“Bunların hepsi o ihtiyar Japon’un gelişinden sonra başladı”
Küçük bir kasabada birdenbire başlayan gizemli bir hastalığı ve vahşi ölümleri araştıran ve kendi küçük kızını da korumaya çalışan bir polisin hikâyesi.
Güney Koreli sinemacı Hong-jin Na’nın yazıp yönettiği bir Güney Kore ve ABD ortak yapımı. Daha önceki iki filmi ile gerilimi de olan aksiyon sinemasına el atan yönetmenin bu üçüncü ve şimdilik son uzun filmi korku sineması türü içinde değerlendirilebilecek bir çalışma. Tüm hikâyesi boyunca gizemini korumayı başaran ve başarılı bir korku filmi için olmazsa olmaz bir öğe olan gerçekçiliği de yaratabilen film kesinlikle ilginç bir sinema eseri. Polis karakterini canlandıran Do-won Kwak’ın zor bir rolün altından ustalıkla kalktığı ve genç oyuncusu Hwan-hee Kim başta olmak üzere tüm oyuncuların hikâyeye ikna eden bir güçle katkı sağladığı film, türün kimi klasiklerine de -başta William Friedkin’in 1973 yapımı “The Exorcist – Şeytan” olmak üzere- göz kırparken, hikâyesine Doğu’ya özgü unsurları da doğal bir biçimde katabilmiş olması ile ayrıca ilgiyi hak ediyor.
Açılış jeneriğinde İncil’den bir alıntı yer alıyor filmin: “… Bunları anlatırlarken İsa gelip aralarında durdu. Onlara, “Size esenlik olsun!” dedi. Ürktüler, bir hayalet gördüklerini sanarak korkuya kapıldılar. İsa onlara, “Neden telaşlanıyorsunuz? Neden kuşkular doğuyor içinizde?” dedi. “Ellerime, ayaklarıma bakın; işte benim! Dokunun da görün. Hayaletin eti kemiği olmaz, ama görüyorsunuz, benim var.” (Luka, 24). Bu alıntı hikâyenin gizeminin çözüldüğü bir sahnede ve hayli yerinde bir şekilde tekrar kullanılıyor ki bu bile yönetmen ve senarist Hong-jin Na’nın filmini bütünsel bir bakış içinde ele aldığının ve dersini iyi çalıştığının bir örneği başlı başına. Filmin dinî unsurları sadece Hristiyanlıkla sınırlı değil. Şamanlık da yer alıyor filmde ve yönetmen de hikâyesini yazarken Katolikliğin yanısıra Kore ve Nepal folklorundaki dinsel motiflerden de esinlendiğini söylüyor. Kendisinden yardım istenen katolik rahipten “Kilisenin yapabileceği bir şey yok, doktorlara güvenin” cevabının alındığını ama ilerleyen bölümlerde bu rahibin yardımcısının bir haç ve tırpanla olayın içine daldığını da belirtelim bu arada. Tıpkı selâm gönderdiği “The Exorcist” gibi bir “şeytan çıkarma” ayini sahnesi de bulunan filmin hikâyesini bir polis soruşturması şeklinde başlatıp daha sonra farklı bir alana kaydırması da ilgi çekici. Burada eleştiri konusu olabilecek durum ise, akış bu şekilde kulvar değiştirdikten sonra, kızı nedeni ile, olan bitenin tam göbeğinde olan polisin amirinin (veya diğer tüm resmî görevlilerin) hikâyeden çıkartılmaları.
Filmin belki de en kayda değer yanı hem seyircisini hem baş karakterini gerçeğin ne olduğu ve “şeytanî” kötülüğün kaynağının kim olduğu konusunda tereddütte bırakması. Finale doğru olan bir sahnede polisin kendisine iki farklı gerçek anlatan ve güvenilmeyi talep eden iki karakter arasında kaldığı sahne bu tereddütün somutlaşmış hâli olarak hayli başarılı. Do-won Kwak’ın başarılı oyunculuğunun da sayesinde bu sahne filmin de en önemli anlarından biri oluyor. Oyuncunun sarsak bir polisten bir “trajedi kahramanı”na dönüşümü de onun başarılı performası ile hem eğlenceli hem de gerçekçi bir biçimde geliyor karşımıza. Onun karakteri özellikle başlarda hikâyeye küçük eğlenceli anlar sağlarken, bu “mizah”ın hikâyeyi zedelemeyip aksine zenginleştirmesi ve güçlü kılmasında da yine bu oyuncunun sağlam performansının ciddi bir payı var.
Özellikle cinayetlerin sonucunda oluşan sert görüntüleri olan film sadece bu görüntülerden almıyor çarpıcılığını. Kâbus görüntülerinden bir yıldırım çarpma anına, aktör Jung-min Hwang’ın kesintisiz ve on beş dakikada çekilen bir sahnede çarpıcı bir oyunculuk sunduğu ayin sahnesinden yüzlerce korkunç fotoğrafların asıldığı duvarlara ve şaman rahip ile gizemli Japon’un paralel kurgu ile karşımıza getirilen “tören”lerine pek çok etkileyici bölümü olan filmde efektlerin, makyaj çalışmasının ve set tasarımlarının başarısı da dikkat çekiyor. Bu bağlamda, görüntü yönetmeni Kyung-pyo Hong ve kurgucu Sun-min Kim ile kolaycılığa kaçmadan (örneğin altı kalın çizgilerle çizili bir mistizmin veya etnik çekiciliğin peşine düşmeden) hikâyeyi akıllıca destekleyen müzikleri hazırlayan Dalpalan ve Young-gyu Jang’ın çalışmalarını da takdirle hatırlatmakta yarar var.
Geçen yıl yine Hong-jin Na’nın yönetmesi planlanan bir Hollywood yeniden çevriminin düşünüldüğü haberleri de çıkan film, şeytan, zombi, yamyam gibi farklı ve her biri kendi sertliği olan unsurları ya doğrudan ya da ima ederek kullanmasına rağmen tek bir anında bile bir zorlama veya fazlalık duygusu yaratmayan, neden korkması gerektiğini bilmediği için daha da fazla korkan bir karakteri güçlü bir biçimde ele alırken, Japon karakteri Kore’nin tarihindeki acılı Japon istilası dönemine özelllikle yapılmış bir gönderme olarak mı kullanıyor bilmiyorum ama hikâyenin bu yöndeki okumalara açık olduğu kesin.
Finali bir parça daha güçlü olabilirmiş gibi duran film, çok şey göstermesine ve korku filmlerinde pek rastlanmayan uzun süresine rağmen, ortaya çıkabilecek kaostan çoğunlukla uzak durmayı başarabilen iyi bir korku sineması örneği. Görmekte yarar var.
(“The Wailing” – “Kara Büyü”)