Magic Valley – Jaffe Zinn (2011)

“Hiç kaza sonucu, yani kaza gibi, bilerek bir şey yaptın mı? Kaza ile, bilerek.. Bilirsin işte, hani bilerek yapıyorsun gibi, ama tam bilerek de değil aslında… Bir hata yapıyorsun ama tam olarak da bir hata yaptığını bilmiyormuşsun gibi… Tam olarak onu yapmayı kastetmemişsen bile, yine de yapmışsın gibi…”

Bir kasabada iki küçük çocuğun bir genç kızın cesedini bulmaları ve gömmeye kara vermeleri ile gelişen olayların hikâyesi.

ABD’li sinemacı Jaffe Zinn senaryoyu da kendisinin yazdığı bu ilk yönetmenliğinde bir küçük kasabada bulunan ve kayıp olduğu geç fark edilen bir genç kızın cesedi üzerinden, sakin bir anlatımı olan bir hikâye getiriyor karşımıza. Failinin kim olduğunu baştan anladığımız ve bir gün içinde yaşanan bu cinayet hikâyesini yönetmen daha çok “küçük kasaba” karakterlerini bir araya getiren bir ortak öğe olarak düşünmüş ve ortaya görüntü çalışması ile de dikkat çeken, karakterlerin birbirleri ile ilişkilerinin yavaş yavaş netleştiği ve tekdüzeliğin ve aylaklığın damgasını vurduğu hayatların yalın bir biçimde karşımıza getirildiği bir sonuç çıkmış. Özellikle ikinci yarısında daha da parlayan filmin baş karakteri ve cinayetin faili gibi görünen TJ karakterini her zaman aynı vuruculukla ele alamaması ve hikâyeyi oluşturan parçaların birleşmesi ile netleşen resmin yeterince doyurucu olmaması gibi kusurları da var ama zaman zaman hüzün ve melankolinin akıllıca ağır bastığı ve ince/sakin bir dili olan filmi görmeye engel olmamalı bu durum.

Sean Kirby’nin başarılı ve gerçekçiliği öne çıkarmasına rağmen filmin zaman zaman bir düşü andıran atmosferinin de oluşmasını sağlayan kamerasından güzel karelerle başlıyor hikâye ama hemen ardından yüzlerce ölü balığa odaklanarak br şeylerin yolunda gitmediğini de haber veriyor seyircisine. Kasaba halkının her günkü hayatlarını yaşadıkları sıradan bir günün hikâyesi gibi ilerliyor film ve o küçük yerlere özgü olan her şeyin ezelden beri böyle olduğunu hissettiren ve günlük hayattan alınmış sıradan görüntüler ile kasabayı başarılı bir biçimde tanıtıyor seyirciye. Bu sıradanlık ile taban tabana zıt olan şeyse iki küçük çocuğun buldukları cesedi bir parça düşündükten sonra, kimseye haber vermeden gömmeye karar vermeleri. Kasabanın yavaş hayatı içinde genç kızın kaybının aile tarafından geç farkedilmesi, hiçbir şeyin dolayısı ile kötülüğün de olmadığı kasabada ailelerin endişe duygusunun cesedi bulan çocukların o küreklerle ne yaptığını çok da önemsemelerinde kendisini bulan eksikliği gibi unsurlarla yönetmen/senarist Zinn belki ortalama bir seyircinin beklentisinin uzağına düşüyor sık sık ve özel bir gerilim inşa etmekten sakınıyor ama karakterlerini tek tek ele alırken, onları hem kendi hikâyeleri ile hem de büyük resmin parçası olarak akıllıca kurgulayarak ortaya seyir zevki yüksek bir eser koyuyor kanımca.

Cinayeti işlemiş görünen TJ karakterini ele alış biçimi ise Zinn açısından hem artılar eksiler içeriyor. Kimi anlarında bir Gus Van Sant filminden düşmüşe benzeyen ve bu nedenle çok da orijinal görünmeyen anların parçası yapıyor onu Zinn, ama diğer taraftan gencin vicdanının baskısı ile savaştığı veya intiharı denediği (ya da düşlediği) sahnelerde olduğu gibi küçük ama hayli etkili anların da kahramanı yapmayı başarıyor. Öte yandan Zinn, yaşlı şerifin ve polisin günlük ve sadece hız yapan bir araba ve şerifin avladığı bir kuş gibi küçük “olaylarla” bölünen devriyelerini cinayet gibi sert bir unsurla akıllıca ve rahatsız etmeden yan yana getirmeyi başarmış görünüyor. Adeta her şeyin o kadar sıradan olmasına alışık ki kasabada yaşayanlar, cesedin sadece çocukların bildiği bir sır olmaktan çıktığı andan sonra bile olayı büyütmüyor film ve karakterlerin tepkilerini asgari bir düzeyde gösteriyor bize. Belki de bir cesedin bile bu kasabanın düzenini bozamayacağını söylüyor bize Zinn.

Filmi kendi çocukluğunun geçtiği kasabada çeken yönetmen Zinn TJ karakterini daha iyi işleyerek sinemaya sıkı bir örnek armağan edebilirmiş ama bunu yeterince başaramamış görünüyor; yine de bu karakterin şu ya da bu şekilde bir cazibeyi yakalayabildiğini ve “aylaklığın ortasında bunalan” gençlerin akılda kalan bir örneğini oluşturduğunu söylemek mümkün. Özetle, sıradanlığın ortasında yaşanan bir tuhaflığı anlatan bu hikâye kesinlikle ilgiyi hak eden ve özellikle ikinci bölümü ile daha da önemli olan bir çalışma.

(“Sihirli Vadi”)

(Visited 49 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir