Manderlay – Lars von Trier (2005)

“Oylama yapmak prensip olarak iyi bir yöntem olabilirdi ama saatin kaç olduğuna oylama ile karar vermek pek de akıllıca bir fikir değildi”

Babasının gangster ordusu ile birlikte geldiği Alabama’da zenci köleleri “kurtarmak” için kalmaya karar veren bir genç kadının hikâyesi.

Lars Von Trier’in 2003 tarihli “Dogville” filminin devamı ve Amerika B.D. üzerine çektiği “Fırsatlar Ülkesi” üçlemesinin ikincisi olan bu film farklı oyuncularla ilk filmdeki karakterlerin bir kısmını da devam ettirerek “farklı” von Tier filmlerine bir örnek daha oluşturuyor. İlkinde olduğu gibi yine karşımızda stüdyoda ve tiyatro sahnesini hatırlatan bir sette minimum dekorla çekilmiş, çoğunlukla el kamerasının kullanıldığı, bir anlatıcının sık sık olayları açıkladığı, kurgunun atlamalara ve tekrarlara yer verdiği bir film var.

“Dogville” ile aynı havayı taşımasına rağmen bu filmin onun gerisinde kalmasının en temel nedeni ilkinin orijinalliğinin burada aynen tekrarlanması. Filmin anlatım biçimi ve teknik özellikleri en az söyledikleri kadar farklı ve orijinaldi birincisinde. Bu filmde tüm bu öğeler aynen tekrarlanınca kendinizi ikinci bölümü izliyor gibi hissediyorsunuz. Filmin anlattıkları ise bu durumdan bağımsız ve her Trier filminde olduğu gibi yine kışkırtıcı ve tartışmaya oldukça açık. Hatta o derece açık ki zaman zaman yönetmenin kendisinin de kafasının karıştığını düşünebilirsiniz. Yıllar önce bitmiş bir kölelik düzenini sürdüren bir çiftliğe gelen ve yeni bir düzen kurmayı kendisine görev edinen kızın yöntemleri, yaptıkları/yapamadıkları, aldığı tepkiler, düzenin eski ve yeni kölelerinin varlığı vb.pek çok husus nasıl ele alacağınızı şaşırabileceğiniz ve doğrunun ne olduğu duygusunu yitirmenize neden olacak bir hikâye akışı içinde anlatılıyor. Örneğin kölelikten kurtulan siyahların alışmadıkları özgürlükleri ile ne yapacaklarını bilememeleri, tam bir demokrasi ve liberalizm öğretmeni edası ile hareket eden ve demokrasiyi oturtmak için silah gücüne başvurmaktan çekinmeyen kızın tutumu ve filmdeki her bir karakterin neyin sembolü olduğu yolunda elinizde olmadan yapacağınız sorgulamalar bir yandan yorucu ve bir yandan da filmi yaratan kişinin ne demek istediğinin bilinçli belirsizliği kafa karıştırıcı. Filmin sonunda ortaya çıkan gerçek pek çok soruyu da beraberinde getiriyor; özgürlüğün bilinmezliğinin verdiği tedirginlik karşısında köleliğe dönmek ne demektir, gönüllü kölelik kölelik midir, demokrasi ve özgürlük dışarıdan zorla sağlanan kavramlar olabilir mi, vs.

Filmin konusundan yola çıkıp günümüz dünyasının pek çok tartışmalı konusuna geçiş yapabilirsiniz. Irak’a ve Afganistan’a ABD müdahelesi örneğin, bir demorasi bayraktarlığının sonucu mudur? Elbette değildir ama yapanın niyeti yapılanın sonucunu, eğer olumlu ise, olumsuz mu kılar? Orta Doğu ve Afrika’da bugünlerde olanlar hangi yönde bir gidişi işaret ediyor? Halkların özgürlük mücadelesi mi yoksa sadece ezenlerin/sömürenlerin isim değiştirmesi mi? Trier’in senaryosu tüm bunları sorduruyor ama bir net cevap vermediği gibi hikâye kıza bir haksızlık yapıldığını mı söylüyor yoksa dışarıdan gelecek snob liberalizmin hiçbir çözüm üretmeyeceğini mi, anlamak zor. Dışarıdan uzatılan yardım elinin kendi içindeki antidemokratlığı da (baba ile kızı arasında gangsterlerin onlara hiçbir söz hakkı verilmeden paylaşılmaları sahnesinde olduğu gibi) belirsizliği yaratan bir başka durum. Belki de herhangi bir niyet veya mesaj peşinde olmadan ve genelde tarafsız, açıklayıcı ve doğru bir konumda olması beklenen anlatıcının bu konumu ile özellikle sonda söylediği “yardım elini görmeyenin bunun için sadece kendisini suçlaması gerektiği” cümlesi aracılığı ile de yönetmenin oynadığını düşünerek sadece sorular ile yetinmek doğru olacak. Sonuçta bu soruların cevabı gerçek hayatta da tek değil.

İlkinde olduğu gibi bu filmde de film David Bowie’nin “Young Americans” şarkısı eşliğinde ve bu kez ABD’deki siyahların özgürlük hareketlerini ve yoksulluklarını gösteren fotoğraflar ile bitiyor. Bu fotoğraflar bir siyahın beyaz kıza söylediği ve filmin yanında taraf tutulabilecek hemen tek cümlesini de anlamlı kılıyor: “Bizi siz böyle yaptınız”. İçinden çıkılması zor bir konu ve anlaşılan film de bu zorluğun çözümü değil gösterilmesi peşinde sadece.

Trier’den tartışmalı bir film özetle. “Dogville” filmini görmüş olanlar için teknik ve artistik yönü belki o kadar çarpıcı olamayacak ama sinemaya bir yenilik getiren her çaba alkışlanmalı. Bu çabayı gösteren bu yıl Cannes festivalindeki akıl dışı sözleri söyleyen Trier bile olsa.

(Visited 226 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir