“Irma Vep gibi gizemlisin. Irma Vep gibi güzelsin. Ayrıca onun gibi, bir büyüye sahipsin. Ayrıca çok güçlüsün. Modern olman da çok önemliydi tabii. Modern bir Irma Vep istiyorum ben”
Louis Feuillade’in 1915 tarihli sessiz filmi “Les Vampires”i yeniden çekmek isteyen bir yönetmenin başrolü verdiği Hong Konglu oyuncunun çekimler sırasında yaşadıklarını ve Fransız sinema sektöründeki sıkıntıları anlatan bir hikâye.
Olivier Assayas’ın yazdığı ve yönettiği bir Fransa yapımı. Assayas, Atom Egoyan ve Claire Denis ile planladığı ama gerçekleşmeyen bir düşünceden, “Paris’te bir yabancı”nın durumundan yola çıkan filminin senaryosunu on haftada yazmış ve tüm çekimleri sadece bir ayda gerçekleştirmiş; hiçbir çekim tekrarlanmamış ve ilk halleri ile kullanılmış. Assayas’ın 2022’de HBO için bir dizi olarak yeniden seyircinin karşısına çıkardığı yapıt, başrolde yer alan ve kendisini oynayan Maggie Cheung’un büyüsünden akıllıca yararlananan ve bizi sinema dünyası üzerine düşünmeye yönelten ilginç bir çalışma. Jean-Pierre Leaud’nun Jean-Luc Godard’ı hatırlatan yüksek egolu, dengesiz ve en parlak zamanlarını geride bıraktığı söylenen yönetmen rolünde sağlam bir performans gösterdiği film Fransız sinemasına sarkastik yaklaşımı ile eğlendirici bir yanı da olan ve öncelikle sinema sanatına yakınlık duyanlar için çekiciliği olan bir çalışma.
Louis Feuillade sessiz sinema döneminde 650’nin üzerinde, çoğu kısa metrajlı filmler çekmiş bir Fransız sinemacıydı. O dönemde sıkça rastlandığı gibi bir karakterin farklı maceralarını anlatan suç filmleri ile hatırlanan sinemacı özellikle “Fantômas”, “Judex” ve “Les Vampires” seri filmleri ile seyirciden hayli ilgi toplamıştı zamanında. “Les Vampires” serisi kapsamında 1915 – 16 arasında toplam süreleri 7 saat’e yaklaşan 10 farklı film çekmiş Feuillade ve ülkesinin sessiz sinema döneminin klasiklerinden birine imza atmıştı. “Vampire” kelimesinin “anagram”ı (Bir sözcükteki harflerin yerleri değiştirilerek elde edilen sözcük) olan Irma Vep adını taşıyan karakter sadece Assayas’a değil, başka sanatçılara da ilham oldu. Örneğin Amerikalı Charles Ludlam ilk kez 1984’te sahneye konan “The Mystery of Irma Vep” adlı bir oyun yazdı tiyatro sahneleri için ve Brezilyalı sinemacı Carla Camurati de 2006’da “Irma Vap: O Retorno” adlı bir film çekti.
Olivier Assayas gerçekleşmeyen filminin çıkış noktası olan “Paris’te bir yabancı olmak” temasını korumuş bu yapıtını çekerken. Maggie Cheung’un kendisini (ya da kendisinin bir parodisini) canlandırdığı karakter tek kelime Fransızca bilmemektedir ve içine girdiği Fransız sinema dünyasında sadece İngilizce iletişim kurabilmektedir diğerleri ile. Onun bu “yabancı”lığı çekimler sırasında tanık olduklarını anlamaya, daha doğrusu anlamlandırmaya yönelik çabasının ve bazen de şaşkınlığının hem çekici hem eğlenceli olmasının en önemli nedeni oluyor. Örneğin bir Fransız gazetecinin onunla sette yaptığı röportajdaki soruları (daha doğrusu sorgulamaları) cevaplamaya çalıştığı sahne hayli ilginç ve keyifli. Kadın oyuncunun sette ve set dışında yaşananların kendisini sürüklemesine karşı hissettikleri de yine yabancı bir dünyadaki şaşkınlık ve yalnızlığın izlerini taşıyor; ama burada önemli bir zıt durum da var: Maggie güçlü bir kadın ve içine girdiği dünyada pasif bir duruş sergilemiyor ve fantezi / gerçek karışımı bir sahnenin gösterdiği gibi, gerçekten Irma Vep olabilme cesaretini gösteriyor. Film ekibindeki hiç kimse yönetmenin neden Louis Feuillade’in “Les Vampires” serisinin karakterini yeniden sinemaya taşımaya karar verdiğini, bunu neden orijinalinde olduğu gibi sessiz bir film ile yaptığını ve Irma Vep rolünü neden bir yabancıya oynattığını anlamıyor. Hatta bir başka yönetmen şu tepkiyi veriyor rolün bir yabancıya oynatılmasına: “Irma Vep Paris’tir. O, Paris’in yeraltı dünyasıdır. O emekçi sınıfın Paris’idir. O Arletyy’dir (ünlü Fransız oyuncu, şarkıcı ve model). Irma Vep sokak eşkıyasıdır, gecekondudur”. Ne var ki kararları konusunda büyük yönetmen René Vidal’ı sorgulamak hiç kimsenin haddi değildir (“René ağzını açınca, insanlar düşünmeyi bırakıyor”). Anlaşılan Assayas ülkesinin sinema dünyasına sarkastik bir bakış atarken, yönetmen meslektaşlarının egosunu ve “dokunulmazlıkları”nı öncelikle çıkarmak istemiş karşımıza.
Assayas sinemanın önemli bir tartışma konusu olan ”sanat sineması” ve “kitle sineması” ikilemini öyküsünün önemli bir parçası yapmış. Yukarıda anılan röportaj sahnesinde gazeteci (İsviçreli Antoine Basler eğlenceli bir performans sunuyor bu sahnede) Maggie Cheung’u bu konuda sıkıştırıyor ve sembolü olarak Fransız sinemasını gördüğü “sanat filmleri”ni ve yaratıcılarını sert bir biçimde alaya alıyor: “Devlet bütçesi ile çekilen filmler bunlar. Arkadaşlar birbirlerine kimsenin izlemeyeceği bir film çekilsin diye para veriyor. Sadece entelektüeller izliyor o filmleri”. Aynı gazetecinin, o “sıkıcı entelektüel filmler”in yerine olması gerekenin örnekleri olarak gösterdikleri ise Arnold Schwarzenegger ve Jean-Claude Van Damme’ın aksiyon filmleri! Assayas’ın sinema sanatının iki zıt ucunda duran örneklerini bu sahnedeki karşılaştırmanın tarafları yapması hoş bir abartı olduğu gibi, belki de seyirciye Fransız sinemasının bu iki uç arasında bir yerde durması gerektiğini ima etme niyetinin de sonucu.
Assayas parçası olmanın avantajı ile içeriden gözlemler ve eleştiriler yerleştirmiş senaryoya ve alaycı tavrını korumuş genellikle. Örneğin yönetmen Maggie’yi bir filmindeki aksiyon sahnelerindeki başarısı nedeni ile övdüğünde, oyuncu o sahnelerde dublörünün oynadığını söylüyor; filmin çekileceği settekilerden biri ilerideki röportaj sahnesine de gönderme olarak muhtemelen, üzerinde Schwarzenegger’in resmi olan bir tişört giyiyor; Irma Vep karakterinin vücudu saran lateks kıyafeti bulmak için kostümcü ile oyuncu “sex shop”a gidiyorlar; yönetmen Maggie filmle ilgili düşüncelerini anlattığında konuşmasını “Söylediğim her şeyi anladığını sanmıyorum” ifadesi ile bitiriyor vs. Bu içeriden bakış filmin sinema sanatına ve sanatçılarına yönelik bir bakışla çekildiği duygusunu da güçlendiriyor ve çeşitli görüntüler ve göndermeler de bu duyguyu destekliyor. Sadece Louis Feuillade’ın filminden sahneleri kullanmakla yetinmemiş Assayas ve sinemanın sanat olarak anlamı ve işlevi üzerine bölümlere de yer vermiş. Örneğin bir sahnede karakterlerden bir kısmını Chris Marker’in “Kolektif Sinema” döneminden bir film olan “Classe de Lutte”u (Bir saat fabrikasındaki iemek mücadelelerini işçilerin bakış açısından anlatan 1969 tarihli bir çalışma) izlerken görüyoruz ve oradan bir manifesto karşımıza çıkıyor: “Sinema sihir değildir, teknik ve bilimdir. Bilimden doğan bir tekniğin istekleri karşılamasıdır, çalışanların kendilerini özgür kılma iradeleridir”.
Hayatları sinema etrafında dönen ve bir komün hayatı yaşayan (ve bol bol sigara içen!) insanları sergileyen filmde anlattığı kaotik ortama uygun bir sinema dili kullanmış Assayas. Hızlı kurgu ve hareketli kamera sahnenin içinde ve karakterlerin etrafında dolanıyor sık sık ve karakterlerden birinin, Japon sinemacıların çekimlerdeki disiplini ile Fransızların disiplinsizliğini karşılaştırarak eleştirdiği gibi, yaşanan kaosu aktarıyor bize uygun bir biçim seçimi ile. Sonic Youth’un “Tunic (Song for Karen)” şarkısının eşliği ile başlayan ve Maggie’nin Irma Vep’e dönüştüğü sahne gibi çekici bölümleri olan yapıtın finalinde yönetmen René’nin kurgusu ile deneysel bir kısa filme dönüşen Irma Vep’i de izleme şansı buluyoruz. Bazı unsurları (örneğin biseksül karakterin Maggie ile yaşadıkları (belki de Maggie’nin bulunduğu otamdaki “yabancı”lığından dolayı hissettiği rahatsızlığı vurgulamak için kullanılsa da) veya kendisine sürekli kötü davranan kadın sinemacı) bizim için her zaman anlamlı kılamayan yapıt set görüntüleri ve temaları ile François Truffaut’nun 1973 tarihli “La Nuit Américaine” (Güneşte Gece) adlı klasiğini hatırlatıyor ama Assayas asıl ilham kaynağının Rainer Werner Fassbinder’in 1971’de çektiği “Warnung vor Einer Heiligen Nutte” (Kutsal Fahişeden Sakın) adlı film olduğunu öylemiş. Lou Castel’in burada olduğu gibi, Fassbinder’in filminde de bir sinema yönetmenini canlandırdığını da söyleyelim bu arada.
Zaman zaman, herhalde Assayas’ın da hedeflediği bir şekilde, “Cinéma vérité” tarzı bir belgesel havasını da taşıyan film tüm o eleştirisinin yanında, sinemaya sevgi ve saygısını hatırlatmayı da ihmal etmeyen ve öncelikle sinema sanatına düşkünler için çekiciliği olan bir çalışma.