İnsan Neyle Yaşar? – Lev Tolstoy

Rus yazar Tolstoy’un altı kısa öyküsünden oluşan bir derleme. Masal ve/veya mesel olarak sınıflandırılabilecek bu eserlerde, öykülerin sonunda veya başında yer verdiği İncil’den alıntılarla ya da kutsal kitaba göndermeleri ile okuyucusuna derdini dinsel bakışla destekleyerek anlatmış Tolstoy. Rusya’da ilk kez 1881 ile 1886 arasında farklı tarihlerde yayımlanmış olan altı öyküyü dilimize çeviren Koray Karasulu’nun kitabın başındaki “Çevirmenin Notu” başlıklı kısa açıklamasında belirttiği gibi bu yapıtlar ülkemizde 1940’lı yıllarda “Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi” kapsamında buluşmuş okuyucularla. 1884 tarihli “Neye inanıyorum?” (V chem moia vera?) ve 1894 tarihli “Tanrı’nın Egemenliği İçinizdedir” in de (Tsárstvo Bózhiye Vnutrí Vas) aralarında olduğu farklı eserlerinde kendi dinsel inançlarını ve din üzerine görüşlerini açıklamış olan yazarın bu derlemedeki öyküleri, okuyucuya birer masal ve/veya mesel havası ile dinle beslenmiş bir ahlak anlayışı sunuyor ve onlara bir bakıma çağrıda da bulunuyor.

1938 – 1946 arasındaki Millî Eğitim Bakanlığı döneminde Batı ve Doğu edebiyatının klasiklerinin Türkçeye çevrilmesini sağlayarak Cumhuriyet’in erken dönemdeki aydınlanma çabalarında önemli bir imza sahibi olan Hasan Âli Yücel benzer bir misyonu 1956’da kurduğu ve bir süre de yöneticiliğini yaptığı İş Bankası Kültür Yayınları’ndaki görevinde de sürdürdü. Tüm bu gayretler dünya edebiyatının klasik metinlerinin pek çoğunun dilimize kazandırılmasına imkân sağlayarak önemli bir toplumsal yarar sağladılar kuşkusuz ve bu klasikler arasında Tolstoy’un eserleri de vardı. Bu derlemede altı farklı öykü var ve derlemenin adı da bu öykülerin kitaptaki en uzun yapıt olan ilkinden alınmış.

“İnsan Neyle Yaşar” başlıklı ilk öykü 1881’de yayımlanmış ilk kez. İngiliz yönetmen Vernon Sewell tarafından 1938’de bir kısa film olarak, “What Men Live By” adı ile sinemaya da aktarılan öykünün başında Yuhanna İncili’nden alıntılara yer vermiş Tolstoy. Temel olarak sevgi ve onun Tanrı’ya duyulan inancın ayrılmaz bir parçası olması üzerine olan bu sözleri (“Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar”) Tanrı’nın bir buyruğunu yerine getirmediği için yeryüzüne sürgüne gönderilen bir meleğin öyküsünün başına doğru bir seçimle yerleştirmiş Tolstoy. Yeryüzünde Tanrı’nın kendisine geri dönebilmek için şart koştuğu “üç kelamı” öğrenmesi gerekmektedir meleğin: “İnsanda ne var? İnsana ne verilmemiştir? İnsan neyle yaşar?”. Yoksul bir ayakkabıcı ve karısı ile geçirdiği yıllar onun için bu kelamları öğrenme süreci olurken, Tolstoy aynı süreci onunla birlikte okuyucuya da ders olacak bir şekilde kullanıyor. Gerek her şeyin üzerine Tanrı sevgisini koyan bu öyküde, gerekse diğerlerinde ortak olan bir temayı da burada vurgulamakta yarar var; kötülüğe, içinde bulunulan koşullara “boyun eğme”, bir başka ifade ile kadere rıza gösterme yazarın dinsel inançlarına da uygun olarak tüm mesellerin odağında yer alıyor.

İlk kez 1885’te yayımlanan ve “Kıvılcımı Söndürmeyen Ateşi Zapt Edemez” adını taşıyan ikinci hikâye Matta İncili’nden bir alıntı ile açılıyor: “Eğer her biriniz kardeşini gönülden bağışlamazsa, göksel Babam da size öyle davranacaktır”. Bağışlamanın, öfke ile hareket etmemenin gerekliliğini anlatan bu hikâye kötülüğe ve yanlışa aynı şekilde karşılık vermemek gerektiğini öğütlüyor okuyucuya. “Birisi ona kötülük ederse intikam almaya değil, arayı düzeltmeye çalışıyordu; biri ona küfrederse aynı şekilde karşılık vermiyor, karşısındakine küfretmemeyi öğretmeye çalışıyordu…” sadece öykünün kahramanının değil, bizim de seçmemiz gereken yolu işaret ediyor. Diğerlerinde olduğu gibi burada da; Tolstoy’un karakter (tümü Rus köylüleri) ve öykülerin geçtiği yerlerle ilgili seçimleri onun, yapıtlarını “halka yol gösterme” motivasyonu ile de yazdığını gösteriyor bize.

1886 tarihli “Mum” adlı öykü Matta İncili’nden bir alıntı ile başlıyor: “Göze göz dişe diş dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki , kötüye karşı direnmeyin”. Öykülerdeki kötüleri üst sınıflardan değil, şimdi o sınıfa yanaşmış (ya da o sınıfa sonradan geçmiş) ama aslında alt sınıftan olanlardan (buradaki kâhya karakteri gibi) seçen Tolstoy, “Fakat en kötüleri, çamurun içinden çıkmasına rağmen prens olmuş gibi davranan, toprak köleleri arasından yükselip amir olanlardı” saptaması ile altını çizmiş bu durumun “Mum” adlı öyküde. “Katlanmak gerek dostlar” diye öğütlüyor karakterlerden biri ve yukarıda belirtilen “kadere boyun eğme” söyleminin güçlü bir örneğini veriyor. Bu söylemi “sönmeyen mum” gibi mistik bir unsurla da desteklemesi, yazarın fikirlerinin arkasında dinsel bir bakışla durduğunu da gösteriyor. Sadece 31 yıl sonra Rusya’da yaşanacak olan devrimi ve isyanı düşündüğümüzde; halkın, içinde bulunduğu durumu Tolstoy gibi değerlendirmediğini söylemek mümkün. “Tanrı’nın gücünün kötülülükte değil, iyilikte olduğu” ifadesi ile sona eren öykü insanın her zaman iyiyi seçmesi gerektiğinin de kanıtı olarak inşa edilmiş.

1885 tarihli olan “Kızlar Büyüklerden Akıllıymış” kitaptaki en kısa öykü ve meselini eğlenceli bir içerik ile anlatması ile de farklılaşıyor diğerlerinden. Matta İncili’nden alıntıyı (“Küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliği’ne asla giremezsiniz”) bu kez başa değil, sona yerleştirmiş Tolstoy. Çocukların dünyasında doğal olarak kısa ömürlü olan bir çekişmenin, yetişkinlerin dünyasına taşındığında nasıl büyüyebildiğini anlatan hikâye insanlara çocukluğun masumiyetine dönmelerini tavsiye ediyor.

1886 tarihli “İnsana Çok Toprak Gerekir mi?” Tolstoy’un en popüler öykülerinden biri. Hayranları arasında James Joyce ve Ludwig Wittgenstein’ın da bulunduğu öykü 1969’da Alman yönetmen Hans-Jürgen Syberberg’in çektiği “Scarabea – Wieviel Erde Braucht der Mensch” adlı filme de esin kaynağı olmuş. Karakterlerinden birinin şeytan olduğu öykü, mülkiyet hırsı ve açgözlülük kavramlarını ana teması yaparak özellikle Katolik inancında yaygın olan 7 Ölümcül Günah’tan birine göndermede bulunuyor. Mal ve mülk hırsının neden olduğu korkunç son üzerinden, insanın eninde sonunda asıl ve kalıcı ihtiyacının “üç arşınlık toprak parçası” olduğunu hatırlatan hikâye insan ruhunun zavallılığını da ortaya koyuyor bir bakıma. Bu aciz olma durumu aslında öykülerin tümünde kendisini gösteren bir olgu ve her birinde Tolstoy bu duruma cevap olarak Tanrı sevgisini ve o sevgi ile iç içe olacak şekilde Tanrı inancını çıkarıyor okuyucunun karşısına.

İlk kez 1885’te yayımlanan “İlyas” zenginlikten yoksulluğa düşen İlyas ve eşi üzerinden “zenginliğin neden olduğu yükler”i anlatarak, yine bir mal ve mülk hırsı eleştirisi yapıyor. “Sahip olduklarını yitirerek mutluluğu bulma” teması alçak gönüllülük ve “dünya malının boyunduruğu altına girmemek” gibi dinin öngördüğü yaklaşımlara da uygun kuşkusuz. Gerek bu öykünün gerek diğerlerinin servetin ve zenginlerin varlığını eleştirmek ya da en azından sorgulamak yerine, mütevazı yaşamları ideal olarak göstermekle yetindiği bir gerçek. Bu bağlamda seçilen karakterlerin de, metinlerdeki öğütlerin hedefi olanların da zenginler değil, yoksullar olması kuşkusuz Tolstoy’un düşünsel konumu açısından bir tutarlılık ama öte yandan servet sahibine ilişmeyen ama servet sahibi olmayanların bu yöndeki arzularını eleştiren bir tutarlılık da tartışmaya açık kesinlikle. Ek bir not olarak, Tolstoy’un bu pasifist tutumunun Gandhi ile bir yıl boyunca ve yazarın ölümüne kadar yazışmalarına uzanan bir ilişkiyi başlattığını hatırlatmakta da yarar var.

Öyküleri bir halk masalı tarzında ve buna uygun bir sadelikle kaleme almış Tolstoy ve bir çırpıda okunuverecek metinler yaratmış. Mesajların geniş kitleler tarafından net bir şekilde anlaşılmasını kolaylaştıran bu tercihin yazarın felsefe, din ve toplumsal alanlardaki fikirlerini eserlerine yansıtmasına engel olmaması bu derlemenin en çekici yanlarından biri kuşkusuz.

(Visited 4 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir