“Hayat bir limuzin gibi bence. Aynı arabanın içinde olsak da, herkesin yerini bilmesi gerekir. Bir ön koltuk, bir arka koltuk ve ikisinin arasında da bir cam var”
Babasının yanlarında şöför olarak çalıştığı zengin bir ailenin oğluna aşık olan genç kızın hikâyesi.
Billy Wilder’dan bir romantik komedi. Audrey Hepburn’ün kimbilir kaçıncı kez kendisinden yaşça hayli büyük bir erkeğe aşık olduğu film Samuel Taylor’ın tiyatro oyunundan Taylor, yönetmen Wilder ve ünlü senarist Ernest Lehman tarafından beyaz perdeye uyarlanmış. Hepburn’ün zarifliği, Wilder’ın anlatımının ve senaryonun su gibi akıp gitmesi ve hafif komedisi ile Amerikan sinemasının klasiklerinden biri olmayı başaran film zengin ile yoksul arasındaki aşkı elbette sınıfsal değinmelere hiç uğramadan, daha doğrusu sınıf farkını bir peri masalı sonu ile yok ederken sadece yumuşak esprilerin malzemesi yaparak işliyor konusunu.
Girişteki tanıtımın akıllıca özetlediği gibi “büyük bir malikânede yaşayan küçük bir kızın hikâyesi” seyrettiğimiz. Çocukluğundan beri karşılıksız bir aşk ile bağlandığı evin küçük oğluna olan bu duygularını unutması ve ait olduğu sınıfa uygun bir meslek edinmesi için aşçılık okuluna (ama Paris’e) gönderilen kızın oradan büyüyerek (Hepburn’ün saçlarının kısalarak dönmesi ile de vurgulanan bir büyüme bu) geri dönmesi ile gelişen olayların hikâyesi kendisini rahatça seyrettirenlerden. Zengin ailenin büyük oğlu kendisini iş hayatına adamış, hayatında kadınlara yer vermeyen (en azından duygusal anlamda) ve hırslı bir kişi. Küçük oğul ise tam tersine, gittiği üniversiteleri ve üç kez denediği evlilikleri yarıda bırakmış, aklı fikri kadınlarda ve eğlencede olan bir playboy. Film finalinde herkesin mutlu olduğu bir sona ulaşacak elbette; dolayısı ile önemli olan bu mutlu sona gidişin nasıl anlatıldığı. Bu alanda da aksayan bir durum yok. Audrey Hepburn’ün zarifliğini de emrine verdiği başarılı oyunu ve küçük komedisi ile eğlenceli bir film Billy Wilder’ın bu çalışması. Amerikan sinemasının Fransa ve özellikle Paris ile ilgili tüm klişelerini (aşçılık okulundaki Fransız hoca oldukça zorlama durmuş açıkçası, diğer aksamayan klişelerin yanında) kullanmaktan çekinmeyen senaryo zengin aile ile çalışanları arasındaki ilişkiler üzerinden aslında “yukarıdakiler ve aşağıdakiler” konusunda epey malzeme biriktiriyor ama sınıf incelemesi gibi bir derdi olmadığından bunları ham hali ile bırakıyor ve sınıflar arasındaki duvarın (veya filmdeki sembol üzerinden yola çıkarsak, limuzinde ön ve arka koltuğu ayıran camın) ancak iki sınıf arasındaki bir aşk ile aşılmasının makul olabileceğini iddia ediyor. Üstelik Hepburn’ün Paris’ten sadece büyümüş olarak değil aynı zamanda nerede ise sınıf atlamış olarak döndüğünü (başta eskiden ağaç üzerinden izlerken şimdi davetlisi olduğu zengin evindeki ilk partisindeki muhteşem kıyafeti olmak üzere tavır ve görünüş değişikliklerini düşünün) farkederseniz, aşkın taraflarının çok da farfklı sınıflara ait olmadığını görmeniz de mümkün olacak.
Sabrina’nın ait olduğu sınıfı nerede ise ret eden kararlı ve arsız aşkını duyarlı ve hüzünlü bir şekilde aktaran Audrey Hepburn’ün oyunu filmin en büyük artılarından. Aşkını yaşarken, sorgularken, “La Vie en Rose” şarkısına eşlik ederken ve tüm zarifliği ile ayrı ayrı Humphrey Bogart ve William Holden ile dans ederken tek kelime ile muhteşem. Bogart ise filmin başta sekreterlere yeni plastik malzemeyi test ettirdiği sahne olmak üzere kimi esprili anlarının içinde yer alsa da genellikle yorgun bir görüntü veriyor. Hovarda küçük oğul rolündeki William Holden ise filmin romantik komedi havasına uygun bir sevimlilik ile üzerine düşeni yapıyor. Senaryonun kimi esprileri, başta pantolonun arka cebine koyulan şampanya kadehlerinin nereye varacağı olmak üzere, önceden sezilebilir olsa da gerek oyuncuların performansı gerekse kurgunun başarısı ile rahatsız etmiyor ve bu romantik komedinin komedisinin de yeterince eğlendirici olmasını sağlıyor.
Bu külkedisi masalını andıran film tıpkı masallar gibi eşitsizliklere veya bunların kaynaklarına değil naif yollarla bu eşitsizliklerin nasıl aşılabilir olduğuna odaklanan tipik ve klasik bir Amerikan komedisi. Zengin ailenin başı rolündeki Walter Hampden ve Sabrina’nın babası rolündeki John Wiiliams’ın başarılı yardımcı oyunculuklarının da ilgi çektiği film ilgiyi hak eden bir çalışma; sinema her zaman böyle sağlam romantik komediler yapamıyor çünkü.