“Hatta babamla, sizin servet peşinde koşan bir çapkın olduğunuza dair bahse girmiştim. Babam aksini söylüyordu. Bahsi kaybettim ve bir bahsi kaybettiğim için ilk defa çok memnunum”
Yaptığı bir haberin yanlış çıkması nedeni ile çalıştığı gazeteyi zor duruma düşüren bir adamın haberin “doğru”luğunu kanıtlamak için giriştiği oyunun hikâyesi.
1970’li yılların tipik romantik komedilerinden biri. Tarık Akan’ın popüler Hababam Sınıfı serisindeki karakterinin ismini (Ferit) -ticarî bir kurnazlık!- taşıyan genç bir gazeteciyi canlandırdığı film oyuncunun Yeşilçam’ın kendisine biçtiği “yakışıklı jön” profilini taşıdığı dönemin son örneklerinden biri. Sinema kariyerinin henüz başlarındaki Müjde Ar’ın kendisine başrolde eşlik ettiği filmin oyuncu kadrosunda sinemamızın -özellikle komedi alanında- önemli başka isimleri de (Hulusi Kentmen, Ayşen Gruda, Şevket Altuğ, Bilge Zobu, Aysel Gürel) yer alıyor ve filmin amacına uygun keyifli performanslar sunuyorlar. Sadık Şendil ve Suphi Tekniker’e ait olan senaryo açıkçası her iki ismin de en parlak işlerinden değil ve ilk 10 dakikadan sona ne olacağını ve hangi sıra ile olacağını çok rahatça anlayabileceğiniz gibi -anlaşılan üzerinde durulmaya pek gerek duyulmamış- ciddi inandırıcılık problemleri de var bu senaryonun. Yine de sıkı bir nostalji kaynağı elbette ve Yeşilçam’ın Yeşilçam olduğu günlerden getirdiği sıcak esintilerle keyifle izlenebilir.
1970’li yıllar Türkçe sözlü pop müziğin -yerli bestelerle birlikte- iyice yaygınlaştığı bir dönemdi ve Yeşilçam bu modadan faydalanma fırsatını kaçırmadı elbette. Türkçe pop şarkıları pek çok filmde defalarca -ve çoğunlukla telif vs. umursanmadan- hikâyelerde ilgili ilgisiz pek çok sahnede kullanılırken, bu şarkılar doğrudan filmlere isimlerine de verdiler bazen. “Ah Nerede”, “Oh Olsun”, “Hayat Bayram Olsa” gibi örnekleri olan bu filmler arasına katabileceğimiz bu çalışmanın ufak bir farkı var onlardan. İskender Doğan’ın 70’li yılların popüler şarkılarından “Kan ve Gül” adlı eserini sık sık duyduğumuz film isim olarak doğrudan şarkınınkini almamış; herhalde bir komedi için fazla sert bulunmuş bu isim ve onun yerine şarkının sözleri içinde yer alan “öyle olsun” ifadesi tercih edilmiş. Şarkının sözlerinin hikâye ile uyumu ise diğer örneklerde olduğu gibi burada da pek yüksek değil elbette!
Akşam Yıldızı adlı gazetede çalışan genç bir gazeteci Ferit ve Kepçe adını kullanarak yazdığı ve Dalavere Kazanı başlığını taşıyan köşesindeki haberleri ile epey tiraj sağlıyor gazetesine. Bir zeytinyağı kralının ürünlerine makine yağı kattığı haberi ile bu iş adamının tepkisini toplamış ve bunun üzerine bir de adamın kızının evli erkeklerle aşk yaşadığını haber yapmış ki bu sonuncusu kolayca yalanlanıvermiş ilgili taraflarca. Yalan haber nedeni ile açılan tazminat davası gazeteyi batıracağı için, genç gazeteci kendi yalan haberini doğru kılmak adına iş adamının kızının evli bir erkekle basılacağı bir ortam yaratmak için bir oyuna girişiyor ve hikâyenin sonrası da tahmin edilebileceği şekilde ilerliyor ve İlerlerken de ne inandırıcı olmayı ne de bir boşluk bırakmamayı umuruyor.
Eski bir Kırkpınar pehlivanı olan iş adamı zeytinyağlarına gerçekten makine yağı karıştırıyor mu sorusuna herhangi bir cevap vermiyor veya vermeye gerek duymuyor senaryo. İş adamı masumsa gazeteci elinde hiçbir kanıt olmadan bir yalan haber yapmıştır ki bu durumda neden iş adamı harekete geçip bir dava açmamıştır, en azından yağlarını test ettirip sonuçlarını açıklamamıştır örneğin. Kızının gazeteciye “Onu da (zeytinyağına makine yağı karıştırıp karıştırmadığını) bilmem. Bugünlerde böyle şeyleri kim yapmıyor ki?” demesini nasıl yorumlamalıyız peki? Bunu gerçek anlamı ile alarak bir umursamazlığa mı yormalıyız, yoksa babaya duyulan güvenin sonucu olarak yapılan bir espriye mi? Gazetecinin kızı dans ederken gördüğü adamın evli olduğunu nasıl anladığını seyircinin de bilmeye hakkı olduğunun unutulması, yakın bir arkadaşın sevdiği kızın pis bir oyuna alet edilmesi ve bundan ne iki arkadaşın ne de kızın hiç rahatsız olmaması, hiçbir rahatsızlığı olmayan gazeteciyi -ona zarar verdiğini düşünen adamın çağırdığı- doktorun sargı bezleri ile sarıp sarmalayarak daha önce tanımadığı gazetecinin oyununun parçası olması ve polis baskına gelecek diye yalan söylenen grubun içinde bir de gerçek polisin olması ama onun “ne oluyor?” deme gereği bile duymaması gibi pek çok problemi var senaryonun.
Tarık Akan ile Hulusi Kentmen’in üzerlerinde sadece birer kıspetle yağlı güreşe tutuşmaları ve bu güreşi hizmetçi ve uşağın minderin dibinden seyretmeleri veya Müde Ar’ın sevdiği bir erkek ile seveceği bir diğer erkeğin güreşini izlemesi gibi tuhaflığı olan filmin zenginlik/yoksulluk üzerine de çelişen görüşleri var. “Babanızın serveti başınızı döndürmüş, dünyaya yüksekten bakıyorsunuz, insanları hor görüyorsunuz, şımarıksınız” ve “… hiç zeytin yedin mi ya da çayla kuru ekmek?” sözlerine muhatap olan zengin kızın cevap olarak gazeteciyi doğduğu ve yetiştiği gecekondu bölgesine götürmesini nasıl yorumlamalı örneğin? Yoksulluğun ne demek olduğunu biliyor da bu bilgisine uygun bir yaşamı var mı peki, bunun cevabını vermiyor film. Benzer şekilde iş adamının gecekondu bölgesinde zeytinyağı satarak zengin olmasına inanmamızı bekliyor mu film? Kızın zengin evinde onca hizmetçi varken mutfaya girip yemek yapması ve hatta yufka açması onun sadece sevdikleri için bu “fedakârlığı” yaptığını anlatıyor bize, başka bir şeyi değil. Kadının ilk kez gittiği ve davetli olduğu gazetecinin evinde “bu, kadının görevi” diyerek çayı yapmayı üstlenmesi de bir başka tuhaflık.
Tarık Akan’ın artık bu rollerden sıkılmışlığını gösteren biraz yorgun, biraz statik bir performans gösterdiği filmde öne çıkan oyuncu Ayşen Gruda oluyor. Senaryonun karakterini sık sık tekrarlara düşürmesi ve geliştirmek için bir çaba göstermemesine rağen filmin temel komedi kaynağı oluyor performansı ile. Başta Müjde Ar ve Hulusi Kentmen olmak üzere diğer oyuncular da aksamayan oyunları ile filme destek sağlıyorlar. Sözlü esprilerin zaman zaman biraz yüzeysel kalması gibi bir problemi ve genç bir kızın yatak odasına uzanmış yatan bir kadının nü tablosunu asmasının da aralarında olduğu tuhaflıkları olan film tüm kusurlarına rağmen, zaman zaman da olsa eğlendiren, Yeşilçam’ın doğal sıcaklığını taşıyan ve “her şeyin daha masum olduğu o eski güzel günler”i hatırlatması ile seyredilebilecek bir çalışma.