“Sana çocukken masal değil, Casanova’nın anılarını okumuş olmalılar”
Fransa’dan ABD’ye giden bir gemide tanışan ve her ikisi de başkaları ile nişanlı olan bir kadın ile bir erkek arasında gelişen aşkın hikâyesi.
Senaryosunu Leo McCarey ve Mildred Cram’ın orijinal hikâyesinden yola çıkarak Delmer Daves ve Donald Ogden Stewart’ın yazdığı, yönetmenliğini Leo McCarey’in yaptığı bir ABD yapımı. İlki yine McCarey tarafından olmak üzere Hollywood’un daha sonra iki kez daha sinema perdesine uyarladığı film Oscar’a aralarında En İyi Film’in de bulunduğu altı dalda aday olmuştu ve Hollywood’un klasik döneminin parlak örneklerinden biri. Romantik komedi ve dramdan beslenen film dönemi için fazla cüretkâr olduğundan senaryosu birkaç kez yeniden yazılan, iki başrol oyuncusunun (Charles Boyer ve Oscar’a aday gösterilen Irene Dunne) yönetmenin teşviki ile doğaçlamaya da başvurdukları eğlenceli ve güçlü performansları ile dikkat çeken ve Amerikan sinemasının hikâye anlatma becerisinin kendisini gösterdiği bir çalışma. Başta şarkılı sahneleri olmak üzere farklı unsurların hikâyeye eğreti bir şekilde ve gişe gözetilerek eklendiği açık olan bölümlere sahip olmak gibi önemsiz olmayan bir kusuru olsa da eğlenerek ve birkaç gözyaşı da dökülerek seyredilebilir.
İki başrol oyuncusunun da en sevdikleri filmleri arasında yer alan ve gösterime girdikten sonra restoranlarda “pembe şarap” (rosé) satışlarını birdenbire artıran çalışma film ve kadın oyuncu dışında, yine kazanamadığı dört dalda daha aday olmuş Oscar’a: Orijinal Senaryo, Yardımcı Kadın Oyuncu (Maria Ouspenskaya), Sanat Yönetimi ve Orijinal Şarkı. Bu adaylıklardan sonuncusunu sağlayan “Wishing” adlı şarkı başarılı bir çalışma ama filmin yaratıcılarının ticarî bakışını da ele veren ve hikâyeye doğal bir şekilde yerleştirildiği söylenemeyecek en önemli iki unsurdan biri. Birden fazla “şarkı söyleme” sahnesi var filmde ve hikâyeye gereksiz bir yarı-müzikal hava katıyor nerede ise bu bölümler. Tıpkı gemideki küçük çocuk sahnesinin (bu rolde dönemin tanınan çocuk oyuncularından biri olan ve kötü sonuçlanan oyunculuk kariyerinin de etkisi ile henüz 38 yaşında hayatına intihar ederek son veren Scotty Beckett var) anlaşılan çocuğun sevimliliğinden ve tanınırlığından yararlanmak için eklenmiş görünmesi gibi bu müzikli sahneler de hikâyeye yararı olmayan bir odak değişikliği getiriyor. Neyse ki filmin bugün -aradan geçen seksen üç yılı ve benzer hikâyeleri anlatan onlarca filmi düşününce doğal görünen- eskimiş dili ile birlikte kayda değer tek önemli kusurları bunlar ve yapıtın tadını çıkarmaya engel teşkil etmiyorlar.
Ünlü bir çapkın olan ve pek de üzerine düşmese de ressamlık yapan Fransız Michel ile gece kulüplerinde şarkıcılık yapan Terry’nin okyanusu geçerek ABD’ye giden bir transatlantikte tanışmaları ile aralarında gelişen aşkı anlatıyor film. Her ikisini de New York rıhtımında nişanlıları beklemektedir ve aniden kendilerini içinde buldukları bu yeni aşkın zamana ve koşullara karşı gücünü test etmek üzere altı ay sonrası için tekrar görüşmek üzere sözleşerek ayrılırlar. Bunu ve sonrasını anlatan senaryo ilk yazıldığında olaylar 1850’li yıllarda geçiyormuş ve bir Fransız diplomat ile bir Amerikalı kadının ilişkisini anlatıyormuş ama sonra oldukça önemli değişiklikler yapılmış metinde. Yaklaşmakta olan İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde bir Fransız ile bir Amerikalı arasında bu tür bir evlilik dışı ilişkiyi doğru bulmayan Fransız elçiliğinin rahatsızlığını iletmesi ve sansür kurumunun hikâyeyi zinayı teşvik edici bulması gibi nedenlerle yapaılan değişikliklerle farklı bir dönemde ve farklı karakterler arasında geçen bir hikâye çıkmış ortaya. 1957’de “An Affair to Remember” adı ile yine McCarey tarafından ve bu kez Cary Grant ve Deborah Kerr ile tekrar çekilen ve yine çok beğenilen hikâye 1994’te ise orijinalinin aynı isimle ve Glenn Gordon Cardon tarafından üçüncü kez taşınmış perdeye (Başrollerde bu kez Warren Beatty ve Annette Bening yer almış bu pek beğenilmeyen uyarlamada).
Özellikle gemide geçen ilk bölümünde hayli başarılı bir sonuç elde edilen bir film çekmiş Leo McCarey. Diyaloglar esprili, hikâyenin temposu ve içeriği oldukça uyumlu ve yönetmenin görsel çalışması da görüntü yönetmeni Rudolph Maté’nin katkısı ile oldukça çekici. Özellikle komedilerdeki başarısı ile bilinen yönetmenin bu türdeki yeteneklerini gemide geçen bu sahnelere parlak bir şekilde taşıdığını söyleyebiliriz. Her ne kadar hikâyedeki gervarlıkları hayli sorunlu olsa da şarkılar da (orijinal besteler yanında bir Fransız klasiği olan “Plaisir d’amour”u da Irene Dunne’un sesinden dinliyoruz ve aşkın zevklerinin kısa ama acısının bir ömür boyu süreceğini hatırlıyoruz bir kez daha) renk katıyor filme. İlk öpüşmenin okyanustaki korkunç dalgalı ve fırtınalı bir âna denk gelmesi veya hiç gelmeyecek bir âşığı bekleme sahnesinin gök gürültüsü ve şimşeklerle bitmesi gibi küçük oyunlara da başvuran McCarey dram, romantizm, komedi ve hatta melodramın tümünden birer dozun özenle yerleştirildiği filmle seyircisinin ilgisini çekmeyi başarıyor.
Bollywood’un da “An Affair to Remember”dan yola çıkarak iki kez (Kalidas’ın 1965 tarihli “Bheegi Raat” ve Indra Kumar’ın 1999 yapımı “Mann“) beyazperdeye aktardığı hikâyede Irene Dunne ve Charles Boyer rollerinin hakkını verirken romantizmi de dramı da eşit başarı ile getiriyorlar karşımıza ve özellikle Dunne karakterinin gücünü, zarafetini ve fedakârlığını seyircinin ilgisini hep üzerinde tutmayı başararak anlatıyor. Maria Ouspenskaya’nın Oscar adayı performansında sıcak bir sevimlilik ve hüznü yansıttığı Portekiz sahnesi ile yüreklere de dokunan (sahnenin dinî içeriğini boşvermekte yarar var) filmin aradaki ayrılık bölümünde (o şarkı ve yetimhane sahnelerinin gereksizliği yüzünden) odağını kaybedip başarı düzeyini düşürdüğü bir gerçek ama yine de eski Hollywood’dan gelen bir klasik olarak keyifle izlenebilir.