“Sizi tanımadan seven o kişiler, daha sonra sizi tanımadan nefret edecek olanlardır”
Best-seller suç romanları yazan bir adamın küçük bir kasabada işlenen ve maktulün Marilyn Monroe’nun ruhunu taşıdığına inanan bir kadın olduğu cinayeti araştırmasının hikâyesi.
Sinemanın gelmiş geçmiş en muhteşem kadınlarından birine, Marilyn Monroe’ya adanmış bir film. Fransız yönetmen Gérald Hustache-Mathieu biri kısa metrajlı olan dördüncü filminde tüm filmlerinde olduğu gibi baş rolü yine Sophie Quinton’a vermiş ve açılış ve kapanıştaki gizemli, yumuşak ve seksi kareler ile Monreo’ya hayranlık dolu bir selam göndermiş. Yaşadıkları ile Monroe’nun hayatını nerede ise birebir ama bu hayatın çok daha küçük ve yerel boyutları ile tekrarlayan kadının hikâyesi, kendisini seyrettiren ama bir süre sonra tekrara düşmeye başlayan ve gizem ve gerilimini yeterince sürükleyici kılamayan bir filme kaynaklık ediyor.
Monroe’nun hikâyesi herkesin malumu; bu durumda da film gizem iddiasına rağmen beklenmeyenleri çıkaramıyor karşımıza. JFK’nin ve Robert Kennedy’nin yerini belediye başkanı ve vali olan kardeşi, Joe DiMaggio’nun yerini yerel bir kayak şampiyonu ve Arthur Miller’ın yerini de bir kitap eleştirmeni alıyor filmde ve hikâye Monroe’nun gerçek hikâyesinin izini takip ederek akması beklenen mecrada akıp gidiyor. Evet, film bu açılardan yetersiz kalıyor ama gerçek ile kurgu arasındaki fark üzerine düşünmeye de sevkediyor seyircisini bir yandan. Jean-Paul Rouve’nin ince bir komediyi de barındıran güçlü oyunu ve Sophie Quinton’ın kırılganlık ve seksiliği birleştirdiği başarılı oyunu ile film kesinlikle başarılı bir çalışma. Qinton’ın karakterinin öldükten sonra da filmin parçası olmaya devam etmesi ve onun ağzından anlatılanlar ve kurulan cümleler senaryonun en başarılı yanlarından biri. Buna Rouve’un yazar karakterinin şaşkın, cesur ve meraklı ruh halinin yarattığı kimi küçük komedi anlarını da ekleyince ortaya şıklığı da ihmal etmeyen keyifli bir film çıkıyor. Şıklık bu filmin tanımlanmasında kesinlikle kullanılması gereken bir kelime. Monroe’nun ünlü kimi fotoğraflarından birinin çekim anının canlandırıldığı çıplak itfaiyeciler sahnesi veya peynir reklamının çekimi gibi anlar şık bir erotizmin örnekleri olarak gösterilebilir. Özellikle de yeşil çimenlerde uzanan Quinton’un görüntüsü klasik bir Monroe fotoğrafının tadını taşıması ile dikkat çekiyor.
Monroe’ya referans veren bir filmin elbette başka sinemasal referansları da olmalı. Filmin orijinal adının Monroe’nun “Some Like It Hot” filmindeki “I Wanna Be Loved By You” şarkısından esinlendiği açık. Ayrıca hikâye boyunca duyduğumuz Cecil B. DeMille gibi sinema adamlarının isimleri de filmi sinefillerin gözdesi kılmaya yetecek referanslar. Bir de Monroe’nun “The Misfits” filminden esinlenmiş pinpon sahnesini hatırlarsak sinefillere epey iş düştüğü açık bu filmde. “İşte hayat hikâyem: İyi bir adamla tanışabilmek için önce ölmem gerekti” gibi keyifli cümleler ile örülü ve yönemenin Juliette Sales ile birlikte yazdığı senaryo başta belirttiğim gibi malum bir hikâyeyi anlatmanın handikaplarını taşısa da genel olarak başarılı. Yine de yazarımızın seslere karşı aşırı duyarlılığı gibi bir özelliğin ve üzeri çok örtülü bir ima ile karşımıza getirilen yazar ile eşcinsel polis arasındaki yakınlaşma gibi tercihlerin filme ne kazandırdığının pek anlaşılamadığını da söylemek gerek.
Çok başarılı bir soundtrack, makyajını yapan Quinton’un filme adını veren kelimeyi mırıldanarak geri planda çalan şarkıya eşlik ettiği sahnede olduğu gibi hayli parlak sinemasal anlar ve karlar altındaki bir kasabanın başarılı ve filme dış dünyadan soyutlanmış bir atmosfer katan görüntüleri ile film kesinlikle ilgiye değer özet olarak. Kapanış jeneriğine eşlik eden ve Quinton’ın seslendirdiği “Rewind” şarkısı gibi sürprizleri de olan film Monreo’nun gerçek hikâyesinin küçük bir versiyonu ile tüketim toplumunun bir insanı nasıl önce yukarılara taşıyabileceğini ve onu geri dönemeyeceği bir noktaya kadar dönüştürüp sonra da nasıl terkedebileceğine güzel bir örnek oluşturuyor. Gizemi eksik olan hikâyesi bir noktadan sonra aşikar olanın anlatılmasına dönüşse de ve keşke film bu engeli aşabilmiş olsaydı dedirtse de keyifli bir film karşımızdaki.
(“Nobody Else But You”)