“Bazen ölünce cennete gidip dans ettiğimi düşünürüm”
Yaşlı bir adam ve huzurevindeki bakıcısının bir ormanda kaybolmalarının hikâyesi.
Muhteşem yeşil dağlar, tarlalar ve orman görüntüleri ve bu görüntülere eşilik eden doğal sesler ve sessizlik anları ile başlayan film önce bir huzurevinde, daha sonra da ormanda geçen sahneleri ile önce belgesel daha sonra ise dram havasının ağır bastığı etkileyici bir film. Kısa bir geri dönüş ile bakıcısının yaşadığı trajediyi gösteren film, bu trajedinin etkisindeki kadının daha önce çocuğuna karşı göstermeyi “başaramadığını” düşündüğü sorumluluğu şimdi bir yetişkin için üstlenmeye çalışmasını ve bu arada bu yaşlı yetişkinin de hayatının sonunda “özlediğine” kavuşma çabasını aktarıyor. Özetle, hayatının başındaki birine karşı yerine getirilemeyen sorumluluğun, hayatının sonundaki birine karşı gösterilme çabasının hikâyesi bize sunulan.
Huzurevindeki başlangıç sahneleri sakin bir belgesel havasında kadın kahramanımızın bu ortama uyum gösterme çabasını ve sonradan birlikte yolculuğa çıkacağı bunamaya başlamış olan ve kendisine hayli kötü davranan yaşlı adam ile mücadelesini gösteriyor. Oldukça ağır bir tempoda ve çoğunlukla “küçük konuşmalar” ile geçen bu sahneler sinemasal açıdan belki çarpıcı bir dramatizm içermiyor ama hem yaşlılık, hayat, yalnızlık ve neden olunduğu düşünülen trajedinin yarattığı vicdan azabı kavramları üzerine düşünmeyi sağlıyor hem de filmin sonraki bölümüne bakıcı ve yaşlı adam ilişkisinin başlangıcını göstererek hazırlıyor bizi. Filmin ormanda geçen sahnelerinde ise öncelikle doğa görüntüleri ve ses kullanımı üzerinde durulması gerekiyor. Doğada yer alan yeşilin hemen tüm tonlarını içeren görüntülere, rüzgarın ve rüzgarda salınan ağaçların ve otların sesi gibi çok etkileyici anlara veya yeşil tarladaki kovalamaca sahnesindeki gibi çarpıcı bir geometrik güzelliğe sahip olan film doğaya bir saygı duruşunu da beraberinde taşıyor. Örneğin yaşlı adamın kendisi gibi yaşlı ve büyük bir ağaca gösterdiği sevgi içerdiği duyarlılık ile çarpıcı bir etkiye sahip. Gerek huzur evindeki filmin sürekli hissettirdiği huzur ve sevgi ortamı gerekse doğanın filmdeki kullanım şekli bu bir ölüm ile başlayıp yine bir ölüm ile biten filme bu bitiş ve başlangıcın içeriğinden bağımsız bir sevgi ve mutluluk havası kazandırıyor. İnsana, doğaya ve insan-doğa ilişkisine sevgi ve saygı ile yaklaşan bir tutumun göstergeleri tüm bunlar.
Filmin kapanış jeneriklerinde açıklandığı üzere filmin orijinal adı “matem yeri” veya “yas tutmaya adanmış dönemde sevdiklerini düşünme” anlamlarını taşıyor ve kelimelerin kökeni açısından da “matemin sonu”. Bakıcımız filmin sonunda kendi matemini nihayet aşmayı öğrenirken, yaşlı adam da yıllar önce kaybettiği karısına kavuşarak kendi özlemini ve matemini sona erdiriyor. Filmin son sahnesinde her ikisinin de huzura kavuştuğu bu film işte bu açıdan da yukarıda bahsedildiği gibi bir huzura erme hikayesi halini alıyor.
Ormanda kaybolma ve özellikle suyu geçmeye çalışma sahnelerinde oldukça yüksek bir başarıya sahip olan film başarılı görüntü yönetimi ve hikâye ile uyumlu etkileyici müziği ile dikkat çeken, iki baş oyuncusunun özellikle dayanışma anlarında ve finaldeki başarılı oyunculuklarına yer veren bir çalışma. Kadının donmakta olan yaşlı adama yardımı ile bana John Steinbeck’in olağanüstü romanında ve bu romandan uyarlanan John Ford’un olağanüstü “Grapes of Wrath” filminde açlıktan ölmek üzere olan bir adama yeni doğum yapmış olan genç kadının yaptığı yardımı da çağrıştıran film özellikle başlangıçtaki düşük temposu, daha sonra da aslında olmayan hikâyesi ile seyri çaba gerektiren ama içine girildiğinde hayli etkileyici ve içerdiği veya konu ettiği tüm olumsuz kavramlara karşın seyredene huzur ve mutluluk sunan bir eser.
(“The Mourning Forest” – “Yas Ormanı”)