“Kalırsam olacaklardan korkuyorum”
Karısının bir çatışmaya kurban gitmesi sonucu bunalıma giren bir hükümet ajanının kendisinin de peşine düşen ve gizemli cinayetlerler işleyen bir katili arayış hikâyesi.
Murray Teigh Bloom’un “The 13th Man” adlı romanından sinemaya uyarlanan ve Jonathan Demme tarafından yönetilen bir gerilim filmi. Karısını kendisinin de dahil olduğu bir silahlı çatışmada kaybeden bir ajanın dibe vuran özel hayatını toparlamaya çalışırken, aldığı gizemli bir notun peşinde yaşadıklarını anlatan film, alçak gönüllü bir gizemli gerilim hikâyesi olmaya soyunan bir çalışma. Başroldeki Roy Scheider’ın filmi sürükleyen oyunu başta olmak üzere, bu Hitchcockvari hikâyeyi seyre değer kılan çeşitli unsurlar var ama film genel olarak vasatın biraz üzerinde geziniyor ve zaman zaman fazla bilinir veya tahmin edilebilir şekilde ilerliyor.
Yönetmen Jonathan Demme filmini Alfred Hitchcock’a bir saygı ifadesi olarak tanımlamış ve açıkçası hikâye de bu ifadeyi destekliyor; Demme kimi sahneler aracılığı ile de saygısını oldukça açık bir şekilde göstermeye çalışmış. Örneğin kadının makasa göz attığı sahne Hitchcock’un “Dial M for Murder – Cinayet Var” filmine, çan kulesi bölümü “Vertigo – Ölüm Korkusu”, duş sahnesi ise “Psycho – Sapık” filmlerine açık göndermeler. Miklós Rózsa’ya ait olan müzik çalışması da Hitchcock filmlerindeki müzikleri hatırlatan atmosferi ile destekliyor bu göndermeleri. Ne var ki bu referans alma çabası yeterli denebilecek bir başarıya ulaştıramıyor filmi. Bunun temel nedeni de hikâyesinin zayıflığı; eldeki malzeme benzer filmlerde sıklıkla gördüğümüz öğelerin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş gibi görünüyor ve yeterince gerilim yaratamıyor. Ek olarak, kimi inandırıcılık problemleri de filmin gerilim havasına zarar veriyor zaman zaman. Yönetmenin yeterince başvurmadığı kamera oyunlarının başarısı ortada (örneğin tren istasyonundaki bir sahnede, sesini duymaya başladığımız ve yaklaşmakta olan trenin aksi yönünde (trene doğru) hareket eden kamera sahnenin ruhuna ve Roy Scheider’ın tedirgin oyununa uygun bir gerilim yaratıyor) ama bu başarı nitel ve nicelik olarak sınırlı kalıyor genelde. Müziğinin iddia ettiği kadar büyük değil hikâye ve diyaloglara da yansıyan zayıflık şöyle alçak gönüllü ama sıkı bir gerilim duygusunu yaşamanız için yeterli olmuyor.
İçerdiği tüm görsel başarıya rağmen, Niagara şelalesinde ne olacağını hissetmenizden kaynaklanan öngörülebilirlik duygusunun da yardımcı olmadığı filmin artılarından biri başroldeki Roy Scheider’ın yoğun kelimesi ile nitelenebilecek oyunculuğu; trajedisi, paranoyası ve çözmeye çalıştığı gizem ile mücadele eden adamın karakterini çok iyi yansıtıyor bize ama oyunculuğundaki bu yoğunluğun filmin hikâyesi ile ve belki daha da önemli olarak diğer oyuncuların tarzları ile pek örtüşmediğini de söylemek gerekiyor. Adeta Scheider filmin gitmeyi hedeflediği noktayı, diğer oyuncular ise filmin kaldığı noktayı temsil ediyor gibi. Finalde kahramanımızın ikinci kez mutluluğu elden kaçırıyor olmasının ve filmin adına yakışır bir son kucaklaşma ile yetinmek zorunda kalmasının etkileyiciliği, pek az başvursa da stilize üslubunun öne çıktığı anları ve eski usul gerilim filmlerinin havasını karşımıza getirmesi ile yine de görülmeyi hak eden bir film “Last Embrace”.
(“Son Kucaklaşma”)