Hopscotch – Ronald Neame (1980)

“Adamdaki cesarete bak, benim evimde saklanıyor!”

Operasyonlardan çekilerek masabaşı göreve atanan bir CIA ajanının, örgütü mahcup edecek hatıralarını yayımlama tehdidi üzerine peşine düşenlerden kaçmasının hikâyesi.

Brian Garfield’ın 1975 tarihli ve aynı adı taşıyan romanından uyarlanan bir ABD yapımı. Senaryosunu Garfield ve Bryan Forbes’un yazdığı ve yönetmenliğini Ronald Neame’in üstlendiği bu casusluk komedisinin başrolünde sağlam bir kadro var: Hikâyenin kahramanı Miles Kendig’i canlandıran Walter Matthau, kendisi de eski bir ajan olan kız arkadaşı rolünde Glenda Jackson, peşine düşen CIA görevlilerini oynayan Ned Beatty ile Sam Waterston ve Rus ajan rolünde seyrettiğimiz Herbert Lom. Garfield’ın kara komedi olarak sınıflanabilecek romanından bir komedi çıkartabilmesi ve üstelik bunu romanın içeriğinden fazla sapmadan yapabilmesi ile dikkat çeken filmde başta Matthau olmak üzere tüm kadronun sağlam ve eğlenceli performansları önemli katkılar sağlamışlar hikâyeye. Eğlenceli hikâyesi, Kendig’in zekice hazırlanmış planı ve Neame’ın hikâyenin gerektirdiği şekilde su gibi akan mizanseni ile başarılı bir komedi.

Brian Garfield’ın Edgar Allan Poe anısına verilen Edgar Ödülü’nü kazanan romanının ve ondan kaynaklanan filmin adının Türkçe anlamı bir çocuk oyunu olan seksek. Burada oyunu büyükler oynuyor ama kurallar aynı; bir kareden diğerine belli bir hedef doğrultusunda ilerlerken sürekli olarak dikkatli ve dengeli olmak zorundadır oyuncular. Kendig de hamle sırasını karşısındakilere hiç bırakmadan tüm eylemlerin başlatıcısı oluyor ve peşindekilerle kedinin fare ile oynaması gibi oynarken bizi de eğlenceli bir hikâyenin içine sürüklüyor. Önemli olan onun hep inisiyatifi elinde bulundurması, çok dikkatli bir şekilde ilerleyerek dengesini hiç yitirmemesi ve konsantrasyonunu hep korumasıdır ve o da öyle yapıyor finale kadar…

Almanya’da başlayan, İngiltere, Avusturya, İsviçre, Fransa, Bahamalar ve İngiltere’ye de uğrayarak ABD’de sona eren film bu açıdan tıpkı bir James Bond filmi gibi ilerliyor ve seyirciyi farklı mekânlarda keyifle ve heyacanlı bir şekilde dolaştırıyor. Ne var ki Kendig Bond’dan çok farklı ve onun çevik ve güçlü görünümünün aksine hantal ve yavaş görünüyor; ama Bond kadar zekidir ve ustaca yapmaktadır planını ve peşine düşenleri çok iyi tanımasından kaynaklanan avantajını da çok iyi kullanmaktadır. Rusların Almanya’daki bir operasyonunu başarı ile durduran ama eskiden beri tanıdığı ve birbirlerine karşılıklı saygı besledikleri Rus ajanını (Yaskov rolünde Herbert Lom var) serbest bırakan Kendig’in bu hareketi amirini (Myerson rolünde Ned Beatty) çok kızdırır ve ajanımızın “yeni bir Rus ajanının daha büyük bir risk olacağı, oysa Raskov’u çok iyi tanıdığı için tüm hamlelerini tahmin edebildiği” açıklamasından tatmin olmadığı için onu masabaşı göreve atar. Kendig’in tepkisi ise istifa etmek, kendisi de eskiden CIA’de çalışan eski kız arkadaşının (Glenda Jackson) aldığı destekle anılarını yazarak bunları parçalar halinde farklı ülkelerdeki istihbarat örgütlerine göndermek olur. Amacı daha sonra bu anıları bir kitap olarak yayımlamak ve bu örgütlerin beceriksizliklerini ve aptallıklarını kamuoyuna duyurmaktır ve bu arada amirinin peşine taktığı ve kendisinin yetiştirdiği bir ajandan da (Joe Cutter rolünde Sam Waterston var) kurtulması gerekmektedir.

Film Matthau üzerinden eski usul casuslara bir övgü olarak görülebilir. Tarafların birbirlerini tanıdığı ve yetkinliklerine karşılıklı saygı duyduğu, işlerin adeta bir amatörün sevgisi ile yapıldığı günlerin yerini Myserson’ın sembolü olduğu hırs ve düşmanlık almıştır. Senaryonun altını çizmeden zarif bir biçimde dile getirdiği bu durumun doğal sonucu olarak da hikâyenin başından sonuna kadar seyirci kendisini Kendig’in tarafında buluyor ve onun başarılı olmasını umut ve arzu ediyor; bu kahramanla özdeşleşme durumu filmin lehine oluyor elbette. Kendig’in tıkır tıkır işleyen planı hem eğlenceli hem heyecanlı sahnelerle baş başa bırakıyor seyirciyi. Özel bir güldürme çabası olmadan güldüren, zorlamalara başvurmadan heyecenlandıran içerik Ronald Neame’ın Hollywood zanaatkârlığı ile birleşince de ortaya keyifle izlenen bir film çıkıyor doğal olarak. Matthau ile Jackson’ın karakterlerinin ilk ikili sahnelerinden tüm kaçış bölümlerine eğlencesi ve küçük sürprizleri (finaldeki dahil olmak üzere!) ile bu keyif hiç eksilmiyor.

Hikâyenin bir bölümünün geçtiği Salzburg’dan esinlenerek olsa gerek, Kendig karakterinin hayranı olduğu (Matthau da çok severmiş bu ölümsüz besteciyi) Mozart’ın müziklerinden de bolca yararlanıyor film. Seçilen melodiler hikâyenin ruhuna ilginç bir şekilde çok uygun ve bu klasik müzik tercihi kahramanımızın sembolü olduğu eski dünyaya da bir gönderme oluyor böylece. Hikâyenin Kendig’e olduğu kadar, Mozart’a da ait olduğunu söyleyebileceğimiz kadar çok kullanılan bu müzikler intikam oyununun keyfini artırken sık sık bu melodilere ıslığı veya vokali ile eşlik eden Kendig’in oynadığı oyundan kendisinin de çok keyif aldığını gösteriyor bize. Deniz uçağının pilotu rolünde gerçek hayattaki kızının (Lucy Saroyan) ve peşine düşen ajanlardan biri olan Leonard Ross karakterinde de oğlunun (David Mathau) oynamasının da katkısı ile birlikte belki de Mattahau karakterini sevmekten kendinizi alamayacağınız bir sevimlilikle getiriyor karşımıza ve hikâyeye çok önemli bir katkı sağlıyor. Beatty, Lom, Waterston ve senaryo tarafından yeterince değerlendirilmemiş görünmesine rağmen Jackson da onun bu başarısına eş düzeyde performanslarla eşlik ediyorlar ve ortaya sağlam bir takım performansı çıkıyor.

Kahkaha attırmaktan çok yüzünüzde bir gülücüğü hep canlı tutmayı hedefleyen ve bunu kesinlikle başaran film eğlenceli bir intikam hikâyesi. Onca aksiyonu ve oyunu içerip bu kadar hafif olabilmesini de önemli başarılarından biri olarak gösterebileceğimiz filmin kahramanı Kendig de John Le Carre’nin karakterlerinin hafif bir versiyonu gibi. İyi yazılmış diyalogları ve onlar üzerinden üretilen esprileri, oyuncuların bu diyalogları konuşurkenki doğal ve sıcak oyunları ile görülmesi gerekli bir çalışma bu. Ronald Neame ve Brian Garfield’ın Kendig karakterini biraz da Matthau’nun “The Odd Couple” (Gene Saks – 1968) filmindeki Oscar Madison karakterinden esinlenerek çizdiklerini söyledikleri film yavaş başlayan ama sonra süratle sizi telim alacak bir sinema eseri.

(“Bir Casusun Hatıraları”)

(Visited 114 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir