“Babanızın öğretmeni karnesine aynen şöyle yazmıştı: Dibe vurdu ama hâlâ kazıyor”
Bir ailenin hayatının farklı yıllara yayılan beş gün üzerinden anlatılan hikâyesi.
Fransız yönetmen Rémi Bezançon’dan mizahı da eksik olmayan ama dram yanı ağır basan bir film. İkisi erkek biri kız üç çocuğun olduğu ailenin uzun yıllara yayılan hikâyesinde seçilen beş kritik gün boyunca aile bireylerinin hem birbirleri ile hem de ailenin dışındakilerle ilişkileri anlatılıyor ama film temel olarak bu beş birey üzerinden aile kurumunun kendisine odaklanıyor. Senaryoyu da yazan yönetmen Bezançon zaman zaman Amerikan sinemasından da esintiler taşıyan filminde yine de bu sinemadan ayrışan kimi yönleri ile filminin ilgi veya daha doğru bir ifade ile sempati ile izlenmesini sağlıyor.
Aile kurumu veya bu kurum içindeki ilişkiler üzerine yeni bir şey söylemiyor aslında film. Acısı, tatlısı ile süren bir hayat, trajediler ve mutlulukların hem birleştirip hem ayırabildiği bireyler, sıcak bir duygusallık ve karakterlerine sevecenlik dolu bir bakış ile yaklaşan film bu kurumun hem “imkânsızlığı” hem “eldekilerin en iyisi” olma özelliğini getiriyor karşımıza. Bunu yaparken de tıpkı kendisinin baktığı gibi tüm karakterlerine sevgi, anlayış ve sevecenlik ile yaklaşmamızı bekliyor ve başarıyor da bunu. Bu başarının temelinde yatan da samimiyet olsa gerek. Benzer hikâyeleri daha önce seyretmiş olsanız da yönetmen karakterlerini ya kendinizle ya da ailenizden bir başka birey ile özdeşleştirmenizin yolunu açıyor. Sonuçta “kutsal aile kurumunu” koruyan Amerikan filmlerinden farklı bir akışı ve finali olmasa da film bu kurumdan çok bireyler arasındaki dayanışmayı vurgulayarak mesaj tuzağından ustalıkla kurtuluyor.
Restorandaki barışma yemeği, beraber yenen tüm yemekler veya giden eşin ardından onun “son nefesinin paylaşılması” gibi hem güldüren hem duygulandıran sahneleri ile özetle eğlenceli bir dram karşımızdaki. Şık ve popüler bir soundtrack eşliğinde anlatılan hikâyesi ile film tüm oyuncu kadrosunun ve özellikle oğullardan küçük olanını canlandıran Marc-André Grondin’in oyunu ile öne çıkmayı ve kendisini sevdirmeyi başarıyor. Hafif serbest stil bir anlatım, doğal ve bolca diyalog ve abartılmamış bir şıklık barındıran film bu serbest stilini bir parça daha ileriye götürebilse ve bir parça daha yaratıcı olabilse çok daha üst noktalara gidebilirmiş açıkçası. Yine de herhangi bir neden bulma telaşına düşmeden seyredilip sevilmesi gereken filmlerden. Özdemir Erdoğan’ın dediği gibi: “Nedensiz de sevilir”.
(“The First Day of the Rest of Your Life” – “Kalan Hayatının İlk Günü”)