“Polisler bir keş öldürdün diye bir şey yapmazlar. Bir keş öldüren bir tane daha öldürür. Polisler niye bir şey yapsın ki? Onların işini yapıyorsun”
Uyuşturucu bağımlısı kızının satıcı erkek arkadaşını öldüren zengin bir iş adamı ve bu cinayeti takdir eden bir fabrika işçisinin hikâyesi.
Daha sonraları “Save the Tiger” ve özellikle “Rocky” ile ün kazanan John G. Avildsen’in ilk dikkat çeken filmi. Orijinal bir senaryoya dayanan film Hollywood’un liberal yıllarından esintiler taşıyan ve hippilerin, uyuşturucunun, siyah ve feminist hareketlerin ve kimi radikal akımların iyice görünür bir duruma geldiği Amerikan toplumunda “Joe” karakteri üzerinden sıradan Amerikalıların değişen dünyalarına tepkilerini getiriyor perdeye. Peter Boyle’un çarpıcı bir biçimde canlandırdığı Joe karakterini belki fazla göze batan bir biçimde sembol olarak kullanan film, ünlü oyuncu Susan Sarandon’ın da ilk filmi olmak gibi bir özelliğe sahip.
Açılış jeneriğinde sürekli görüntüde olan ve Amerikan bayrağının renkleri ile yazılmış olan JOE kelimesi ile ilk kareden itibaren film, baş karakterinin Amerika’nın kendisi olduğunu söylüyor bize. 70’lerin sonlarında ABD’de iktidarı ele geçiren Yeni Sağ düşünceye oy verenlerin genel eğilimini yansıtan bir karakter Joe; zencilere sosyal yardım yapan federal devlete, zencilere, eşcinsellere, solculara ve liberallere sürekli söylenen, bunların “temizlenmesi” gerektiğine inanan ve kendi yoksulluğunun sorumlusu olarak devletin bu “ötekilere” yaptığı sosyal yardımları gören bir adam o. Filmin 1970’de çekildiğini düşünürsek, hikâyenin Amerikan toplumunda yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan muhafazakârlığın sinemadaki ilk yansımalarından biri olduğunu söylemek de mümkün. Filmin gösterildiği sinemalarda seyircilerin önemsiz olmayan bir kısmının finalde Joe’nun yaptıklarını alkışladığını ve filmin gösterime girmesinden kısa bir süre önce yaşanan gerçek bir olayın filmin finali ile hayli benzerlik gösterdiğini ve bu olaydaki suçlunun da Amerikan halkından destek aldığını düşününce Norman Wexler’in senaryosunun oldukça doğru sularda gezindiğini söylemek gerek. Filmdeki şiddetin halk tarafından alkışlanması baş rol oyuncusu Peter Boyle’u o denli rahatsız etmiş ki ünlü “The French Connection” filminde Gene Hackman’a Oscar kazandıran baş rolü bile reddetmiş. Boyle’un karakterinin temsil ettiği ve adına sessiz çoğunluk denen kitlenin sadece o dönemde değil aslında her zaman bu şekilde var olduğunu unutmamak gerek elbette. Hangi toplumda adına bu sessiz çoğunluk denen ve işte ülkemizdeki gibi kolaylıkla bir güçlü muhafazakârın peşine düşecek bir kitle yok ki ve hangi toplumda bu kitle bir takım insanları ve grupları “öteki” olarak görüp en azından düşüncesinde yok etmeye çalışmıyor ki?
Joe Vietnam’daki savaştan kaçanları aşağılayan, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonları temizlemiş olmakla gurur duyan, evinde Amerikan bayrağı olan ve “American Bar & Grill” adında bir barda içkisini içen bir karakter. Peter Boyle olağanüstü bir oyunla bu fazlası ile sembollerle bezenmiş karakteri inanılır ve elle tutulur kılıyor ve finalde çığrından çıkan işlerin de yadırganmamasını sağlıyor seyirci tarafından. Boyle’un oyununa eşi rolündeki ve ilk sinema filminde oynayan K Callan ayak uyduruyor ama zengin adam rolündeki Dennis Patrick bir parça abartı katmış oyununa ve yönetmenin zumlardan kimi sert kamera hareketlerine tercihleri de bunun üzerine eklenince zaman zaman rahatsız ediyor oyunu ile. Aslında ilk cinayet sahnesinde olduğu gibi Avildsen’ın kimi kurgu ve mizansen anlayışının bugün oldukça eskimiş göründüğünü de söylemek gerek. Örneğin cinayet sahnesinde üst üste bindirilen görüntüler ile sergilenen şiddet 70’lerin Yeşilçam filmlerinde göreceğiniz türden gereksiz vurgular içeriyor. Genel olarak Avildsen’ın film için seçtiği şarkılar da hikâyenin altını fazlası ile çizen içeriğe sahip olmaları ile yönetmenin dozu kaçmış vurgularına örnek oluşturuyorlar. Bu durum başta Jerry Butler’ın söyledikleri olmak üzere bu şarkılardan keyif almayı engellememeli ama. Sonuçta 1970’den gelen sıkı rock şarkılarından söz ediyoruz.
Hikâyenin ilginç noktalarından biri ötekilerden nefrette ve intikam alma duygusunda iki farklı sınıftan adamı bir araya getiriyor olması. Biri yoksul bir işçi, diğeri zengin bir iş adamı olan bu iki karakterin güçlerini birleşerek yaşadıkları toplumu temizlemeye soyunmaları, 1981’de 12 yıl için iktidarı Demokratlar’dan alan Cumhuriyetçileri destekleyen iki kesimin, yüksek vergilerden şikayet eden zenginlerin ve filmde Joe karakteri ile temsil edilen ve “ötekilere” yapılan sosyal yardıma itiraz eden beyaz ve yoksul/alt-orta sınıf Amerikalıların, iş birliğini temsil ediyor sanki. Bu iki farklı sınıfın, özellikle biri diğerini içten içe küçümser ve diğeri de onu kıskanırken, ortak bir düşman için bir araya gelebilmelerini başarı ile sergiliyor hikâyemiz ve bu tespiti ile de takdiri hak ediyor. Çarpıcı ve beklenmedik bir trajik yanı olan finali ile parlak bir kapanış yapan bu film tarihte yaşanan kimi hikâyeleri hatırlatması ile de önemli aslında. Çoğunluğun “Joe” olduğu bir toplumda, yöneticiler bu gururu incinmiş, öfkeli ve milliyetçi/muhafazakâr kitleyi tüm faşizan emellerine alet edebilirler Hitler’in yaptığı gibi. Bugün eskimiş görünse de ve hikâye yukarıda bahsettiğim tüm temaların altını yeterince dolduramamış olsa da ve açıkçası Avildsen filme pek bir yaratıcılık ekleyememiş olsa da görülmesinde yarar olan bir film “Joe”. (Not: Film çekildikten 5 yıl sonra, 1975’te gösterime girmiş Türkiye sinemalarında. Bu tarih ise hayatımıza giren televizyonun etkisi ile seyircinin sinemadan elini ayağını çektiği ve sinema sahiplerinin de “sokaktaki yetişkin seyirciye” hitap eden erotik filmlerin peşine düştüğü yılların başlangıcı sayılır. Bu nedenle olsa gerek ki “Joe” bizde “Tatmin Olmayanlar” gibi oldukça kışkırtıcı bir isimle gösterilmiş!)