“Ülkenin ekonomisinin batacağına inandın ve sen kazandın”
İtalya’daki ekonomik krizin, kapitalizmin ve paranın egemen olduğu bir dünyanın bir bisikletliye çarpan bir araba aracılığı ile kaderleri birbirine bağlanan iki aile üzerinden anlatılan hikâyesi.
ABD’li yazar Stephen Amidon’un “Human Capital” adlı romanındaki olayları İtalya’ya taşıyan senaryosunu Paolo Virzì, Francesco Bruni ve Francesco Piccolo’nun yazdığı ve Virzì tarafından yönetilen bir İtalyan – Fransız ortak yapımı. Biri yatırım şirketi yöneticisi olan zengin bir adam, diğeri ise emlakçılık işindeki orta sınıftan birisi olan iki kişinin ve ailelerinin hem kaza ile hem de ikincinin diğerinin şirketine yaptığı yatırım nedeni ile kesişen hikâyelerini anlatan film kapitalizme, ülkedeki krize ve yaşadıkları sistemin insanlarda yarattığı/teşvik ettiği kazanma, zengin olma ve sahip olma hırslarının sonuçlarına değinen hikâyesi ve güçlü kadrosu ile dikkat çekiyor. “Sistem eleştirisi” yapan filmlerin en kalıcı olanlarından biri olacak bir farklılığa sahip olmayan ama Virzi’nin su gibi akan yönetmenliği ile kendisini ilgi ile seyrettirmeyi başaran film “İtalyanlar’ın Oscar’ı” diyebileceğimiz David di Donatello ödüllerinin hemen hepsine aday olup, aralarından En İyi Film Ödülü’nün de dahil olduğu çoğunu kazanmanın yanısıra, daha pek çok ödüle de sahip olmayı başarmış. Hikâyeyi ana karakterlerden üçünün adını taşıyan bölümlerle ve insan sermayesi” adını taşıyan final bölümü ile “dairesel” bir biçimde anlatan yapısı ile de dikkat çeken çalışma, kimi karakterleri bir parça iki boyutlu bırakması ve İtalyan toplumundaki sistemin de derinleştirdiği sınıf farklarını nerede ise bireysel bir boyuta düşürmesi gibi kusurlara da sahip.
Filme adını veren “İnsan Sermayesi” ifadesini, sigortacıların kullandığı ve filmdeki anlamı ile bakarsak, “kurbanın yaşı, ölene kadar kazanması beklenen para, sosyal statü ve ilişkilerinin maddi ve manevi değerleri göz önüne alınarak belirlenen tazminat bedeli” olarak açıklayabiliriz. Bir insanın değerini matematiksel bir boyuta indirgeyen bu yaklaşım hem bisikletteki adamın “değeri”ni belirlemek için kullanıldığı için hem de finans sektörünün ayakta tuttuğu ve batırdığı, ama kendisinin hep kazandığı bir dünyayı anlatmaya soyunduğu için etkileyici bir hava sağlıyor filme. Buna karşılık filmin İtalyan veya benzer toplumlardaki sınıf farklarını, zenginin hep kazanacak olmasını ve birilerinin kazanması için birilerinin de kaybediyor olmasını yeterince toplumsal görünen bir bağlamda değil de daha çok bireysel bir bağlamda anlatmayı tercih etmesi “eleştiri”sini zayıflatıyor bir parça. Burada belki en çarpıcı örnek şu olabilir, yeterince değerlendirilemeyen fırsatı anlatmak için: Bisikletli adam toplumun emekçi sınıfından ve hikâyenin “kim yaptı” alanında sahip olduğu ve hissettirdiği heyecan da onun yaşadığı olayın sorumlusunun kimliği üzerinden üretiliyor. Ne var ki bu karakter sadece bisikletli adam olarak kalıyor ve ne kendisi ne de sınıfı üzerine bir şey söylüyor film. Oysa film hemen açılışta bu adamın da bir parçası olduğu çok etkileyici bir sahne ile giriş yapıyor. Tepe kamerası ile çekilen ve yavaş yavaş alçalan kameranın saptadıkları ile karşımıza gelen bu sahnede garsonların, temizlikçilerin (hikâyenin ihmal ettiği emekçi kesimin, bir başka deyiş ile) bir ziyafetin (konfetilerden bir kutlamanın da yapıldığı bir ziyafet olduğunu anlıyoruz bunun) ardından üst sınıfın geride bıraktığı “pisliği” temizlemesini seyrediyoruz. Hem gösterdiği hem ima ettiği ile önemli ve çarpıcı bir giriş sahnesi bu ve yönetmen Paolo Virzi adına da ciddi bir başarı kesinlikle.
Virzì filmi dairesel ilerleyen bir akışla anlatmayı tercih etmiş ama bunu filmin tek bir dairesel hat üzerinde ilerlediği ve başladığı yerde bittiği anlamında söylemiyorum. Altı ay öncesi ve sonrası arasında gidip gelen film, hikâyesini üç ana karakterin ağırlıkta olduğu ve olan bitenin onlarla birlikte tanığı olduğumuz üç bölüm ve bir de finalden oluşan dört ana bölümde anlatıyor. Bu bölümlerin kimi ortak sahneleri aynı anı farklı karakterlere ağırlık vererek anlatılırken, bir yandan tanıdık bir ana tanık olmanın, diğer yandan o tanıdık ana yeni bir gözle bakmanın neden olduğu farklılığı hissetmenin tadına varmanızı sağlıyor bu yöntem. Bir bölümde tanık olduğumuz bir sahneyi, bir diğer bölümde tekrar ama başka bir açıdan seyredince anlamlandırabiliyorsunuz kimi zaman ve bu yöntemin dozunda ve akıllıca kullanımı filme ek bir seyir keyfi katıyor kesinlikle.
Kış aylarında geçen sahneleri Jérôme Alméras’ın, yaz sahnelerini ise Simon Beaufils’in görüntülediği ve her ikisinin de zarifliği ve şıklığı hep koruyan ama tedirgin bir havayı da elden bırakmayan kamera kullanımı ile başarılı olduğu filmin Carlo Virzì’ye ait olan müziği de yerinde kullanımı ile de artan bir çekiciliğe sahip. Hayatın para, ona sahip olma/ondan yoksun kalma, onun sağladığı statü vs. üzerinden aktığı kapitalist toplumlardaki bir dramı anlatan film bir yan hikâyesi ile de önemli aslında. Zengin ve hırslı kocası ile yaşayan, hayatındaki boşluğu anlamsız alışverişlerle doldurmaya çalışan ve eski bir tiyatro oyuncusu olan kadının harap bir haldeki ve sermayenin “rezidans veya AVM’ye dönüştürmek” üzere göz koyduğu eski bir tiyatro binası ile ilgili hayali ve hayal kırıklığı bizde de her gün tanık olduğumuz “dönüşüm”lerin ve anıların yok edilmesinin bir benzerini anlatıyor ve “her şey sermaye için” anlayışını bir kez daha hatırlatıyor. Ülkenin batacağı (ve bu arada elbette milyonlarca sıradan insanın doğal olarak zarar göreceği) varsayımı üzerine finansal oyunların (kumarların) oynandığı ve bunun norm olduğu bir toplumda bir tiyatro salonu hiçbir şey değil elbette.
Hikâyesini anlatmak için seçtiği biçimi nedeni ile kurgunun hayli önemli olduğu filmde Cecilia Zanuso’nun bu zor işin üzerinden başarı ile geldiği ve yapay kurgu oyunlarına ve gösterilere başvurmadan hikâyeyi ve sahneleri akılcı bir şekilde parçalara böldüğünü de söylemek gerekiyor. Fabrizio Bentivoglio (karakteri bir parça gereğinden fazla itici yazılmış olmasına ve bu nedenle de psikolog eşinin onda ne bulduğunu anlamamızı zorlaştırmasına rağmen), Valeria Bruni Tedeschi, Valeria Golino, Fabrizio Gifuni ve Matilde Gioli’nin başını çektiği kadrodaki her bir oyuncu da rollerine sıkıca sarılmış ve gerçekçilikten ödün vermeden karakterlerini çekici kılmayı başarmışlar. Derdini anlatırken yan hikâyeleri de ortaya koyabilen, filmin ana teması üzerinden ilgiyi hemen hiç çekmeden “kim yaptı” temalı bir gerilimi orta karar da olsa yaratabilmeyi başaran ve set ve kostüm tasarımları ile de ilgiyi hak eden bir çalışma.
(“Human Capital” – “İnsan Sermayesi”)