“Yaşanan elim olaydan sonra halk her şeyin korkunç bir tezgâh olma ihtimalini sorguluyor. Şaşkınlar ve gerçeği bilmek istiyorlar. Sadece sosyalistler değil, komünistler de soruyor; liberaller, cumhuriyetçiler, hristiyan demokratların büyük bir kısmı, hatta Papa hazretleri bile. Dillerde dehşetli ama bir o kadar da merak uyandıran korkunç bir laf geziniyor: Devlet katliamı. Tanrı bu ifadenin rağbet görmesinden korusun”
1969 yılında Milan’da bir bankaya bırakılan bombanın 17 kişinin ölümüne yol açmasını soruşturan bir polisin hikâyesi.
İtalyan gazeteci Paolo Cucchiarelli’nin “Il Segreto di Piazza Fontana” adlı kitabından yola çıkarak, senaryosunu Marco Tulio Giordana, Sandro Petraglia ve Stafano Rulli’nin yazdığı ve yönetmenliğini Giordana’nın üstlendiği bir İtalya ve Fransa ortak yapımı. Bugün bile sırrı çözülmemiş olan bir olayı ve bu olayın soruşturması sırasında yaşanan cinayetleri ele alan film gerçek ve hassas bir konuyu anlatmasının sorumluluğunu taşıyan; karakter, örgüt ve olay fazlalığı ile dikkatli takip gerektiren ve hikâye için gerekli politik atmosferi sağlam bir şekilde kurabilmesi ile dikkat çeken bir çalışma. Anlatılanın benzerlerinin sadece İtalya’da değil, bizimki gibi demokrasisi ve devlet mekanizması idealden uzak işleyen ülkelerin pek çoğunda da yaşandığını düşünürsek, bizim için ayrıca önem taşıyan bir duyarlı sinema eseri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz bu filmin.
Marco Tulio Giordana 1995 yılında çektiği “Pasolini, Un Delitto Italiano” adlı filminde ünlü İtalyan sinemacı Pasolini’nin öldürülmesini ve bu cinayetin soruşturulmasını anlatmıştı. Yönetmen bu kez bu cinayetten on altı yıl önce yaşanan ve tıpkı onun gibi bugün tam anlamı ile çözülemeyen bir başka olayın soruşturma sürecini anlatıyor bize. Milano’daki bir bankaya 12 Aralık 1969’da bırakılan zaman ayarlı bomba 17 kişinin ölümüne neden olurken, 88 kişi de yaralanmıştı. Dönem İtalya’da ezelî ve ebedî görünen siyasi istikrarsızlığın zirvede olduğu, bombalama ve silahlı eylemlerin hemen her gün yaşandığı, politik yelpazenin en sağ ve sol uçlarındaki örgütlerin hayli aktif olduğu ve her politik gücün kendi ajandası için gizli ve tehlikeli girişimlerde bulunduğu bir zaman. Devlet içinde de örgütlenen bu gruplar her zaman en olası suçlu olarak görünen anarşistlerin üzerine atarak pek çok bombalama eylemi yapmaktan da çekinmiyorlar. Milano’daki bombalamayı anarşistler üstlense de olay göründüğü gibi değildir ve İtalya’nın politik kaosunun da işaret ettiği gibi bu eylemin başka ve birden fazla sorumlusu olması mümkündür. Soruşturmayı yürüten başkomiser Luigi Calabresi süreç ilerledikçe hem kendi kariyeri ve hatta hayatının tehlikeye girdiğini fark edecek hem de ülkesini bir örümcek ağı gibi saran suç örgütlerinin içinde bulacaktır kendisini.
Kısa olmayan süresine rağmen -tıpkı ülkenin kendisi gibi- karışık ve çok karakterli bir hikâyeyi anlatması nedeni ile dikkatle izlenmesi gereken bir film çekmiş Giordana. Bankada patlayan bombanın hayatlarını aldığı on yedi kişiye ithaf edilen filmi her biri soruşturmadaki önemli bir aşamaya denk gelen bölümlere ayıran senaryo özellikle de bu tür komplolara alışık olmayan ülkelerde yaşayan seyirciler için bir parça karışık bir havaya sahip; neyse ki ülkemiz onlardan biri değil. Patlamayı soruşturan polislerin sorgusundayken sorgu odasındaki “pencereden atlayarak” hayatını kaybeden anarşist Giuseppe Pinelli’nin başına gelenden ilham aldığı söylenen Dario Fo’nun “Morte Accidentale di Un Anarchico” (Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü) oyununun bizde bu kadar popüler olmasının da gösterdiği gibi, Türkiyeli bir seyirci için ise bu karışıklık bir zorluk çıkarmaması bir yana, bir gerçeklik göstergesi bile olabilir elbette.
Polislerle göstericilerin çatıştığı bir protesto eylemi ile açılıyor film ve bu sahne hikâyenin kahramanı olan başkomiser Luigi Calabresi’yi tanımamızı sağlıyor aynı zamanda. İşini adalet içerisinde yapmaya çalışan, dürüst bir polis Calabresi. ABD Başkanı Nixon’ın -ülkede solun hâkimiyetinden rahatsız olması nedeni ile- İtalya Cumhurbaşkanı’nı arayarak olaylara müdahale etmesini istediği, faşistlerin aleni toplantılar düzenlediği, ordu ve devlet içinde yuvalandığı ve ülkedeki kaostan yararlanarak bir askerî darbe peşinde olanların planlar yaptığı ve -elbette- CIA’nın da her şeyden haberdar olduğu ve olayları yönlendirdiği bir dünyada onun ve birkaç kişinin dürüstlüğü ve adalet arayışı elbette sonuçsuz kalacak ve gerek kendisi gerek soruşturması beklenen akıbete uğrayacaktır. Bir Hollywood filminde oldukça tempolu, bol koşuşturmacalı ve teknik oyunlarla anlatılacak bu hikâyeyi Marco Tulio Giordana tam aksi bir yön seçerek getiriyor karşımıza; bu yaklaşım, olayın kompleksliği düşünülürse doğru bir tercih kesinlikle. Hikâyenin zaman zaman başkomiser karakterinden uzaklaşılarak anlatılması bir problem ama ülkemizde de yaşanmış ve / veya yaşanabilecek bir olayı yalın ve gerçekçi bir şekilde anlatan senaryosu ve kamerayı bir oyun aracı olarak değil, bir belgeseldeki gibi olan biteni müdahale etmeden saptamanın aracı olarak kullanan mizansen çalışması filme ilgiyi hep canlı tutuyor.
Patlamada ölenler için düzenlenen cenaze töreninde olduğu gibi arada gerçek görüntülere de yer veren filmin Franco Piersanti imzalı müzik çalışması hikâye için çok doğru tonlamaları ile oldukça başarılı. Kendi melodisinin güzelliğinin ve görkeminin peşine düşmek yerine, anlatılmasına destek verdiği hikâye için doğru atmosferin kurulmasına önemli bir destek sunmuş Piersanti’nin notaları. Dönemin Dışişleri Bakanı olan Aldo Moro’nun onca sahnesine rağmen ancak İtalyan siyasetini bilenlerin anlayabileceği bir önemle anlatılması ise film adına uluslararası seyirci açısından bir eksiklik.
Kaynak kitabın bir gazetecilik ürünü olmasının da katkısı ile iyi bir araştırmacılık duygusunu hep hissettiriyor film ve özellikle bomba ile ilgili alternatif hikâyelerin tartışılması bölümünün de gösterdiği gibi bir sonucu seyirciye empoze etmek yerine durumu tüm boyutları ve olasılıkları ile onun önüne koyması ile artı puan kazanıyor. Calabresi rolünde Valerio Mastandrea ve Pinelli’yi canlandıran Pierfrancesco Favino karakterlerinin -sırası ile- dinginliğini ve atikliğini çok iyi yakalayan performansları ile göz doldururken, özellikle Mastandrea’nın mesafeli performansı böylesine önemli ve gerçek bir hikâye kahramanı ile özdeşlemeye alışkın olan seyirciyi şarşırtabilir açıkçası. Ne var ki Marco Tulio Giordana’nın yönetmenlik çalışmasına ve senaryonun atmosferine çok iyi uyan bir oyunculuk sunuyor aktör ve hikâyenin dürüst yaklaşımını destekliyor. Aldo Moro’yu canlandıran Fabrizio Gifuni ise Kızıl Tugaylar örgütü tarafından kaçırıldıktan 55 gün sonra öldürülen siyasetiçiyi ürkütücü denebilecek bir benzerlik taşıyan vücut dili ve konuşması ile karşımıza getirdiği için takdiri hak ediyor.
Evet, seyirciyi bir parça daha içine alacak bir yaklaşım filmin değerini yükseltirmiş ve İtalya’nın politik tarihini bilmeyenler için daha geniş ve net bir resme ihtiyaç varmış ama yine de Giordana’nın bu filmi görülmesi gerekli politik sinema yapıtları arasına gönül rahatlığı ile yerleştirilebilecek bir başarıya sahip.
(“Piazza Fontana: The Italian Conspiracy”)