“Yağmur ve rüzgâr bir punkçının en büyük düşmanlarıdır”
Bir ailenin iki gün ortadan kaybolan çocuklarının yanında kendisinden büyük iki punkçı ile eve dönmesi ile gelişen olayların hikâyesi.
Sinemaya kısa filmlerle giriş yapan Bulgar yönetmen Dragomir Sholev’in ilk ve şimdilik son konulu filmi. Sholev senaryosuna katkıda da bulunduğu filmde sıradan bir olay ve gün üzerinden sıradan bir Bulgar ailesini getiriyor karşımıza. Skype programının adeta sembolü olduğu bir nesiller arası uçurum hikayesi anlatılan ve film herhangi bir çözüm veya sonucun değil sadece göstermenin peşine düşüyor sade anlatımı ile. Morphine grubunun “The Saddest Song” şarkısı ile açılan ve kapanan film, diğer şarkıların yanısıra Vassil Gurov’un müziklerinden de sağlam bir destek alıyor. Son dönem Romanya sinemasındaki bol konuşmalı ve aileyi konu alıp bu küçük kurum içindeki bireylere odaklanan filmlere hayli yakın duran bu çalışma küçük bir mizah da barındıran gerçekçiliği ile de ilgi toplayabilir. “Basit” hikâyesi ve yalınlığı herkesin ilgisini çekmeyebilir başta belki ama özellikle çocuk yetiştiren/yetiştirmiş bireylerin rol modeli olmak ve/veya çocukların “yanlış” rol modelleri ile mücadele etmek gibi dertlerine aşina olanlar için ilave bir cazibesi var filmin.
Büyük oğulları ABD’de olan ailenin küçük çocukları ile olan dertlerine odaklanıyor hikâyemiz. İki gün ortadan kaybolan, geri döndüğünde ise yanında iki punkçı arkadaş getiren on iki yaşındaki çocukları ile ne yapacağını bilemiyor ailemiz ve öfkeden yumuşamaya denedikleri hiçbir yöntem işe yaramış veya yarayacak gibi görünmüyor. Ebeveynler ile çocuk arasındaki uçurumun “normalliğini” ve durumun değişmezliğini sakin ama etkileyici bir şekilde anlatan sahne ile kapanan film bu sahnenin de gösterdiği gibi tespitler, analizler veya öneriler peşine düşmüyor; filmimiz sıradan bir aile meselesini basit ve temiz bir dil ile anlatmayı ve meselenin kalıcılığını göstermeyi hedeflemiş ve açıkçası başarmış da bunu. Kendi içinde küçük yalanlar, tartışmalar veya anlaşmazlıklar yaşayan ama toplumdaki pek çoğundan da farklı olmayan anne ve baba çocuklarının dünyasına giremiyor bir türlü. Aradaki uçurum ABD’deki büyük çocuk ile konuşmak için kullanılmaya çalışılan Skype programı üzerinden mizahı da ihmal etmeden etkileyici bir şekilde anlatılıyor. Uçurumun aşılmazlığını veya iletişimin imkânsızlığını gösteren bir başka örnek de anne ve babanın çocuk ile konuşmaya çalıırken ona gösterdikleri yaklaşımların çeşitliliği ve tümünde de başarısız olmaları. Anne daha yumuşak ve anlayışlı bir tavırla, bazen de görmezden gelerek sorunu çözmeye çalışırken, baba sert çıkmaktan arkadaşça konuşmaya kadar aklına gelen her yolu deniyor ama hiçbirinde kalın duvarların arkasında duran oğluna ulaşamıyor. Özellikle diyalogları, yalınlığı, gerçekçiliği ve çoğunlukla ailenin çaresizliğinden doğan küçük mizahı ile çok başarılı olan yemek sahnesi bu ulaşılmazlığın en iyi göstergesi oluyor filmde.
Tüm oyuncuların başarılı performansları ile sürüklediği bu “aile dramı” kendisine her türlü kuraldan ve ailesinin “sıkıcılığından” uzak bir yaşam vaat eder görünen iki punkçı arkadaşın çekiciliğine kapılmış görünen çocuğun final sahnesindeki vücut dili ile sıkı bir kapanış yapan filmin senaryosunda Rumen sinemasının usta ismi Razvan Radulescu’nun imzasını hissetmemek mümkün değil. Radulescu’nun katkıda bulunduğu diğer pek çok film gibi burada da doğal ve ille de dile getirdiklerinden farklı bir anlam taşımayan diyaloglar ve polislerden ebeveyenlere uzanan bir zincirdeki otorite figürlerine alaycı yaklaşım kendisini gösteriyor ve filme de ciddi bir katkı sağlıyor. Çoğunlukla el kamerası kullanmayı tercih eden ve planları da genellikle uzun tutan yönetmen Sholev bu hafif komik,basit ama gerçekçi hikayesini seyre değer kılmayı başarmış.
(“Shelter” – “Barınak”)