“Bazen bir insanın hayatında herkesi sessizleştiren bir şeyler olur. Öyle bir sessizlik ki kimse hakkında konuşmaya cesaret edemez. Hiç kimseyle, hatta kendisi ile bile. Ne içinden ne de yüksek sesle. Tek bir lanet kelime bile. Çünkü herkes bir şekilde tıkanıp kalmıştır”
Şaibeli bir et tüccarı ile anlaşması için bir veterinerin ikna etmeye çalıştığı bir büyükbaş hayvan yetiştiricisinin geçmişindeki trajedisi üzerinden anlatılan hikâyesi.
1995 yılında Belçika’da öldürülen bir hayvancılık müfettişinin hikâyesinden esinlenen filmi Belçikalı sinemacı Michaël R. Roskam yazmış ve yönetmiş. Hayvanlardan elde edilen kârı %100’e kadar arttırma potansiyeli olan ve Avrupa Birliği’nin kullanımını yasakladığı hormon üzerinden büyük kârlar elde eden mafyanın hikâyesini anlatan film, kahramanının çocuklukta yaşadığı trajedi nedeni ile kullanmaya mahkum olduğu testesteron içerikli ilaçlara olan bağımlılığını da içine alan ve 2012 yılında Belçika’nın Yabancı Film dalında Oscar’a aday gösterdiği bir yapım. Baş oyuncusu Matthias Schoenaerts’in çarpıcı oyunu ile de renklenen film, bir suç filmi olarak belki çok üst düzeylerde seyretmiyor ama kahramanının trajedisi ile seyircisini etkilemeyi kesinlikle başarıyor. Roskam’ın bu ilk uzun metrajlı hikâyesi içerdiği aksiyon havası ve ana akım sinema dili nedeni ile Amerikalı yapımcıların da ilgisini çekmiş olmalı ki yönetmen bugünlerde ikinci filmini Hollywood için çekiyor.
Martin Scorsese’nin “Raging Bull – Kızgın Boğa” adlı filmindeki gibi karşımızda fiziği ve öfkesi ile gerçek bir boğaya benzeyen bir adam var. Schoenaerts’in fiziksel değişimi de içeren bir şekilde ama ondan daha önemlisi karakterinin ruh halini bir eldiven gibi üzerine geçirmiş göründüğü adam, öfke ve enerji ile dolu ve her an patlamaya hazır ama bu birikimini kelimenin her iki anlamı ile boşaltamadığı bir karakter. Yaşadığı trajik olay nedeni ile vücudu artık testesteron üretemeyen ve bu nedenle “erkek” kalabilmek için bu hormonu içeren –ve onlarca çeşidine bağımlı göründüğü- ilaçları yıllardır kullanan ve biriken enerjisini, özellikle de cinsel olanını, boşaltamayan adam hikâyenin asıl odağı aslında. Bu odak noktası ile senaryonun hormon mafyası ve onun etrafında gelişen diğer odak noktası arasında yeterince sıkı bir bağ kurulamamış olması hikâyenin zayıflıklarından biri olarak göze çarpıyor. Kahramanının hikâyesi yeterince güçlü ve sert bir trajediye sahip aslında ve belki tam da bu nedenle -hem olumlu hem olumsuz anlamda- bu bağın sağlam olmamasını çok da umursamayabilirsiniz seyrederken. Ayrıca hikâyenin filmin mizanseni ve klasik dili göz önüne alındığında bir parça yavaş aktığını da söylemek gerek. Yönetmen Roskam’ın aniden tüm sesi keserek görüntüye odaklanmamızı istemesi ve başvurduğu yavaşlatılmış görüntüler filme zaman zaman bir stilize hava veriyor ama klasik dilden çok uzaklaştığı söylenemez filmin. Burada ani sessizliklerin hayli etkileyici ve örneğin açılış sahnesinin bu anlamda ciddi bir başarı olduğunu söylemek gerek. Ne var ki yavaşlatılmış görüntü kullanımı etkileyicilikte bu başarıyı yakalayamıyor ve bir parça klişe görünüyor üstelik.
Rolü için 27 kilo aldığı söylenen oyuncu Matthias Schoenaerts’in oyunculuk başarısı ile daha da çarpıcı olan baş karakterimiz aslında filmi tek başına bile seyre değer kılıyor. Hikâye ilerledikçe trajik sırrı ortaya çıkan, içindeki güvensizlik ve korkuyu seyirciye de geçirecek derecede etkili çizilen ve oynanan bu karakter gerçekten de senarist-yönetmen Roskam’ın takdir edilmesini gerektiren bir başarısı. Doğrudan gösterilmese de sertliği ile irkilten trajik olay o derece etkileyici bir şekilde yansıtılmış ki perdeye yüreğinizin hoplamaması imkânsız. Final sahnesi de benzer şekilde “azgın boğanın” sakinleştirilmesini değme gerilim/aksiyon filmine taş çıkartacak derecede çarpıcı anlatıyor kesinlikle. Hikâyede kahramanımızın durumundan kaynaklanan bir “erkeklik durumu” incelemesi filmin cinsellik odaklı olmasını haklı ve doğru şekilde sağlarken, kahramanımızın sert maço görünümü ile zıtlık yaratması amaçlanmış görünen iki erkek arasındaki cinsel bağ bu amaca yeterince hizmet etmemiş görünüyor açıkçası ve hatta filmin temel kusuru olan asıl hikâyenin odağının dağılmasına da katkı sağlıyor. Belçika’yı oluşturan Flaman ve Valonlar arasındaki çekişmeyi hikâyedeki karakterler arasındaki çekişmeye akıllıca taşımış görünen film, zaman zaman kara film havası yaratan başarılı görüntüleri, kahramanımızın çocukluk arkadaşını canlandıran ve onunla birlikte senaryonun ete kemiğe büründürebildiği iki karakterden birini oynayan Jeroen Perceval’in başarılı performansı ve hikâyenin havasını çok iyi yansıtan yas havalı müziği ile de görülmesi gerekli bir çalışma özet olarak.
(“Bullhead” – “Boğa” – “Taş Kafa”)