Hundraåringen Som Klev Ut Genom Fönstret Och Försvann – Felix Herngren (2013)

Hundraaringen som klev ut genom fonstret och forsvann“Beni öldürmek istiyorsan, acele etsen iyi olur; yüz yaşındayım çünkü”

100. doğum gününde, kaldığı huzurevinden kaçan ve çok renkli bir hayat yaşamış bir adamın hikâyesi.

İsveçli gazeteci ve yazar Jonas Jonasson’un 2009 tarihli ve büyük ilgi gören aynı adlı romanından yapılan bir uyarlama. İsveç, İngiltere, Rusya, Fransa ve İspanya ortak yapımı olarak çekilen filmin senaryosunu Felix Herngren ve Hans Ingemansson birlikte yazarken, yönetmenlik koltuğunda Herngren oturmuş. Eğlenceli ve zaman zaman hayli acımasız olan mizahı ile dikkat çeken film, özellikle İsveç’te çok ciddi bir gişe geliri getirmişti yapımcılarına. Filmin çekildği tarihte 48 yaşında olan ve usta bir makyajın da yardımı ile 100 yaşındaki karakterini başarı ile canlandıran Robert Gustaffson’un sürüklediği film kahramanının başına gelenleri paralel olarak karşımıza getirilen iki ayrı hikâye ile anlatıyor: Bir yandan 100 yaşındaki adamın başına gelen komik, tuhaf ve gerilimli hikâyeyi izlerken, diğer yandan film onun çocukluğundan başlayarak yaşadığı muhteşem hayatı getiriyor görüntüye. Bunun da yardımı ile hayli “zengin” bir film bu, karakter ve olayların sayısı ve farklılıkları açısından; buna karşılık bazen iki ayrı film seyrettiğinizi düşünebilirsiniz çünkü hikâyelerin her biri diğeri olmadan da ve değerini yitirmeden var olabilirmiş kesinlikle. Özellikle geçmişin anlatıldığı bölüm olayların niceliği açısından biraz zorlanmış da görünüyor ama bu problemler filmin eğlencesini kesinlikle azaltmıyor. Zaman zaman sıkı kahkalar da attıran film kaliteli bir eğlence sunan ve görülmesi gerekli bir çalışma.

Molotof adındaki kedisi camdan dışarı çıkan ve geri dönmeyen yaşlı adam onu aramak için dışarı çıkıp kedinin bir tilki tarafından öldürüldüğünü görünce, karakteri ve yetenekleri hakkında bize ilk bilgiyi verecek tepkisi ile karşılaşırız: Bir patlama uzmanıdır bu yaşlı adam ve tilkiden intikamını da bu uzmanlığını kullanarak alır ve onu tuzağa düşürerek havaya uçurur. Bu yasadışı intikam şekli huzurevine kapatılmasına neden olur, o da yüzüncü doğum gününde pencereyi açarak dışarı çıkar ve oradan kaçar. Sonrasında bir yandan onun dışarıda yaşadığı eğlenceli olayları izlerken, diğer yandan da özellikle gençliğinde ve orta yaşlarında yaşadığı ve gerçekten herkese nasip olmayacak muhteşem olaylara tanık oluyoruz. İkincisinde adamın sık anlatıcı rolünü de üstlendiği filmde bu iki ayrı hikâyenin her biri kendi içinde epey eğlenceli kesinlikle ve ikincinin adamın yaşlılığında başına gelenlere karşı nasıl bu derece “cool” olabildiğini açıklamak gibi bir işlevi de var belki ama yine de sanki iki ayrı filmi izliyorsunuz gibi hissetmenize engel olmuyor bu durum. Kahramanımızın eskiden yaşadıklarını anlatan bölüm karşımıza yeni bir Forrest Gump karakteri getiriyor aslında ve bu anlamda ilk bakışta belki pek de o kadar orijinal görünmeyebilir. Tıpkı onun gibi tarihin önemli dönemeçlerinde doğru zamanda doğru yerde olan ve tarihin akışını epey etkileyen bir karakter karşımızdaki. İspanya İç Savaşı’na Cumhuriyetçiler’in safında katılıyor ama farkında olmadan faşist diktatör Franco’nun hayatını kurtarıyor, ilk atom bombasını yapan ekibe takıldıkları bir noktada yardım ediyor ve sorunlarını çözüyor, 1968 olaylarında Paris’te olan bitenin tanığı ve parçası oluyor, Stalin’le tanışıyor ve sonuçta hem ABD hem SSCB için çalışan çift taraflı bir ajan oluyor vs. Tüm bunlar hayli eğlenceli ve zengin sahneler seyretmemize yol açıyor açıkçası ve kahramanının Forrest Gump’dan da farkını anlamamızı sağlıyor. Gump’ın “saflığının” aksine kahramanımız kurnaz ve fazlası ile serinkanlı biri ve herkese (ve her ideolojiye, her olan bitene) eşit mesafede durup dünya tarihini etkileyor sürekli olarak. Büyük bir kısmı oldukça eğlenceli olan bu bölümlerin sayısı bir parça fazla (romanda çok daha fazlası varmış bu karakter ve olayların) ve bu nedenle bir noktadan sonra başlangıçtaki kadar etkileyici olmuyor açıkçası seyrettiğimiz ama yine de çok ciddi bir sorun değil bu.

Film eskiyi anlatan bu bölümlerde epey dalgasını geçiyor herkesle ve her kurumla, ve örneğin kendi ülkesi İsveç’in (o tarihlerde hemen tüm ülkelerde yaygın olan) kafatası ırkçılığı ile de alay etmekten geri durmuyor. Gerek bunu yaparken gerekse diğer başka pek çok bölümde başvurduğu kara mizah da kesinlikle başarılı ama zaman zaman da belki gereğinden bir parça daha sert. Örneğin patlamada kopan ve arabanın üzerine düşen bir kafa hazırlıksız yakalananı rahatsız edebilir. Bu kusur bir yana bırakılırsa, filmin mizahı her zaman aynı üst düzeyde seyretmese de kesinlikle eğlendirmeyi başarıyor. Günümüzde geçen ve adamın huzurevinden kaçtıktan sonra tanıştığı karakterlerle içine girdiği macera da mafyası, polisleri, bir bavul dolu parası ile yine kimi hayli komik anların seyircisi olmamızı sağlıyor. Gerek günümüzde gerek geçmişte yaşadığı olaylarda kahramanımızın tavrı hiç değişmiyor: Her zaman soğukkanlı davranıyor, çok rahat davranıyor, hiçbir şeyden etkilenmiyor ve hep kazanıyor. Onun kaynağı olduğu eğlenceye yan karakterler de katkıda bulunuyor: Örneğin Bezgin Bekir tavırlı polis sade bir mizah yaratırken, çeteciler gürültülü ve daha alışık olduğumuz türden komik anların kahramanları oluyorlar. Kafası karışık, kararsız genç karakter de hayli komik anlara neden oluyor veya Einstein’ın pek de onun kadar zekî olmayan kardeşi ile SSCB’deki çalışma kampında yaşananlara gülmemek mümkün değil (özellikle de anlatması bir yıl süren plan sahnesine).

Mizahın yanında aksiyon sahnelerinin de eğlenceli bir şekilde kotarıldığı (Bond filmlerine öykünen sahneler örneğin) filmde başroldeki Robert Gustaffson kendisinden 52 yaş büyük olan bir karakteri canlandırırken makyaj çalışmasından sağlam bir destek alıyor ama vücut dilini öylesine ustalıkla kullanıyor ki performansını takdir etmemek mümkün değil. Diğer oyuncular da ona keyifli bir biçimde eşlik ediyorlar ve Matti Bye’nin başarılı müzik çalışması, özellikle hareketli sahnelerdeki çalışması ile dikkat çeken Henrik Källberg’in kurgusu ve Göran Hallberg’in görüntüleri ile birlikte filmin görülmesi gerekli bir komedi olmasına katkı sağlıyorlar. Kahramanımızın da söylediği gibi “bir şey başka bir şeye yol açar hep” ve film de bu söze uygun bir şekilde akarken eğlendirmeyi başarıyor açıkçası. Yaşlı adamın geçmişi anlatırken İngilizce konuşmasının belki de ilgili sahnelerin uluslararasılığına bir mizahî gönderme olduğunu düşünmemiz gereken film (başka bir açıklaması yok çünkü) görülmeyi hak eden bir komedi, özet olarak.

(“The 100 Year-Old Man Who Climbed Out The Window and Disappeared” – “100 Yaşında Camdan Atlayıp Kaybolan Adam”)

(Visited 117 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir