını hatırlatan mimikleri Leone’nin açık bir göndermesi olarak kendisini gösteriyor. Kadınların yan rollerde bile görünmediği bu “erkek hikâyesi”nde hem İrlanda hem Meksika devrimine ihanet edenlerin hep “okumuş” insanlar olduğuna da dikkat etmek gerekiyor.

Evet, bir parça dağınık bir film bu ve bunda tüm o politik öğelerle bir ana akım hikâye anlatmaya soyunmanın da etkisi olmuş ama filmden keyif almaya engel olmamalı bu durum. Hikâyedeki oyunların ve görsel tercihlerin tadına varmak, Steiger’in gürültüsü ile Coburn’ün sessizliği arasındaki zıtlıktan keyif almak ve spagetti western’in yaratıcısı İtalyan sinemacıların bu denli Amerikan olan bir kültürü ve yaşam tarzını, kendi ülkelerindeki politik tartışmaların metinleri ile besleyen bir sinemaya konu edinmelerine bir kez daha hayran olmak için görülmesi gerekli bir çalışma bu.

(“Duck, You Sucker”, “A Fistful of Dynamite”, “Once Upon a Time… the Revolution”, “Yabandan Gelen Adam”)

(Visited 352 times, 4 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir