“Senin için geldim, Madeleine. İntikamımı aldım ama bu yeterli değil. Benim… aşka ihtiyacım var”
Paris’te bir tiyatronun oyuncularının birbiri ardından gizemli bir şekilde öldürülmelerinin hikâyesi.
Edgar Allan Poe’nun aynı isimli hikâyesinden Christopher Wicking ve Henry Slesar tarafından sinemaya uyarlanan ve Gordon Hessler’in yönettiği bir İngiliz yapımı. Amerikalı bir yazarın Paris’te geçen hikâyesini sinemaya uyarlayan İngilizler filmin tamamını İspanya’da çekmişler; daha kısa bir ifade ile söylersek, küresel işbirliği ile ortaya çıkan bir film karşımızdaki. Çok bilinen ve modern detektiflik hikâyelerinin ilki olarak kabul edilen bir eserin filme dönüşen bu hali ise ne yazık ki genellikle vasat olarak nitelendirebileceğimiz bir çalışma. Filmin yönetmeni Hessler, hikâyeyi ve sonunu herkes çok iyi bildiği için olay örgüsünü yeniden oluşturduklarını söylemiş ama sonuç bir dedektiflik hikâyesi olmaktan hayli uzaklaşmış. Dedektif karakteri hayli geri planda kalırken, gizemi çözen o olmayınca ve gizem bir parça fazla tahmin edilebilir olunca, filmin çok da tadı kalmamış açıkçası. Yine de, 1970’li yıllardan gelen bu “B filmi”, yapımcı firması American International Pictures’ın uzmanı olduğu “ucuz” gerilim ve korku filmlerinin örneklerinden biri olarak özellikle sinemaseverlerin ilgisini hak ediyor.
Sinemaya uyarlanırken ciddi değişiklikler yapılmış hikâyede ve Poe’nun aynı isimli oyununun oynandığı bir tiyatro olayların merkezine koyulmuş. Sonuç ise, Poe’nun hikâyesi ile “Operadaki Hayalet”in bir araya getirilmesi ile oluşmuş gibi görünen bir çalışma ve bu yapısal değişikliklerden hem olumlu hem de olumsuz olarak hayli etkilenmiş görünen bir film olmuş. Şaşırtıcı bir girişle başlayan ve seyrettiğimizin gerçek mi yoksa oyundan bir parça mı olduğu konusunda zaman zaman kafamızı akıllıca karıştıran filmin belki de en çekici yanı bu. Hikâye ilerledikçe karakterler ve aralarındaki ilişkiler yerine oturmaya ve film fazla olmasa da bir merak ve gizem yaratmayı başarıyor. Başrol oyuncularından biri olan ve dizginlenmiş bir Vincent Price performansı gösteren Jason Robards’ın da -her ne kadar kendisi bu film için doğru oyuncu olmadığını söylemiş olsa da- katkısı ile film yeterli bir düzeyde olmasa da ilgiyi hak eden bir düzeye çıkıyor zaman zaman. Ne var ki bu ilgi çoğunlukla çekiciliği beraberinde taşımıyor. Yönetmen Gordon Hessler’ın çalışması fazlası ile düz ve teknik açıdan bir katkı sağlamıyor filme. Gereğinden fazla uzun tutulan rüya/kâbus sahnelerinin bir süre sonra monotonlaşması onun yanlış tercihlerinden biri örneğin. Gömüldüğü mezardan üç gün sağ kalarak çıkmayı başaran bir illüzyon sanatçısının mezarının açıldığı ve hayli önemli olan sahne oldukça sıradan çekilmiş ve kötü kurgulanmış olması ile filmin gerçekçiliğine de zarar veriyor hikâyenin.
Aynı kadına aşık olan üç erkeğin kadının öldürülmesinden sonra onun kızına benzer bir tutku duyması (hatta içlerinden biri bu kızla evlenmiş!) ortaya bir parça tuhaf (hatta sapkın!) bir durum çıkarmış ama film bundan pek de rahatsız olmuş görünmüyor. Poe’nun hikâyesinden bu ve benzeri sapmalar bir rahatsızlık duygusu vermekten öteye gidemiyor ne yazık ki. Gerçek, rüya ve oyunun birbirine karıştığı anlar her zaman olmasa da bu problemin önüne geçiyor zaman zaman neyse ki. Özellikle finalde, bu “karışıklık” hayli çekici olmuş ve filmin, hedeflediği gizemi ve belirsizliği yakalamasını sağlamış. Poe’nun gerilimini sinemaya taşıyamayan film İspanya’daki dış mekanları kullanmaktaki başarısı, uzunlukları ve tekrar edilmeleri nedeni ile monotonlaşsa da kimi rüya sahneleri, Robards’ın yanısıra Herbert Lom, Michael Dunn ve Christine Kaufmann’ın bir B filmine yakışır oyunculukları ve kostüm çalışması ile kusurlarına rağmen özellikle türünün meraklıların ilgisini hak ediyor.
(“Morg Sokağı Cinayeti”)