“Bir işçi patronundan 50 kat az kazanıyorsa, bir sorun vardır. Kazanç paylaşılmalı”
Yönetmen Alain Cavalier ve oyuncu Vincent Lindon’un çekmeyi düşündükleri film, bu filmin hikâyesindeki roller ve hayat üzerine diyaloglarını anlatan bir hikâye.
1986 tarihli filmi “Thérèse” ile tanınan Fransız yönetmen Alain Cavalier’den “deneysel” denebilecek ama her durumda kesinlikle farklı bir film. Bir piknik sahnesi hariç tamamı iç mekanlarda geçen ve çoğunluğu doğaçlama diyaloglar ile yürüyen filmde, yönetmen ve oyuncu arada diğer oyuncuların da katıldığı sohbetlerinde filmdeki rollerini konuşuyor veya prova ediyorlar, hayat ve kadınlar hakkında dertleşiyorlar ve seyirciyi bir filmin yaratım sürecinin samimi bir paylaşımı içine çekiyorlar. Hemen her anında konuşulan ve sinemanın da en çenesi düşük filmlerinden biri olarak gösterilebilecek çalışma, çekilecek filmin odak noktası olan güç, politika, hiyerarşi ve adalet kavramları üzerinden günümüz Batı ve özellikle Fransız toplumunu mercek altına alan, sahnelenişi ve içeriği açısından tiyatroya belki de çok daha fazla yakışacak bir eser.
Filmi tam da bugünlerde, Fransa’da iktidardaki sosyalist (aslında sosyal demokrat) partinin zenginlerden yüksek vergi almaya yönelik bir tasarıyı yasalaştırmaya çalıştığı ve oyuncu Gerard Depardieu’nün de aralarında olduğu kimi isimlerin tepkisini çektiği günlerde seyretmek ilginç bir tesadüf oldu. Cavalier ve Lindon’un çekmeyi planladıkları filmin bir cumhurbaşkanı (Cavalier oynuyor bu rolü) ve bir başbakanın (Lindon) benzer bir yasayı çıkarmak için mücadele ettikleri bir hikâyesi var. Asgari ücret yasa ile belirlenebiliyorsa azami ücret neden yasa ile sınırlanamasın mantığından yola çıkan yasa vergiden kaçmak için başka ülkelere yerleşen zenginlerin devlet tarafından verilen ödül ve nişanlarının geri alınması gibi unsurlar da içeriyor. Başbakan cumhurbaşkanından yeterli desteği alamadığını düşünüyor ve hikâye bir süre sonra ikisi arasında yeni başkanlık için bir seçim yarışına dönüşüyor. Bu film içindeki filmin hikâyesi özetlediğim gibi çok çizgisel bir anlatım ile gelmiyor karşımıza elbette. Arada sık sık Lindon ve Cavalier başta olmak üzere tüm oyuncular çekecekleri filmin konusuna paralel olarak kendi hayatları üzerine sohbet ediyorlar. Lindon’un filmin başlarında kendi ev sahibi ile olan didişmesini anlattığı bölüm örneğin demokrasi ve güç sahibinin yaptırımları üzerine bir sohbet olarak ve benzer bir şekilde oyunculardan birinin kendi yönettiği şirkette işverenin işçiden onlarca kat fazla kazanmasından nasıl rahatsız olduğunu anlattığı bölüm hak ve kazançların eşit dağıtılması üzerine bir politik manifesto olarak düşünülebilir. El kamerası ile ve dijital olarak çekilen film, oyuncuların çekilmekte olan filmin bir çeşit provasını yaptıkları sahnelerde bir tiyatro oyununu, kendi aralarındaki sohbetlerinde ise bir film ekibinin hayatına karışmış bir belgeselcinin çekimlerini andırıyor. Karakterlerin birbirini el kamerası ile çekmelerini veya kimi sohbetlerde aynaya yansıyan kamerayı göstermekten çekinmeyen film özetle değişik bir sinemasal çalışma.
Cavalier’in birkaç sayfalık notu dışında yazılı bir senaryosu olmayan filmin gurmeler için hayli çekici olabileceğini de belirtmek gerek. Ormandaki piknik ve açılıştaki özenle hazırlanan yemek sahnesi başta olmak üzere film boyunca oyuncuları sık sık yemek yerken veya yemek hakkında konuşurken gözlemek mümkün. Özellikle Cavalier’in ağzının tadını bildiği anlaşılan filmde Cavalier ve Lindon ikilisinin arasındaki yakınlığı görmek de hayli ilgi çekici olabilir kimileri için. Çektikleri filmde cumhurbaşkanı yerini almaya hazırlanan bir başbakan ile çatışırken, “gerçek” hayatta Cavalier zaman zaman Lindon ve kendisinden genç olan diğer karakterlere sinemada yerini alacaklara bakan tecrübeli birinin gözleri ile bakışlar atıyor. Filmin adının da vurguladığı gibi “baba” ile “oğul” (bir başka açıdan bakarsak, gücün mevcut sahibi ile yerini almaya hazırlanan veya “devlet” ile “halk”) arasındaki gerilimi vurgulayan hikâye sadece sıkı sinemaseverler, elbette Frankofonlar ve bir de Lindon hayranları için. Başarılı oyuncuya başka bir filmde bu denli yaklaşabilir misiniz bilmiyorum ama burada kendisi olarak karşımıza çıkan sanatçının sıcaklığından ve samimiyetinden etkilenmemek mümkün değil. Konvansiyonel bir film bekleyenlerin uzak durması gerekiyor!
(“Babamız”)