“Hepinizin siyahların tecrübesinden geçmenizi istiyorum ve sizler siyah olmanın kaybetmek demek olduğunu biliyorsunuz”
Vietnam’dan dönen bir gencin evinin penceresinden gizlice çekimlerini yaptığı komşularının görüntülerini satmaya çalışması ile gelişen olayların hikâyesi.
Brian de Palma’nın 1968 tarihli “Greetings” filmindeki ve yine Robert de Niro’nun canlandırdığı Jon Rubin karakterinin 1970 tarihli macerası. Kara komedi türündeki film “anarşist” yapısı ile hayli farklı bir çalışma. Kahramanımızı önce porno film endüstrisinde, sonra tiyatrocu olarak ve son olarak da aslında terörist olan bir sigortacı rolünde izlerken, film aslında bildiğimiz anlamda bir hikâyeye ve bütünsel bir yaklaşıma sahip olmanın derdinde olmadan sadece karşımıza etkileyici kareler getirmenin telaşında gibi görünüyor zaman zaman.
Hızlı bir kurgu, hızlandırılmış gösterimler, ara yazı kullanımı ve kimi anlarda başvurduğu zumlar ile film hayli genç bir hava taşıyor ve üzerinden geçen kırk iki yıla rağmen de bu havasını yitirmemiş. Evet yitirmemiş ama filmin bu genç havası ile sinemasal olarak ne kadar değerli olduğu ciddi bir tartışma konusu olabilir. Baştaki ev kiralama sahnesinden, karşı apartmandaki komşu kadını yatağa atma ve olan biteni filme çekme oyununa kadar film kara mizahın üst noktalarına ulaşıyor kimi anlarında ama belki de bilinçli bir tercih ile tüm bunları sinemasal bir bütünlük içinde bir araya getirmeyince seyrettiğimizden bir sinema filmi tadını almamız da zorlaşıyor. Örneğin gerçek zamanlı olarak çekilen ve filmin kesinlikle en etkileyici bölümü olan “Be Black Baby” bölümü kahramanımızı bir siyah tiyatro ekibinin parçası olarak karşımıza getirirken off-off-broadway’in de ötesine geçen bir tiyatro oyununu sergiliyor bizlere. Beyaz seyircilerinin bir siyah olmanın ne demek olduğunu anlamalarını hedefleyen tiyatro ekibi bu “kurbanlarına” etmedik kötü muamele bırakmıyor. Tüm bu eziyet sahneleri ve oyunun sonunda liberal bakışlı seyircilerin entelektüel yorumları kesinlikle seyredeni çarpan bir etkiye sahip. Bu siyah tiyatro bölümünün kendinden önceki bölümle ve sonraki bölümle hikâye açısından hiçbir bağının olmaması veya böyle bir bağ yaratmanın üzerinde bile çalışılmaması da seyredilen bölümün kendi başına başarısı dışında kalıcı bir sinema keyfi yaratılmasına engel oluyor doğal olarak.
Vietnam sonrası temelinden sarsılmaya başlayan bir toplumda eski değerlerin anlamını yitirmesi ve yerine yeni değerlerin koyul(a)maması ve ırkçılıktan kapitalizme (örneğin kahramanımızın sigortacı rolünde olduğu ve karısı ile tipik bir küçük burjuva ailesinin akşamını geçirdiği sahne aile düzenine sıkı ve komik bir yumruk atıyor) toplumun temel sorunları bu serbest anlatımlı filmin temaları ama söylenmek istenenler bu kadar serbest bir dille anlatılınca filmin de sanki dikişleri tutmamış. Kendi başlarına en kötü anında bile idare eder durumda olan sahneler birbirine dikilmemiş de öylesine tutturulmuş gibi. Eric Kaz’ın sıkı r&b melodileri ile süslenen film özetle tam bir “kara” film. Komedisinden ağırlıklı olarak ele aldığı karakterlere ve müziğine kadar bir kara film bu. 70 başlarında seyirciye gerçek Amerika’ya göstererek sarsmayı hedefleyen film bunu başarıyor ama bu sarsma daha çok filmin dağınıklığından ve çelişkili bir ifade ile söylemek gerekirse denetlenememiş anarşizminden kaynaklanıyor.
(“Merhaba Anne”)