Gnade – Matthias Glasner (2012)

“Teslim olursam, kızı ölüme terk eden kadın olacağım; sen kızı ölüme terk eden kadının kocası olacaksın; oğlumuz kızı ölüme terk eden kadının çocuğu olacak”

Tek çocukları ile birlikte Norveç’e yerleşen bir Alman ailenin kadının arabası ile bir kıza çarparak ölümüne neden olması ile yaşananların hikâyesi.

Almanya ve Norveç ortak yapımı olarak çekilen film Norveç’in ve dünyanın en kuzeydeki şehirlerinden birinde geçiyor. 22 Kasım ile 21 Ocak arası güneşin hiç doğmadığı bu şehirin sonsuza kadar sürecek gibi karanlığında yaşanan hikâye öncelikle çarpıcı görüntüleri ile dikkat çeken, baş oyuncularından Birgit Minichmayr’ın sıkı bir performans verdiği ve merak uyandırmayı ve bunu çoğunlukla diri tutmayı başaran bir eser. Ne var ki senaryo filmi de gereksiz uzatan yan hikâyelerle doldurulmuş gibi ve bu da sonuçta karşımıza gelen eserin gücünü özellikle ikinci yarıda epeyce azaltıyor.

Kuzey kutbuna en yakın şehirlerden biri olan Hammerfest’te geçen hikâye dış mekanların tüm görsel gücünü sonuna kadar kullanması ile kendisini gösteriyor. Sonsuz bir beyazlık, dağlar ve denizden oluşan mekanın seyircinin ilgisini çekmemesi imkânsız gibi. Alman yönetmen Matthias Glasner de bu görsel gücün farkında ve başta sık sık başvurduğu havadan çekimler olmak üzere bu görselliği sonuna kadar kullanıyor. Jakub Bejnarowicz imzalı bu görüntüler filmin özellikle ilk yarısında başardığı bir şeyi, bir şeyler olacak hissinin verdiği tedirginliği seyirciye geçirmekte epey katkı da sağlıyor. Bu tedirginliği destekleyen diğer unsurları, mizansen anlayışını, kurguyu ve niyetini bir parça fazla belli eden havası olsa da müziği de ekleyince film ilgiyi hak eden bir çalışma oluyor. Bir sahnesinde muhteşem kuzey ışıklarını da gösteren filmin bu açılardan bir problemi yok gibi.

Fedakârlık, bağışlama, suç ve ceza, vicdan ve filme adını da veren merhamet gibi kavramlar etrafında dönen hikâyenin odağını gereğinden fazla genişletmesi filmin en ciddi problemi olarak görünüyor. Kadının neden olduğu kazanın sonucundaki ölümden, kocanın karısını sürekli olarak aldatmasından ve çocuğun da okulda bir arkadaşının uğradığı tacize ortak olmasından kaynaklanan suçluluk duyguları tek bir film için fazla görünüyor zaman zaman. Çocuğun bu yan hikâyesinin sonucunun ana hikâyedeki itiraf, özür ve bağışlan(ma)ma teması ile karşı karşıya gelmesi istenmiş görünüyor sanki ama bu yan hikâyenin varlığı bu bağlamda dahil olmak üzere filme pek bir şey katmıyor gibi. Yine çocuğun cep telefonu ile ailesini sık sık görüntülemesini filmin yaratıcıları nasıl yorumlamızı beklemiş emin değilim ama film bittiğinde bir gerilim vaat eden ama bu vaadini tutmayan bir öğe olarak görünüyor bu durum. İşlediğimiz suçlar ve suçu gizleme veya itiraf edip bağışlanmayı dileme arasındaki seçim üzerine olarak da özetlenebilecek hikâye, -çocuğun ailesini genelde kendisinin daha yüksekte olduğu bir noktadan kayda aldığı düşünülürse- belki çeşitli ahlâki sorgulamaları içeren filmde itiraflarımızdan bağımsız olarak Tanrı’nın herşeyi gördüğü ve bildiğini söylemeye çalışıyor ama sonuçta kesinlikle havada kalıyor bu amaç.

Senaryodaki “metrese itiraf” bölümünün dramatik etkiyi artırmak için ve gereksiz bir şekilde eklendiğini ve yine metresle ilgili olan hikâyenin sonlara doğru bir ara “Fatal Attraction – Öldüren Cazibe” havasına bürünmesi ile rahatsız ettiğini de söylemek gerek. Buna rağmen koro çalışmasındaki duygusal anların etkileyici olduğunu ve özellikle itiraf sahnesinin hayli başarılı çekilen ve oyunculukların da zirvede olduğu bir bölüm olduğunu da belirtelim. Finaldeki 23 Haziran günü bölümü ise yılın yarısını karanlıkta geçiren şehirin güneşin, açık havanın ve doğanın tadını çıkarmasını, film boyunca gördüğümüz beyaz soğukluğun yerini sarı bir sıcaklığa bırakmasını ve hikâyenin nasıl bağlandığını keyifli bir biçimde anlatması ile dikkat çekiyor. Yönetmenin açılışta kısa sahnelerle ailenin üç ferdini seyirciye tanıtmasının hayli şık olduğunu da söyleyelim.

Kadını canlandıran Birgit Minichmayr’ın nerede ise konuşmaya ihtiyaç duymadan hislerini anlatabilen güçlü oyununun da seyre kesinlikle değer kıldığı film (özellikle kocanın itirafı sahnesinde şaşırtacak kadar sağlam bir oyun sunuyor) belki yönetmenin televizyon kariyerinin izlerini taşımasının da etkisi ile birkaç bölümlük bir dizi bir filme sığdırılmış gibi görünse de gündeme getirdiği ahlâki çatışmaları ve bu çatışmalarda seyirciye kendisinin nerede duracağını sorgulatmayı başarması, görüntülerinin (üstelik sadece dış mekanların doğal çarpıcılığına sığınmayıp iç sahnelerde de detaylara odaklanan yapısı ile dikkat çekiyor bu görüntüler) başarısı ve gelişmeleri merak ettirmeyi becermesi ile önemli bir film.

(“Mercy” – “Merhamet”)

(Visited 89 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir