Jiao You – Ming-liang Tsai (2013)

“Evler de insanlar gibidirler, hastalanır ve yaşlanırlar. Duvarlardaki çatlaklar kırışıklıklar gibidir”

Tayvan’ın Taipei şehrinde hayatlarını güçlükle sürdüren bir adam, iki küçük çocuğu ve hayatlarına giren yalnız bir kadının hikâyesi.

Tayvan sinemasının ustalarından ve “farklı” filmleri ile tanınan Tsai Ming-liang’ın Tayvan ve Fransa ortak yapımı olarak çektiği bir film. Özellikle Asya’da düzenlenen festivallerden alınmış hayli fazla sayıda ödülü olan film, 2013 yılında Venedik’te Jüri Büyük Ödülü’nü de kazanmıştı. Nerede ise toplum dışında yaşayan ve bir baba ile iki küçük çocuğundan oluşan bir ailenin onlar kadar yalnız bir kadın ile karşılaşması ile gelişen “olayları” anlatan film hayli uzun tutulmuş ve çoğu tek planlık sahneleri, çok az hareket eden kamerası ve sessizlik anları ile oldukça “farklı” bir eser. Ticari sinema müdavimlerini “boğacak” içeriği ve biçimi ile onlara göre olmadığı kesinlikle açık olan film, sıradanlığın ve trajedinin içinden çıkarmaya çalıştığı ve çoğunlukla da elde ettiği şiirselliği ile kimi sinemaseverlerin de bayılacağı bir çalışma. Tam da o “ya sevilecek ya nefret edilecek” türden olan filmlerden, özet olarak.

Uzun ve sakin bir sahne ile başlayan film daha bu ilk karelerinden seyircisini “uyarıyor” aslında. Bu sahnede hiç hareket etmeyen kamera daha sonraki sahnelerde de ya bu şekilde davranmaya devam ediyor ya da çok az kıpırdıyor. Oyuncular da kimi sahnede buna uygun hareket ediyor ve “dakikalarca” süren kimi sahnelerde adeta bir fotoğraf karesine baktığınızı hissediyorsunuz. Bu hareketsizliğe, klasik anlamda bir hikâyeden yoksun olmasını da eklemek gerekiyor filmin. Birbirini takip eden sahneler de çoğunlukla bir hikâye akışını takip etmekten çok, “sokak köpekleri”nin hayatından tespitler içeren fotoğraflar görünümünü taşıyor. Sokak Köpekleri hem kadının marketten bozulmak üzere olduğu için atılan etlerle beslediği sokak köpeklerine hem de adam ve iki çocuğuna göndermede bulunan bir isim. Hayatını sokaklarda elinde reklam panolarını tutarak kazanmaya çalışan adamın ve iki çocuğunun yaşadığı hayat da tıpkı sokak köpeklerinki gibi; ne bulursa onunla yetindikleri ve bir şekilde sağ kalmaya çalıştıkları bir hayat bu. Bu “hikâyeyi” karşımıza getiren yönetmen Tsai Ming-liang Taipei şehrini dış çekimlerde parlak ve renkli neon ışıkları ile (özellikle sarı ve kırmızının tonları ile) canlı ama trajik bir yalnızlık içinde gösterirken, iç çekimlerde sadece doğal ışıklarla yetinmiş gibi görünerek hayli karanlık ve adeta çöküşün eşiğinde gösteriyor bize şehri.

Görselliği acı bir şiiri andırıyor bu filmin. En renkli sahneler bile bir acı tat bırakıyor seyrederken. Örneğin yağmurun ve şiddetli rüzgârın altında elinde bir reklam pankartı ile duran adam üzerindeki yağmurluğun rengi, trafik ışığında bekleyen insanların rengârenk kıyafetleri ve diğer canlı renkli ışık kaynakları ile trajik bir zıtlık oluşturan bir yalnızlık ve düşmüşlük ile çevrelenmiş gibi duruyor. Birkaç kez tekrarlanan bu sahnelerden birinde kamera yakın bir yüz çekimi ile adamı gösterirken, bir halk şarkısı söyleyen ve ağlayan bir insanın resmini getiriyor karşımıza ve görüntünün şiirselliğinin örneğin bir romantizme sahip olmasına izin vermiyor. Sözünü ettiğim bu sahne, asgari diyaloglar ve sabit çekimlere rağmen, baş oyuncusu Kang-sheng Lee’nin çok başarılı oyunculuğunun da kanıtlarından biri ayrıca. Oyuncu film boyunca hüzünlü, acı çeken ve hep bir dehşetin yarattığı ve artık kanımsanmış görünen bir tedirginlikle geliyor karşımıza ve hayli zor bir rolün altından başarı ile kalkıyor.

Final bölümünde önce dakikalarca bir yere bakan iki karakteri (birinin hiç kıpırdamadığı, diğerinin (benzersiz Kang-sheng Lee’nin) etkileyici ve gören gözlere çok şey anlatan küçük vücut hareketleri sergilediği), ardından yine dakikalarca onların baktığı şeyi gösteren fim bu durağan biçimi ile herkese göre değil kesinlikle. Yönetmenin “müdahalesizlik” ile gerçekçiliğini artırdığı ve sosyal gerçekçi sinemanın önemli örneklerinden biri yaptığı film çok ama gerçekten çok uzun tuttuğu sahneleri ile (bir lahananın hırsla parçalanmasının ne kadar uzun sürebileceğini bu filmi görmeden hayal etmenin mümkün olmadığını söylemek bu uzunluk ile ne kastettiğimi açıklayabilir) seyircisini kendisi ile birlikte bir meditasyona çağırıyor sanki. Bu çağrının bir parçası olmayı kabul etmenin cesaret gerektirdiğini eklemek gerekiyor burada, dürüst olmak adına.

Lüks evlerin canlı reklam panosu olan adam üzerinden, film toplumdaki eşitsizliğe sert bir göndermede bulunuyor sürekli olarak ve eleştirisinde bununla yetinmiyor. Tıpkı sokak köpekleri gibi “sahiplenilmemiş” ve toplumun dışına itilmiş yoksulları, ötekileri ısrarla ve üzerinde uzun süre durarak odağına alıyor ve onlar üzerine düşünmeye zorluyor seyircisini. Modern toplumun tüm hız ve kaosuna özellikle zıt düşmek için belirlenmiş görünen temposu zaman zaman zorlasa da görülmesi kesinlikle gerekli bir film bu. Parlak renkli neon ışıkların hemen altında yaşanan yoksul hayatları gündemine alan bir film sadece bu özelliği ile bile ilgiyi hak eder elbette ama Pen-jung Liao, Qing Xin Lu ve Woon-Chong Shong’un imzasını taşıyan muhteşem görüntü çalışması ile de önemli olan film, sinema sektörünün üzerimize boca ettiği klişelerden uzak duran farklı yapısı ile zaten görülmesi gerekli bir çalışma.

(“Stray Dogs” – “Les Chiens Errants” – “Sokak Köpekleri”)

(Visited 446 times, 7 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir