Panther – Mario Van Peebles (1995)

“Anne, siyahlar 400 yıldır Tanrı’ya dua ediyor. Belki de artık başka bir şey denemeliyiz”

Afrika asıllı Amerikalılar’ın radikal örgütü Kara Panterler’in kuruluş ve yükseliş hikâyesi.

ABD’li oyuncu ve yönetmen Mario Van Peebles’ın sinemacı, yazar ve müzisyen babası Melvin Van Peebles’ın romanından ve senaryosundan çektiği bir film. 1966 – 1982 arasında aktif olan örgütün temel olarak kuruluşuna ve yükselişine odaklanan film zaman zaman başvurduğu belgesel görüntüler eşliğinde anlatıyor hikâyesini. Siyahların ABD’deki tarihleri için çok önemli olan bir dönemi konu alan film kurgu bir karakter üzerinden pek çok gerçek tarihi kişiliği karşımıza getirmesi ve karşı karşıya kaldıkları ırkçılık ve baskıya artık yeter diyen ve “kendini savunma” amacı ile silahlanan insanları taşıdığı samimi bir heyecan ile anlatması ile önemli bir çalışma. Film bir parça savruk anlatımı, karakterlerinin tümünün tüm boyutları ile çizilememesi ve kurgu – belgesel parçaların yeterince iyi kaynaştırılamaması nedeni ile zaman zaman aksıyor.

Kökenleri siyah milliyetçilik akımlarına bağlı olsa da kuruluşundan kısa bir süre sonra sosyalist düşünceleri benimseyen örgütün sosyal programlar aracılığı ile özellikle siyah çevrelerde topladığı destek nerede ise bir çığ gibi büyümelerine neden olmuş ama kendini savunma amaçlı edinilen silahların –filmde anlatıldığı/iddia edildiği üzere- polisin de kışkırtmaları sonucu polise karşı kullanılmaya başlanması, örgütün en çok mücadele ettiği kötü alışkanlıklardan biri olan uyuşturucu ticaretine kimi üyelerinin karışması ve ABD tarihinin en faşizan karakterlerinden biri olan Hoover yönetimindeki FBI’ın açtığı ve uyuşturucu çetelerinden ve mafyadan da pazarlıklar ile destek aldığı şiddet ve işkence dolu amansız savaşın sonucu olarak gücünü yitirip 1982’de yok olmuşlar. 1989’da müslüman siyahların egemen olduğu bir “Yeni Kara Panter Partisi” kurulmuş olsa da eski örgütün liderleri bunun kendi örgütleri ile kesinlikle ilgisi olmadığını söylüyorlar. Bu kısa tarihçenin kimi çağrıştırdıklarına değinerek kapatalım bu bölümü. FBI’ın bir uyuşturucu çetesinin lideri ile yaptığı görüşmede örgütü çökertmenin yolu olarak güçlü oldukları bölgeleri “ucuz eroini mahallelere el altından dağıtma” planını oluşturması bugün de ülkemizde veya benzer başka örneklerde devletin/iktidarın kontrol edemediği gruplara karşı yasadışı örgütleri işin içine katmasını çağrıştırmıyor mu? İstanbul’da rant peşinde koşanların artık o bölgede oturmayı hak etmediğini düşündükleri yoksul ve çoğunlukla güçlü bir politik kimliği olan halkı bölgeden atabilmek için çetelerin serbestçe dolaşmasına izin vermesine ne kadar da benziyor anlatılanlar, değil mi? Maltepe Gülsuyu’nda Hasan Ferit Gedik’in uyuşturucu çetelerince öldürülmesi belki de böyle bir politikanın sonucu değil mi? Bir sahnede sivil halka şiddet uygularken tanınmamak için üniformalarındaki numaraları kapatan polisler veya ateşli silahla vurularak yaralanan örgüt liderlerinden birini hastanenin acilinde doktor ve hemşirelerin gözü önünde döven FBI ajanları da tanıdık gelmiş olmalı bize.

Hikâyemiz sık sık ölümlü kazanın olduğu ama yerel yönetimin siyahların bölgesi olduğu için umursamadığı bir mahalledeki halkın trafik lambası isteği ile başlıyor ve bu amaçla yapılan yürüyüşün polis tarafından şiddet ile bastırılması üzerine oluşan öfkenin sonucunda örgütün kurulmasını anlatıyor. O tarihlerde Kaliforniya’da geçerli olan ama sonradan kaldırılan bir yasa “dolu bir silahın gizlenmeden (açıkça gösterilerek) ve kimseye nişan alınmadan taşınmasını” serbest bıraktığından bu yasal boşluğu değerlendiren örgüt silahlanmaya ve polislerin karşısına çıkmaya başlıyor, haksızlığa uğradıklarını düşündükleri her yerde. Bunu yaparken de senaryonun hayli etkisiz çizdiği rahip karakterinin “tokat atana öteki yanağını çevirme” önerisinin tam zıt yönünde duruyorlar doğal olarak. Örgüte para kazandırmak için Mao’nun kırmızı kitabını üniversite kampüslerinde satan (Vietnam savaşının gündemde olduğu ve ABD tarihin en politize olmuş döneminden bahsediyoruz) üyeler gıda yardımı veya eğitim desteği gibi sosyal programlar aracılığı ile, önceleri kendilerinden uzak duran yoksul halkı da yanlarına çekmeyi başarıyorlar. Peki film tüm bunları anlatırken ve gerçekten önemli bir tarihi anı karşımıza getirirken sinemasal açıdan hangi noktada duruyor?

İlk olarak hikâyenin kurgu olan karakter hariç baş karakterlerinin yeterince iyi çizilemediğini söyleyelim. Öyle ki hikâyenin gerçekliğini bir an için unutursanız, karakterleri yaratanın bunları neden böylesine iki boyutlu bıraktığını sorgulayabilirsiniz. Oysa tüm bu kişileri çok daha dolu bir şekilde çizebilecek sağlam ve gerçek bir malzemesi varmış filmin yaratıcılarının elinde. Filmin dönemi çok iyi algılamamızı sağlayan hayli keyifli ve müzikal seviyesi çok yüksek bir müzik bandı da var ama Stanley Clarke imzalı orijinal müzik müzikal değeri yüksek olmasına rağmen sık sık klasik Hollywood notalarına (bir başka deyişle kahraman beyazların hikâyelerine eşlik eden notalara) yaklaşıyor ve filmin atmosferi ile çatışıyor aslında. Yönetmen Peebles’ın siyah-beyaz ile renkli görüntüler arasında geçişleri deyim yerinde ise kafasına göre yapması ve belgesel görüntülerin hikâyeye yeterince etkileyici biçimde yerleştirilememiş olmasını da ekleyelim filmin problemleri arasına. Baş karakterlerden kurgu olanı (polis adına muhbirlik yapıyor gibi davranan Judge) hikâyeye hem artı hem eksi yönde etki etmiş. Bir yandan diğer karakterlerin zayıf çizilmiş olması kusurunu örtebilecek bir gerçek insan profili sağlıyor seyirciye ve hikâyenin çekiciliğini artırıyor ama öte taraftan zaten kendisi çok büyük ve önemli olan bir hikâyeden dikkat çalıyor zaman zaman.

FBI’ın ABD’yi yok edecek komünist bir örgüt olarak gördüğü Kara Panterler Partisi’nin bu hikâyesi kusurları bir yana görülmesi gerekli bir çalışma, öncelikle tarihi önemi ve yetersiz çizilen karakterlerine rağmen kesinlikle içeriden bir bakış taşıması nedeni ile. Devletin bir “kötü” ile baş etmek için gerçek bir kötüyü kullandığı durumda ne olduğunun hiç ders alınmayan bir başka örneği olarak da dikkati hak ediyor bu film. Daha sağlam bir hikâyeyi ve filmi hak eden bir tarihin yine de seyre değer bir örneği özet olarak.

(“Panter”)

(Visited 173 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir