Las Niñas Bien – Alejandra Márquez Abella (2018)

“Gümüş sofra takımı, Grand Marnier kadehleri, beyaz şarap kadehleri. Şu gelin çiçeklerinden pek anlamıyorum, onları lalelerle değiştireceğim. Mari’den ahtapotu 60 defa dövmesini istiyorum, öbür türlü çiğnemesi zor oluyor. Oturma odasının duvarında büyük bir gece kelebeği var. Bahçıvan, kelebeğin kendiliğinden gitmesi gerektiğini, gitmezse bunun kötü şans anlamına geldiğini söylüyor. Bu benim doğum günü partim. New York’dan aldığım fildişi rengi elbiseyi giyiyorum. Ev çok güzel, insanlarla dolu. Herkesin gözü üzerimde. Misafirlerden biri Julio Iglesias. Beni sevdiğini söylemek için yanıma gelip, elimi tutuyor. Beni İspanya’ya götürüyor ve Corte Inglés’de yaşıyoruz”

Lüks hayat yaşayan bir kadının, kocasının işlerinin Meksika’daki 1982 ekonomik krizi nedeni ile bozulmasının sonucunda yaşadıklarının hikâyesi.

Meksikalı yazar Guadalupe Loaeza ‘nın aynı isimli, 1985 tarihli romanından uyarlanan bir Meksika yapımı. Senaristliğini ve yönetmenliğini Alejandra Márquez Abella’nın üstlendiği film uluslararası rezervlerinde büyük bir düşüş yaşayan ve yerel para birimini devalüe edince de çoğunlukla Amerikan bankalarına olan dolar borçlarını ödeyemez duruma düşen Meksika’da refah içinde bir hayat süren kadının ayrıcalıklı hayatını yavaş yavaş yitirmesi sırasında yaşadıklarını anlatıyor. Sık sık seyirciye de duyurulan hayalleri, lüks hayatı ve Julio Iglesias’la ilgili fanteziler ile sınırlı olan kadının göz bebeği olduğu sosyetedeki arkadaşlarını da katarak bir sınıf hikâyesi anlatmaya girişmiş Alejandra Márquez Abella ve ortaya zarif bir yozlaşma hikâyesi çıkarmış. Başroldeki Ilse Salas’ın karakteri ile birlikte fiziksel olarak da değişen çarpıcı performansı, Dariela Ludlow’ın şık ve zarif ama bir yandan da soğuk olmayı başaran görüntüleri ve politik görünmeden politik olan hikâyesi ile önemli bir çalışma bu.

Doğum günü partisine hazırlanan ve kuaförde saçını yıkatan bir kadının görüntüsü ve sesi ile açılıyor film. Yazının girişindeki sözler kadının sık sık kurduğu hayallerden biri ve yaşadığı lüks hayatı da çok iyi özetliyor. Aynada kendi şıklığını hayranlıkla seyreden kadının imajını birden fazla aynayı yan yana getirerek çoğaltıyor yönetmen Abella ve sanki kadının dünyasının kendisi ile dolu olduğunu söylüyor bize. Kadının adı Sofia’dır ve film aslında sadece onu değil, onunkine benzer hayatlar süren tüm kadınları anlatmaktadır. Sert bir ekonomik krizin hemen öncesindeki doğum günü partisinin sembolü olduğu hayatlardır bunlar. Şık ama yapay, nasıl görüldüğü ve algılanıldığının çok önemli olduğu, şıklık ve zenginlik üzerinden insanların kendilerini diğerlerine sundukları bu hayatları gösterirken doğrudan bir eleştiri yapmaya soyunmuyor film ve hatta baş karakterlerini özellikle kötü göstermeye de çalışmıyor; aksine onların da inançlarının ve değerlerinin kurbanları olarak görüldüğünü bile düşünebilirsiniz hikâye boyunca. Bir davete çağrılmanın ya da çağrılmamanın en önemli konulardan biri olduğu, “kulübe katılmanın” hayatî derecede önem taşıyan bir prestiji işaret ettiği yaşamlar aslında doğrudan bir sınıf hikâyesi anlatmak için iyi bir fırsat ama film birkaç diyalog veya sahne ile sınırlı tutuyor bu üst sınıfın hikâyesini sınıfsal bir dil ile anlatmayı. Çocuklarını kampa gönderen Sofia’nın onları “Meksikalılarla takılmayın” (İspanyol kökenli ve beyaz olmayanları kastederek) diye uyarması, aile finansal açıdan zor duruma girdikten sonra gittikleri bir partide maruz kaldıkları sözler üzerine çocuklardan birinin “Anne, biz yoksul muyuz?” diye sorması, kadının hayallerinin beyaz İspanyolları temsil eden Julio Iglesias ve İspanya kralları ile dolu olması veya maaşının ödenmediğini kibarca hatırlatan şoförün “Bana karşılık verdi” sözleri ile kovulması gibi örneklerle yetiniyor hikâye. Bu örneklerin sonuncusunun kadının kendini tekrar güçlü hissettiği bir ânda yaşandığını düşünürsek, bu sınıfın yaşamlarının paranın varlığı üzerine kurulu olduğunu ve parası olmayanlar üzerindeki tahakkümlerini ima ettiğini de söyleyebiliriz rahatlıkla hikâyenin.

Kocasının işlerinin çok iyi olması sayesinde onların arasına karışmaya çalışan yeni zengin bir kadını Sofia ve arkadaşlarının sürekli küçümsemeleri (bu kadının konuşurken kullandığı halk ağzını Sofia’nın yüzünü buruşturarak karşıladığı önemli bir sahne var filmde) ve arkasından konuşmaları üzerinden de önemli bir değinmesi var filmin. Aynı kadın durumu kötüleşen ama bunu belli etmemek için hâlâ kendisine küstahlıkla davranan Sofia’ya artık onun da arkasından konuştuklarını hatırlatıyor ve üstünlüğü, değer ve önemi asıl olarak paranın belirlediği bir dünyada olduklarını yüzüne çarpıyor. Evet, belki doğrudan değil ama varlığını hep koruyarak dolaylı bir politik dil ile anlatıyor karakterlerin dünyasını bize film. Sofia’yı canlandıran Ilse Salas’ın, hayatı yavaş yavaş elinden kayan kadını seyri büyük bir keyif veren performansla canlandırması ve hikâyenin yergici dilini başarı ile desteklemesi (bir doğum günü partisinde arkadaşının çocuğu ile yaptığı şekerleme kavgası örneğin, bu yergici anlayışı çok etkileyici bir şekilde anlatıyor) ile ayrıca değerlenen filmde erkek ve kadın karakterler üzerinden dikkat çekici bir farklılığa gidilmiş. Örneğin Sofia ne kadar mücadeleci ise kocası o derece pasif ve yenilgiyi o denli çabuk kabul ediyor. Adamı birkaç kez kumandalı oyuncak arabası ile oynarken görüyoruz ki onun zayıflığı ve çocuk kalması ile açıklanabilir herhalde bu sahneler. Diğer erkek karakterler de bir çatışmanın tarafı olmazlarken, zorluklar karşısında intihar eden bir diğer karakterin de erkek olması da yine erkeklerin zayıflığı ile ilişkilendirilmiş olsa gerek.

Sonlardaki, doğum günü partisine hazırlanma ve orada yaşananlar gibi başarılı sahneleri olan filmin kapanışı da hayli ilginç: Sofia kocası ve bir başka çift ile lüks bir restoranda yemek yemektedir. O sırada devlet başkanı da gelir restorana ve daha önce gittiği başka yerlerde de karşılaştığı üzere yuhalanarak, daha doğrusu kendisine doğru havlanarak protesto edilir. Sofia da katılır bu protestoya (kocası ise şaşkınlıkla izlemektedir onu) ve o zamana kadarki soğuk ve kibirli imajını bir kenara koyarak kahkahalar atar. Devlet başkanının halka “Peso’yu bir köpek gibi koruyacağım” sözüne ve bu sözünü tutamamasına bir göndermedir bu protesto şekli ve Sofia’nın da kendini yeniden güçlü hissettiğini dışarıya göstermesinin aracı olur.

Film boyunca adı geçen, fantezi ve kıskançlıkların konusu olan Julio Iglesias’ın “Me Olvide de Vivir” adlı şarkısının da (orijinalini Fransız şarkıcı Johnny Hallyday’in J’Ai Oublié De Vivre” adı ile seslendirdiği parça) yer aldığı soundtrack’i ve Tomás Barreiro imzalı ilginç orijinal müzikleri ile de dikkat çeken filmin seyirciye gerektiği kadar güçlü ve sarsıcı bir yumruk atamamak ve bir parça gereğinden fazla yavaş akmak gibi sorunları var ama anlattığı sınıfın boş ve anlamsız hayatlarını bu boşluğun üzerini örten şıklıkla birlikte anlatan film yakından bakanlar için o sınıfın aslında ne kadar kolayca yıkılabileceğini ve yıkılması gerektiğini de hatırlatan önemli bir çalışma.

(“The Good Girls”)

(Visited 289 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir