“Üzgünsün çünkü o adama aşıksın. O etrafta olmadığında acı çektiğini görebiliyorum. Umursamadığını söylüyorsun ama doğru değil bu”
Para karşılığında bedenini satan 22 yaşındaki bir genç adamın aşk özleminin hikâyesi.
İlk uzun metrajlı çalışması olan bu Fransız filmini Camille Vidal-Naquet yazmış ve yönetmiş. İlk başrolünde genç oyuncu Félix Maritaud’un muhteşem bir oyunculuk sergilediği filmin hayli sert bir hikâyesi var ve sinemada cinsellik konusunda en serbest ülkelerden biri olan Fransa’da bile 16 yaş sınırı ile gösterime girmiş. Bu denli sert bir hikâyesi olmasına ve para için bedenini erkeklere satan erkek bir fahişenin hayatını bu denli gerçekçi bir görsellikle anlatmasına rağmen film baş karakteri üzerinden müthiş bir çekicilik yakalıyor ve baştan sona soluksuz bir şekilde seyrettiriyor kendisini. Hikâyesini dürüst bir gözlemcilikle ve karakter(ler)ini yargılamadan sergileyen film önyargısız seyredilmeyi hak eden önemli bir çalışma.
Seyirciyi terse düşüren bir sahne ile açılıyor film. Doktorda muayene olan, kirli sakallı, biraz bakımsız görünen ve dudağındaki yara ile hasta izlenimini veren genç adamın işini öğrendiğimiz bu sahne hem karakteri hem de filmin kendisi için epey ipucu sağlıyor bize: Tüm fahişelerin aksine “öpüşmem” demeyen ve benzer işi yapanlardan çok farklı bir genç adam var karşımızda ve film de onu mesleğini yaparken “cüretkâr” sahnelerde göstermekten çekinmeyecektir. Bu açılış sahnesinde olduğu gibi neyi görüyorsa onu olduğu gibi, müdahale etmeden ve bir şeyleri de gizlemeye gerek duymadan gösteriyor bize yönetmen Vidal-Naquet hikâye boyunca. Örneğin kahramanımız ve kendisi ile aynı caddede çalışan meslektaşlarını bir belgesel tadında uzun uzun gösteriyor film ve bunu yaparken de hiçbir karakterine eleştiri veya övgü ile yaklaşmıyor. Zaman zaman özellikle bir gizli kamera havasına bürünüyor çekimler bu sahnelerde ve gerek gösterdikleri gerekse karakterlerin arasındaki diyaloglar aracılığı ile sert ve etkileyici bir gerçekçilik duygusu yakalıyor. Bu tanık olduğunuz anlar bir belgesel içinde seyretseniz yadırgamayacağınız kadar doğal ve sahici görünüyor.
Kendini yok etmeye gidecek kadar ve bunu umursamayacak kadar açık oynuyor karakterimiz. Tutku ile bağlı olduğu ve kendisi ile aynı işi yapan ama eşcinsel olmadığını söyleyen arkadaşının ona “Sorun öpüşmekten rahatsız olup olmaman değil; sanki fahişe olmaktan hoşlanıyorsun gibi” demesinin arkasında da bu var, gittiği bir doktorun kendisine yaşadığı hayatın sonuçlarını ima ederek sorduğu “Değişmek istiyor musun?” sorusunu “Neden isteyeyim ki?” karşı sorusu ile cevaplamasında da. Sağlığı günden güne kötüye giden, sık sık geceyi kaldırımlarda uyuyarak geçiren ve müşterilerinin isteklerini hiç ret etmeyen genç adam bir sevgi sıcaklığı ile sık sık yanaştığı arkadaşı tarafından sürekli geri çevrilse de umudunu yitirmiyor hiç. Sevgi ve sıcaklık talebi geri çevrildiğinde bunu başka yollarla -en azından geçici olarak- karşılamayı da deniyor. Hayli hüzünlü bir sahnede oldukça yaşlı bir müşterisine kendisi teklif ediyor bu yakınlığı ve seksin yerine sarılıp yatmayı öneriyor ve bunu gerçekten kendisi de arzuluyor. Arkadaşının teşhis ettiği gibi onun gerçek hastalığı sevilme arzusu: “Sevilmek için yaratılmışsın sen” diyor arkadaşı ona. Bu arzuyu Vidal-Naquet birkaç farklı sahnede özellikle gösteriyor bize. Örneğin tüm sert isteklerine boyun eğdiği iki müşterisinin sonunda parasını vermemesine gösterdiği tepkinin asıl nedeni bile sanki paradan çok, tüm isteklerini sağlığını tehlikeye atararak karşıladığı insanların yaptığını onun gösterdiği yakınlığa ihanet olarak görmesi belki de. İç burkan bir başka sahnede de arkadaşının peşini bırakmıyor ondan gördüğü şiddet dolu tepkiye rağmen. En az bu denli etkileyici bir sahne ise ilk kez gördüğü bir kadın doktora sarıldığı an ki bu sahnenin yalınlığından ve doğrudanlığından etkilenmemek mümkün değil.
Hikâyenin kahramanının finaldeki eylemi ve arkadaşının “Sen de kendine yaşlı bir adam bul. Başımıza gelebilecek en iyi şey bu” tavsiyesine aykırı davranması farklı yorumlara açık görünüyor. Sunulan bir kurtuluşu ret etmesi kendini yok etmeye odaklı bir hayatı sürdürme kararlılığın sonucu mu, ne olursa olsun kendisinin de gerçekten sevmediği birisi ile yaşamayı dürüst bulmaması mı yoksa bedeli ne olursa olsun özgür kalabilme mücadelesi mi asıl neden? Bu sahnede kırlık bir alanda cenin pozisyonunda kıvrılıp yatması çocukluğa, bir başka ifade ile söylersek yeni bir hayatı mümkün kılacak bir başlangıç noktasına dönme arzusunu mu yoksa ne olursa olsun sevilme arzusunu mu gösteriyor? Başka açıklamalar da getirilebilir bu finale ama sonuçta neden ne olursa olsun bu son seyrettiğimiz portreyi daha da gerçekçi, sert ve hüzünlü kılıyor. Bir yok olma ve çürümenin portresi bu ama bir yandan da kahramanı üzerinden aşka, sevmeye ve sevilmeye, insan sıcaklığına ve özgürlüğe adanmış bir hikâye. Kahramanımızın ve arkadaşının benzer koşullar altında yaptıkları taban tabana zıt seçimlerin özgürlüğün anlamı, değeri ve bedeli üzerine seyirciyi düşünmeye zorlayacağı da kesiin.
Paranın değil aşkın peşinde olan genç bir adamın bu hikâyesini el kamerası ile görüntülemiş Camille Vidal-Naquet ve hem gerçekçi bir atmosfer oluşturmuş hem de baş karakterinin sürdürdüğü hayatın kaotik ve tedirgin edici yanını daha iyi anlatabilmiş bu sayede. Başroldeki Félix Maritaud’nun hikâyenin dürüst sertliğini çok iyi yansıtan muhteşem performansı hem sinemanın en önemli eşcinsel karakterlerinden birinin karşımızda adım adım hayat bulmasını sağlıyor hem de güçlü bir performansın, yoğunluğu ile nasıl güçlü ve kalıcı bir etki yaratabileceğinin canlı kanıtı oluyor. Sürekli arayan gözlerle etrafına bakan ve öfke ile hüznü aynı anda barındıran bakışları ile hikâyeye olağanüstü bir katkı sağlıyor genç oyuncu ve sinema tarihinin en yalnız karakterlerinden birine hayat veriyor. Görüntü yönetmeni Jacques Girault’nun ve müziklerin hikâyeye çok yakıştığı film sinemanın dürüstlüğü ile de takdir edilmesi gereken eserlerinden biri ve tüm sertliğine rağmen görülmesi gerekli bir çalışma.
(“Savage” – “Vahşi”)